Prof. Dr. Tarhan: "Güven duygusu en büyük sermaye"

Sevgi artı dürüstlük olursa güven ve sürdürülebilir ilişki oluştuğunu belirten Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, 'Bir kişinin güvenilir olması demek, aslında o kişiye rahatlıkla arkanı dönebilirsin demektir. Onun için ailede ev 'güven alanı' olmalı diyoruz.' dedi.

Prof. Dr. Tarhan: “Biz İslam’ı temsil edemiyoruz” 

Sevgi artı dürüstlük olursa güven ve sürdürülebilir ilişki oluştuğunu belirten Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bir kişinin güvenilir olması demek, aslında o kişiye rahatlıkla arkanı dönebilirsin demektir. Onun için ailede ev ‘güven alanı’ olmalı diyoruz.” dedi.

Prof. Dr. Tarhan: “Bütün dünyanın Gazze olaylarından sonra Kuran’a sarılması, samimi insanların yönelmesi de bize şunu gösteriyor ki biz İslam’ı temsil edemiyoruz.   Stratejik düşünen yöneticiler “para kaybederim ama güven kaybetmem” değer yargıları bunun için önemserler. Sürdürülebilir ve kalıcı var olmak istiyorsanız yatırımı güven sermayesine yapmalısınız. Bunun için en etkili para birimi dürüstlüktür. Güven sermayesini artırır, sermayeyi artırır.”


Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aşırı kuşku ve şüphe konusunu değerlendirdi.
 

Aşırıyı anlamak için önce normal bilinmeli!

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aşırıyı anlamak için önce normali bilmek gerektiğini ifade ederek, “Güven duygusu nedir, önce onu anlamak gerekiyor. Güven duygusunun 3 ayağı var; psikolojik olan güven duygusu, sosyolojik olan güven duygusu ve siyasal güven duygusu… Üçü de aynı anda oluşuyor.” dedi.
 

Tarhan: “Sözünde durma, dürüst olma, emanete sahip olma…”

“Sözünde durma, dürüst olma, emanete sahip olma, tutarlı olma, samimi olma, yalan söylememe, borcuna sadık olma, kişinin yanında olma, inançlı olma, yapmacık olmama, samimi olma, ihlas sahibi olma, adil olma, böyle bir takım ilke ve değerlere sahip ve empatik davranışlara sahip olma” gibi birçok özelliğin var olduğu bir kişide güvenin oluştuğunu anlatan Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
 
“Bir kişinin güvenilir olması demek, aslında o kişiye rahatlıkla arkanı dönebilirsin demektir. Onun için ailede ev ‘güven alanı’ olmalı diyoruz. Biz eskiden evden ‘sevgi yuvası, sevgi alanı’ diye bahsediyorduk ama dünyada güvensiz olaylar çok arttıktan sonra sevgi yetmiyor, sevdiği kişiyi aldatabiliyor insan. O nedenle sevgi artı dürüstlük olursa güven ve sürdürülebilir ilişki oluşuyor. Bu nedenle güvenin ve dürüstlüğün olması en önemli şey. Açık, şeffaf, dürüst, hesap verebilir ilişkiler bireysel anlamdaki güveni oluşturuyor.”
 
Tarhan: “Aile içi ilişkilerde güven olmadığı zaman, kişi eve geldiği zaman rahat uyuyamıyor.”
Toplumda güven zayıflayınca komplo teorilerinin de daha çok yaygınlaştığına işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “İkili ilişkilerde, aile içi ilişkilerde güven olmadığı zaman, kişi eve geldiği zaman rahat uyuyamıyor, sırtını dönüp yatamıyor. Her söylediğine hemen inanmıyor, sorgulamaya başlıyor. Böyle durumlarda ne oluyor? Devamlı kaygı oluyor.” diye konuştu.
 
Yalanın bütün kötülüklerin, güvensizliğin başı olduğunu da hatırlatan Prof. Dr. Tarhan, “Yalan söyleyen bir kişiliğiniz varsa, eşinize karşı, çevrenize karşı her söylediğinizde acaba diyecek, inanmayacak ama güven oluşturduysanız söylediğinize inanacak. Güven oluşturma doğrulamaya mani değildir. Böyle durumlarda her şeye hemen güvenmek de saflık olur, doğrulamak gerekiyor. Onun için hep atalarımız söylemiş; ‘İtimat kontrole mâni değildir’. Bu nedenle güven duygusu bir kimsenin kendini emniyette hissetmesidir.” dedi.
 
Tarhan: “Yeni tanıdığın bir insanda güven esas kuşku istisnadır.”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ikili ilişkilerde paranoyak olan kimseyle paranoyak olmayan kimsenin hayatının incelendiğini ve paranoyak olan kimseyle olmayan kimsenin aldatılma oranları eşit bulunduğunu anlatarak, şöyle devam etti: “Hiç olmazsa paranoyak olmayan o aradaki zaman iyi geçiriyor, rahat geçiriyor, öbürü ise devamlı gergin geçiriyor. Onun için paranoyak olmanın insana bir faydası yok, kendini mahvediyorlar. Yakın ilişki ve yaşantılarda güven esas, kuşku istisnadır ama düşman olarak bildiğim bir kişi ise kötülüğünü daha önce gördüğüm kimse ise kuşku esas oluyor. Kötülüğünü görmediğin bir insanda, yani yeni tanıdığın bir insanda bile güven esas kuşku istisnadır.”
 Tarhan: “Güven duygusu en büyük sermaye.”Yakın ilişkilerdeki hüsnü zanda bulunmanın esas olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, güven duygusunun en büyük sermaye olduğunu, birçok iş yerinde, büyük şirketlerde büyük iş adamlarının ‘Para kaybederim ama güven kaybetmem’ dediklerini, çünkü güven varsa sürdürülebilirlik var olduğunu söyledi.
 
Güven olmayan kurumlarda insanların her an tetikte olduğuna da işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Tetikte olduğu zaman personel değişimi çok sık oluyor öyle kurumlarda. Sık sık değişiyor, çünkü kişi geleceğini güvende hissetmiyor.” dedi.
 Hukukun temelinde güven varKişilerin çalıştığı kuruma bağlılığında birinci sırada kurumu sevmesi, ikinci sırada kurumda geleceğini güvende hissetmesi, üçüncü sırada ise aldığı ücretin geldiğini anlatan Prof. Dr. Tarhan, kişinin kendisine bir haksızlık yapılamayacağından emin olmasının önemine de işaret ederek, “Mesela bir gece pat diye gerekçesi olmadan alınıp götürülmeyeceğinden emin olmak, karakola düştüğünde haksız, kural dışı bir uygulama yapılamayacağından emin olmak, mahkemeye gittiği zaman kural dışı bir şey olmayacağından emin olmak. Bunlar varsa o toplumda hukuk vardır denir. Hukukun temelinde güven var. Yoksa bunlar, insanlar devamlı korkuyla yaşarlar. Korku kültürlerinde güven zayıf oluyor.” diye bilgi verdi. 
 
Siyaset bilimci Fukuyama'nın “yüksek güvenlikli toplumlar, düşük güvenlikli toplumlar” söylemine atıfta bulunan Prof. Dr. Tarhan, “Yüksek güvenlikli toplumlarda insanlar kendilerini güvende hissettiği için yarınını, yakın ilişkilerini, risk alıp yatırım yapabiliyor. Böyle yenilikçilik ve girişimcilik onlarda daha çok oluyor. Düşük güvenli toplumlarda insanlar daha çok enerjilerini savunmaya harcıyorlar.” dedi. 
 Bazen doğulu, bazen de batılı oluyoruz…Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Türk toplumuna ilişkin değerlendirmede de bulunarak, “Biz öyle bir toplumuz ki deve kuşu gibiyiz. Bazen doğulu, bazen de batılı oluyoruz. Ne kuş ne deve, Türkiye’de böyle bir durumdayız. Biraz tuhaf bir benzetme oldu ama maalesef öyleyiz. Yani bakıyoruz, biz batının bilimini, tekniğini, medeniyetini taklit etmemiz gerekirken yaşam biçimlerini ve birçok hastalıklı değerlerini taklit ediyoruz. Yani 1950’ye kadar Türkiye’de Türk sanat müziği, halk müziği yasak. Bu savunulacak bir şey değil ki kendi kültürünü, kimliğini reddetmek gibi bir şey. Böyle olunca radyolardan doğu müzikleri dinlemek yasak olduğu için insanlar Arap radyolarını dinliyorlar, arabesk kültürü Osmanlı’da olmadığı kadar Türkiye’de yaygınlaşmış. Arabesk kültürünü eleştirdiğimden söylemiyorum, yanlış olduğunu söylediğimden.” dedi. 
 
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kendi kültürümüzü bastırınca yerini resmi ideolojinin verdiği kültür değil de halkın hoşlandığı kültürün aldığını dile getirdi.
 Aşırılıklar karşıtını besliyor Aşırılıkların karşıtını beslediğine de vurgu yapan Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti: “Türkiye ne oldu? Daha sonra demokratikleşme yolunu seçti ve böyle bir durumda güven duygusu, demokratikleşme olunca insanlar iyi, kötü ifade edebildiler. Türkiye’deki 1940’lardaki yöneticiler ısrarla kalacağım deselerdi Çavuşesku gibi olurlardı. Romanya’da ne oldu? İlla bırakmadı, halkın güveni gitti, en sonunda inceldiği yerden koptu, patladı. Yani öyle olurdu. Onun için insani değerler, kendini ifade hürriyeti, düşünce hürriyeti kutsallaştırılması aslında dünyada tesadüf değil. Böyle olunca güven oluşuyor toplumda, insanlar arasında. İnsanlar nerede daha iyi, güvende yaşıyorlar? İran’da mı, Suudi Arabistan’da mı, Afganistan’da mı, Norveç’te mi, İsveç’te mi daha güvende hissediyorlar kendilerini. Norveç, İsveç’te güvende hissediyorlar kendilerini.”
 
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, batı ülkelerinde insan değil, sistemin var olduğunu dile getirerek, “Bireysel sistem bozulduğu an orada da başlıyor hemen karışıklıklar. Bizde de sistem yok. İyi insan var ama sistem olmadığı için korku kültürü… Mesela Osmanlı’lar mecburen baskıyla toplumu ayakta tutmaya çalışmışlar.” dedi.
 Korku kültürlerinde dedikodu, yalan çok fazla…Korkuların baskın olduğu toplumlarda, insanların kendini ifade edemediklerini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, korku kültürlerinde dedikodunun, yalanın, iki yüzlülüğün çok fazla olduğunu söyledi.
 
Prof. Dr. Tarhan, “Mesela doğu kültürlerinde bunun olmasının en büyük nedeni, iki yüzlülüğün, yalanın, bize yakışmayan yani Müslüman kelimesine yakışmayan, hile, yalan, güvensizliğin olmasının yani bunun sanki gelenek haline gelmesinin en büyük nedeni korku ve baskı ortamlarının olmasıdır. Batının bunu yenmesinin en büyük sebebi de orada dürüstlüğün, özgürlüğün prim yapması. Halbuki bu değerler bizden alınan değerler. Endülüs Emevîlerinden aldılar onları.” dedi.
 Bütün dünyanın Gazze olaylarından sonra Kuran’a sarılması…‘Allah’a bağları zayıflamış, Allah’a hesap verme duygusunu unutmuş’ olanlarda sadece kültürel bir Müslümanlık olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, sözlerini şöyle tamamladı:
 
“Yaşanan Gazze olayları da bütün dünyanın Gazze olaylarından sonra Kuran’a sarılması, samimi insanların yönelmesi de bize şunu gösteriyor ki biz İslam’ı temsil edemiyoruz. İnsanlar Kur’an dan daha iyi bulabiliyorlar. Orada küçük bir grubun o masum, saflık, sahabe gibi orada direniş göstermeleri insanlara o bile birazcık örnek olup birçok değişime neden oldu. Demek ki biz iyi örnek olamıyoruz. Stratejik düşünen yöneticiler ‘para kaybederim ama güven kaybetmem’ değer yargıları bunun için önemserler. Sürdürülebilir ve kalıcı var olmak istiyorsanız yatırımı güven sermayesine yapmalısınız. Bunun için en etkili para birimi dürüstlüktür ve güven sermayesini artırır, sermayeyi artırır.”

aşırı kuşku ve şüphe psikiyatrist güven duygusu gazze olayları