Opera Dünyasının Güçlü Sesi Mario Frangoulis MAG'a Konuştu
Birçok müzik eleştirmeni tarafından 'dünyanın en güzel sesi' olarak nitelendirdiği Yunan Tenor Mario Frangoulis MAG Temmuz sayısına konuk oldu.
Etkili ve güçlü sesiyle seslendirdiği müziklere yeni bir yorum katan, dinleyen herkesi kendine hayran bırakan ve Türkiye’de de büyük ilgi gören dünyaca ünlü Yunan Tenor Mario Frangoulis, yirmi birinci albümü Blue Skies-An American Songbook’un detaylarını, operaya artan ilgiyi ve kariyerindeki yeri hakkında merak edilen her şeyi MAG Temmuz sayısında anlattı.
“Blues Skies-An American Songbook kesinlikle en sevdiğim albümlerden birisi” açıklamasında bulunan Frangoulis “Diğer albümlerimden tamamen farklı. Dünyanın daha iyi bir yer olması için çok büyük caz stadartlarında olan bu parçaları seslendirmiş olmak çok gurur verici. Albümümüz, Blue Skies-An American Songbook’un hem kayıtları hem de filmi 2019 yılında kaydedildi. Albüm hazırlıklarına ve şarkılara bir yıl öncesinden çalışmaya başladım. Bir gün en büyük bestecilerin ve şarkıcıların antolojisi olan Hollywood Müzikal filmlerinin ve Broadway müziklerinin ilhamı olan bu albümün şarkılarını söyleyeceğim hep aklımın bir köşesindeydi ve heyecanlıydım. Nat King Cole, Ella Fitzgerald, Frank Sinatra, Dean Martin bugün bile bu müziği geçerli kılan tüm büyük yıldızların muhteşem sesleri ile seslendirdikleri parçaları söylemek bana onur verdi. Bir rüyam gerçek oldu diyebilirim. Müzik tarihinin o harika şarkılarını söylediğim ve bunun bir parçası olduğum için çok mutluyum. Müzikal tiyatro benim bir parçam. Batı Yakası Hikâyesi, Sefiller ve Operadaki Hayalet hepsini geçmişte seslendirdim” dedi.
Opera Dünyasının Güçlü Sesi
Etkili ve güçlü sesiyle seslendirdiği müziklere yeni bir yorum katan, dinleyen herkesi kendine hayran bırakan ve Türkiye’de de büyük ilgi gören dünyaca ünlü Yunan Tenor Mario Frangoulis, yirmi birinci albümü Blue Skies-An American Songbook’un detaylarını, operaya artan ilgiyi ve kariyerindeki yeri hakkında merak edilen her şeyi MAG Okurları ile paylaşıyor:
Blue Skies-An American Songbook isimli albümünüzü nasıl hazırladınız? Şarkılarınızın yaratım sürecinden bahsedebilir misiniz?
Albümümüz, Blue Skies-An American Songbook’un hem kayıtları hem de filmi 2019 yılında kaydedildi. Albüm hazırlıklarına ve şarkılara bir yıl öncesinden çalışmaya başladım. Bir gün en büyük bestecilerin ve şarkıcıların antolojisi olan Hollywood Müzikal filmlerinin ve Broadway müziklerinin ilhamı olan bu albümün şarkılarını söyleyeceğim hep aklımın bir köşesindeydi ve heyecanlıydım. Nat King Cole, Ella Fitzgerald, Frank Sinatra, Dean Martin bugün bile bu müziği geçerli kılan tüm büyük yıldızların muhteşem sesleri ile seslendirdikleri parçaları söylemek bana onur verdi. Bir rüyam gerçek oldu diyebilirim. Müzik tarihinin o harika şarkılarını söylediğim ve bunun bir parçası olduğum için çok mutluyum. Müzikal tiyatro benim bir parçam. Batı Yakası Hikâyesi, Sefiller ve Operadaki Hayalet hepsini geçmişte seslendirdim.
Diskografinize baktığınızda bu albümünüzü nerede konumlandırıyorsunuz? Şimdiye kadar yaptığınız albümler arasında ilk sıraya koyuyor musunuz?
Blues Skies-An American Songbook kesinlikle en sevdiğim albümlerden birisi. Diğer albümlerimden tamamen farklı. Dünyanın daha iyi bir yer olması için çok büyük caz stadartlarında olan bu parçaları seslendirmiş olmak çok gurur verici.
Bu albümdeki favori şarkılarınız hangileri?
Şeçtiğimiz tüm şarkılar gerçekten en sevdiklerim. Eğer hepsini saymaya kalkarsam liste uzayıp gidecek ama “We Kiss In The Shadow”, “King and I”, “Strangers In The Night” tüm bu parçaları ilk Frank Sinatra’nın sesinden duymuştum. Yine onun seslendirdiğinden tamamen farklı söylediğim parçaları da eklersek “The World We Knew”, “I’ve Got You Under My Skin’’, “Blue Skies”, “If You Go Away” gibi albümde pek çok inanılmaz şarkı var ki aslında yirmi parçada benim favorim.
Dünyanın en ünlü tenorlarından birisiniz. Ancak bir süre opera dışında başka türlerde de şarkılar seslendirdiniz. Bu süreçte neden operadan uzak durdunuz?
Çok şanşlıydım ki 2000 yılında Newy York’ta Sony Müzik ile klasik bir albüm için imza attım. Bu anlaşma bana şimdiye kadar yaptığım müzik türlerinden daha farklı türleri söyleme fırsatı sundu. İlk üç albümüm klasik-crossover albümler oldu ve bu albümlerin içindeki parçaların çoğu da benim sesime özel parçalar olarak yazıldı. Özellikle José Maria Cano ve Nicola Piovani gibi söz yazarlarının sizin için şarkı yazması yapacağınız albüm için de tamamlayıcı unsurdur. Harika orkestrasyon ve sesime uygun muhteşem şarkıları birleştiren çok sevgili arkadaşım ve yapımcı Steve Wood’a teşekkürü borç bilirim. Kariyerim bu sebeple çok yönlü oldu ve çok farklı müzik türlerinde şarkılar söyleyebildim. Farklı dinleycilere hitap edebildim. Opera aryaları söylemeyi seviyorum. Hatta 2019 yılında günümüzün en büyük sopranolarından biri olan Angela Gheorghiu ile şarkı söyleme onuruna da sahip oldum.
Hem klasik hem crossover söyleyebildiğim için dünya çapında pek çok sahnede yer aldığım için de şanslıydım. Müziğim aracılığıyla Asya, Japonya, Güney Kore, Çin ve Tayvan’dan Avustralya’ya ve tüm Avrupa, Afrika, ABD, Kanada ve Güney Amerika’ya kadar dünyanın dört bir yanında sahneler aldım.
Operanın erişim alanı giderek genişliyor ve giderek daha fazla genç operaya ilgi duyuyor. Bu durum genç opera sanatçılarının popüleritesinden kaynaklı mı?
Opera’ya erişimin her yaş için geçerli olduğuna inanıyorum. Ama anladığım kadarı ile özellikle son dönemlerde özellikle Amerika’da opera genç nesiller tarafından daha çok seviliyor ve genç bir izleyici kitlesine hitap etmeye başladılar. Bu sanatın ayakta kalması için önemli çünkü zor bir müzik türü ve geniş kitlelere ulaştırmak önemli.
Fakat sorun şu ki opera izlemek için bilet fiyatları biraz pahalı. Örneğin; Metropolitan Operası, La Scala, Berlin Operası veya Londra Kraliyet Binası’nda opera izlemek isterseniz biletler çok pahalı. Bu nedenle gençlerin çoğu operayı maddiyat nedeniyle tercih etmez. Televizyonda veya DVD’sini alıp izlemek ise canlı deneyimlemek gibi olamaz. Bence operanın olması gerektiği kadar başarılı olmamasının sebeplerinden birinin de herkesin gücünün yetmemesi.
Size geleceğin Bocelli’si diyorlar. Birisi ile karşılaştırılmak, benzetilmek nasıl bir duygu?
Kariyerimin başındayken, geleceğin Bocelli’si dediler. Fakat şimdi Mario Frangoulis olarak dünyanın birçok yerinde sahne alıp performans sergileyerek kendi tarzım ve kariyerimle ilerliyorum. Harika bir sanatçı ve gerçek bir beyefendi olduğu için Andrea Bocelli ile karşılaştırılmak bana gurur verir. Öncelikle bana inananlara teşekkür ederim. Ancak Andrea ile çok farklıyız. Ben tiyatral bir geçmişe sahibim. Hem antik Yunan draması hem de klasik oyunlara ait pek çok müzikalde ve oyunda rol aldım.
Birçok müzik eleştirmeni sizin için “dünyanın en güzel sesi senin” diyor. Bunu bilmek üzerinizde bir baskı oluşturuyor mu?
Pek çok müzik eleştirmenin sesim hakkında böylesine güzel yorumlarda bulunması beni çok mutlu ediyor. Ancak harika bir şarkıcı olmanın ne kadar zor olduğunu da özellikle zanaatınız üzerinde ne kadar sıkı çalışmanız gerektiğini bilmek ve bunu korumak gerekiyor. Sesiniz; sıkı çalışma, düzenli egzersiz ve sağlıklı yaşam ile güzel kalır. Sahnede şarkı söylerken sizleri izleyen eleştirmenler ve seyirciler için tekniğinizi, işinizi sürekli olarak göstermeniz gerekir. Bu da yıllar içinde sizi strese sokabilir.
Farklı sanatçılarla düet yaptınız ve çok ilgi gördü. Türk şarkıcı Meyra ile düet bile yaptınız. Gündemde yeni iş birlikleri var mı? Kiminle düet yapmayı hayal ediyorsunuz?
Placido Domingo, Jose Carreras, Angela Gheorghiu, Sarah Brightman, Justin Hayward, Lucio Dalla Türkiye’de Soprano Aytül Büyüksaraç yine sesini çok sevdiğim Feryal Türkoğlu ve tabii ki beraber birçok kez konserler verdiğim canım arkadaşım Meyra... Yunanistan’da çok sevilen Maria Farandouri ve George Dalaras ile sahne almış usta Zülfü Livaneli’nin büyük hayranıyım. Umarım birlikte barış için konser veririz.
Küresel salgın birçok sektörle birlikte müzik sektörünü de olumsuz etkiledi. Bu süreci siz nasıl geçirdiniz? Bu dönemde sahnelerde olamamak size ne hissettirdi?
Evet haklısınız çok zor bir dönemdi. En önemlisi konserlere gelen izleyicilerle değil ama müzikle, şeflerle ve canlı performanslarla olan bağ... Müziğin mirasını sürdürmek, dünyanın birçok yerindeki sanatçılarla işbirliği yapabilmek, müziğin ruhunu canlı tutmak önemli. Bu durumda hükümetlerin kültür ve sanatı desteklemesi çok önemli. Herşey durma noktasına geldiğinde hayatları boyunca çalışan müzisyenleri ve teknik insanları devletin desteklemesi şart. Ben albüm projelerim devam ettiği için şanslıydım. Önceki yıllarda yoğun seyahatlerim ve konser yükümlülüklerim nedeniyle yapamadığım televizyon canlı yayınlarına çıktım. Ancak seyircilerimle olan canlı performanslarımı özledim.Umarım yakında normal hayatlarımıza geri dönebiliriz. Bir sanatçı olarak canlı izleyicilerin olduğu konserlerde şarkılar söyleyip, performans sergileyebiliriz. İnşallah Türkiye’ye İstanbul, Ankara ya da Bodrum’a orkestramla gelip yeni albümüm Blue Skies-An American Songbook’un harika parçalarını seslendirebilirim.