Prof. Dr. Budak: "Salgından çıkışımızın anahtarı aşıdır"
Tüm dünyayı bir yılı aşkın süredir etkisi altına alan Covid-19 pandemisine karşı aşılama çalışmaları Türkiye'de de devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), her yıl Nisan ayının son haftasını 'Dünya Aşılanma Haftası' olarak gündeme alıyor.
İZMİR(Ege Ajans)- Tüm dünyayı bir yılı aşkın süredir etkisi altına alan Covid-19 pandemisine karşı aşılama çalışmaları Türkiye’de de devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), her yıl Nisan ayının son haftasını “Dünya Aşılanma Haftası” olarak gündeme alıyor. Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Budak ve günümüzde önemi daha da anlaşılan bu hafta dolayısıyla, sırası gelen tüm vatandaşları Covid-19 pandemisine karşı aşılanmaya davet etti. EÜ Aşı Geliştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Yüksel Gürüz ise aşıların tarihi gelişimi ve birey ve toplum sağlığını korumadaki öneminden bahsetti.
Pandeminin başında TÜBİTAK’ın çağrısıyla hızla aşı geliştirme çalışmalarına başladıklarını ifade eden Rektör Budak, “Üniversitemizin üzerinde çalıştığı DNA aşı modeli, çok kısa bir süre içerisinde FAZ-I çalışmalarına başlayacak. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatı ve Sanayi Teknoloji Bakanımız, Sayın Sağlık Bakanımız ile TÜBİTAK Başkanımızın yoğun çabasıyla tüm projelere inanılmaz bir ekonomik destek verildi. Bu pandemi süreci bizlere aşıların ne kadar önemli olduğunu bir kez daha acı bir tecrübe ile hatırlattı. Ege Üniversitesi olarak ülkemizin özellikle sağlık alanında öncü kuruluşlarından biriyiz. Bu bilinçle aşı çalışmalarımıza yönelik ‘Aşı Geliştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi’ni kurduk. Dünyayı kasıp kavuran bu pandemiden çıkışımızın en büyük anahtarı aşılardır. Aşı sırası gelen tüm vatandaşlarımızı hızla aşılarını olmaya davet ediyorum. Bu, hem kendimizin hem de sevdiklerimizin sağlığını korumak için oldukça elzemdir” diye konuştu.
Aşıların modern tıbbın en büyük kazanımı olduğunun söyleyen EÜ Aşı Geliştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Yüksel Gürüz ise “Aşılar candır, hayatımızı kurtardığı gibi, sağlıklı günlerimizi de bize hediye ederler. Aşı, sadece bireyi değil toplumu korur. Aşılanmayı reddeden bir birey toplum içinde hastalığın saklandığı bir yuvadır. Apartmanlarda tek bir daire ilaçlama yaptırmazsa haşere mücadelesi nasıl kısa süreli etkin olursa, toplumda aşılanmayı reddeden bireylerin varlığı da toplum sağlığı için böyle bir tehdittir. Aşı sırası gelenlerin aşılanması, sadece kendilerini korumaz, aşı sırası gelmeyenleri, aşıya ulaşamayan bireyleri de korur” dedi.
“Vatandaşlarımız aşılardan kaçmasın”
Prof. Dr. Gürüz, “Aşı sırası gelenlerin zaman kaybetmeden, çok özel bir durumları söz konusu değilse, en yakın yetkili sağlık kuruluşlarında aşılarını olmalarını şiddetle öneriyorum. Aşı olduktan sonra olası yan etkiler açısından yanınıza bir refakatçi bulundurun ve en az 30 dakika sağlık kurumunun yakınında olun. Ciddi bir yan etki olmayacaktır. Özellikle ikinci dozdan sonra yan etkiler daha sık ortaya çıkıyor. Ülkemizde yaygın kullanılan inaktif aşı için yan etki görülme sıklığı yüzde 5, neredeyse tamamına yakını grade 1 dediğimiz çok hafif geçen şikâyetler. Aşı yerinde ağrı, halsizlik, ateş, bulantı, kusma, hipotanyon veya hipertansiyon, ishal gibi. Hepsi çok kısa sürede; birkaç saat, birkaç gün içinde tamamen geçiyor. Covid-19 belli hastalığı olan, ileri yaş grubundaki kişileri öldüren veya ağır sekellere neden olan tehlikeli bir hastalık. Nadir ve hafif yan etkiler, yoğun bakımda günlerce şuurunuz olmadan yatmaktan bin kere evladır. Lütfen aşılardan kaçmayın. Son aylarda kaybettiğimiz vatandaşlarımızın tamamının ya aşılanma sırası gelmemiş ya da aşılanma sırası geldiği halde aşılanmayı reddeden kişiler olduğunu özellikle vurgulamak isterim” dedi.
Aşı tarihine değinen Prof. Dr. Yüksel Gürüz, “Türkiye’de aşılamanın geçmişine bakacak olursak Leydi Mary Montagu, 1717-1721 yılları arasında ülkesine yazdığı mektuplarda İstanbul’da çiçek hastalığına karşı aşı denilen bir şey yapıldığını hayretle bildirmektedir. Bu mektup aşı yapımına ilişkin ulaşılmış en eski belgedir. 1885’te dünyada ilk defa çiçek aşısı uygulaması için Osmanlı’da kanun çıkarıldı. Yine 1885’te dünyada ilk kuduz aşısı Fransa’da geliştirildi. 1887’nin Ocak ayında kuduz aşısı Osmanlı’ya getirildi. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de Zoeros Paşa’nın kliniğinde ‘Dâu’l-Kelb (Daülkelp) ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi (Kuduz Tedavi Müessesesi)’ kuruldu. Bu kurum dünyada üçüncü, doğunun ise ilk kuduz merkezi oldu. 1911’de tifo aşısı, 1913’te kolera, dizanteri ve veba aşıları Türkiye’de ilk kez hazırlandı ve uygulandı. 1927’de verem aşısı üretmeye başladık. Hıfzıssıhha Enstitüsünün kuruluşuyla 1928’de aşı üretimi merkezileştirildi. 1931-1996 arasında tetanos ve difteri aşıları üretildi. 1937’de kuduz serumu üretilmeye başlandı. 1940’lı yıllara kadar tifo, tifüs, difteri, BCG, kolera, boğmaca, tetanos, kuduz aşıları seri olarak üretiliyordu. Hatta 1938’de kolera salgını sırasında Çin’e bile aşı gönderildi. 1942’de tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başlandı” dedi.