Türkiye İMSAD'dan '1-7 Mart Deprem Haftası' Açıklaması
Türkiye İMSAD Başkanı Tayfun Küçükoğlu: 'Depreme karşı mücadelede ihtiyacımız, ortak bilincimizi geliştirerek ritmimizi yükseltmektir'
‘1-7 Mart Deprem Haftası’ dolayısıyla açıklamada bulunan Türkiye İMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Tayfun Küçükoğlu, “Türkiye’nin tüm şehirlerinde depreme karşı güvenli yapılara kavuşmak için kentsel dönüşümü hızlandırmalı, binaları yenileme ve güçlendirme çözümlerini iyi değerlendirmeliyiz. Mevcut durum ülkemizin, sektörümüzün gelişmişlik seviyesiyle daha uyumlu hale gelmeli. Bu işi gerçekleştirmek için dünya çapında geçerli yeteneklere sahibiz. İhtiyacımız, ortak bilincimizi geliştirerek ritmimizi yükseltmektir” dedi.
Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği (Türkiye İMSAD) Yönetim Kurulu Başkanı Tayfun Küçükoğlu, ‘1-7 Mart Deprem Haftası’ kapsamında yaptığı açıklamada şunları söyledi: “30 Ekim 2020’de meydana gelen Ege depremi hepimizi derinden üzdü. İzmir’de yaşanan yıkım, ülkemizin deprem gerçeğini bir kez daha hatırlattı. Ege depreminden sonra açıklanan rakamlarda halen 6,7 milyon konutun riskli tanımında olduğunu biliyoruz. TÜİK verilerine göre, her konutta 3,4 vatandaşımızın barındığı görülüyor. Dolayısıyla şu anda 22 milyon vatandaşımız halen riskli binalarda oturuyor. Bize geçmişten kalan bina stokunda oluşan sorunlu alanları değiştirmek için daha fazla çabaya ve bilince ihtiyacımız var. Yine açıklandığı üzere önümüzdeki 5 yılda 1,5 milyon konutun kentsel dönüşüm kapsamında depreme güvenli hale getirileceğini biliyoruz. Bunun için bugünkü fiyatlarla ortalama bir hesap yaparsak kira ve taşınma yardımı için devletimizin 28 milyar TL destek vereceğini kabul ediyoruz. Ayrıca bu konutların yapımı için de 280 milyar TL gibi bir sermayeye, desteğe ihtiyaç var. Tüm bunların gerçekleştiğini düşünürsek 2026 yılında, yani 5 yıl sonra 17 milyon vatandaşımız yaşamını hala riskli binalarda sürdürecek.”
“Mevcut durum ülkemizin, sektörümüzün gelişmişlik seviyesiyle daha uyumlu hale gelmelidir” diyen Tayfun Küçükoğlu, şöyle devam etti: “Sektörümüz dünya çapında gelişmişlik seviyesine sahiptir. Gerek müteahhitlik, gayrimenkul geliştirme imkanlarımızla, mühendislik, müşavirlik, mimarlık hizmetlerimizle gerek inşaat malzemesi üretim kapasitesi, teknolojisi ve fiyatlarıyla bu işi gerçekleştirmek için dünya çapında geçerli yeteneklere sahibiz. İhtiyacımız, ortak bilincimizi geliştirerek ritmimizi yükseltmektir. Ülkemizin de sınırlı kaynakları olduğunu biliyoruz. Deprem riskinin ve acısının büyüklüğünün de ne kadar fazla olduğunun farkındayız. Tüm ümidimizi uzun vadeli kredilere, desteklere bağlamadan, deprem güvenliğini geliştirme bilincimizi artırıp kaynaklarımızın kullanım önceliğinin deprem güvenliğine aktarılmasını sağlarsak, güvenli yapılara geçme motivasyonu da artacaktır. Halkımızın deprem güvenliği bilincini tespit etmek ve geliştirme stratejilerini belirlemek adına uzun vadeli bir seferberlik başlatılması gerektiğine inanıyoruz. Kısa vadeli çözüm arayışları bizi istenen sonuca ulaştırmayacaktır.”
Türkiye’de milli gelirin 2000 yılında 4 bin 300 dolar olduğunu, bugün kısmen azalsa da 9 bin dolar civarına çıktığını ifade eden Tayfun Küçükoğlu, “Hane halkının, kaynaklarının bir kısmının öncelikle deprem güvenliğini geliştirmeye aktarılabilmesi ve oluşan bilinçle beraber kamunun desteklerinin de daha verimli şekilde değerlendirilmesi, depreme karşı güvenli yapılara geçme hızını artıracaktır. Deprem güvenliğini geliştirme faaliyetlerimiz ile hayatta kalmasına vesile olacağımız her can, vereceğimiz ulvi mücadelede temel motivasyonumuz olacaktır“ dedi.
Depreme karşı dayanıklı, güvenli ve kaliteli yapıların inşa edilebilmesi için güçlü bir denetim mekanizması oluşturulması gerektiğinin de altını çizen Tayfun Küçükoğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “Kentsel dönüşümü hızlandırmak için binalar üç gruba kategorize edilerek; ‘kesinlikle yıkılması gerekenler’, ‘güçlendirilerek kullanılabilecekler’, ‘deprem riski olmayan binalar’ olarak tasnif edilmelidir. Alan dönüşümü esas alınmalıdır. Ayrıca ülkemizde kentsel dönüşüm kapsamında tek uygun çözüm olarak vurgulanan ‘yıkım ve yeniden yapımın’ yanı sıra, Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi ‘güçlendirme/yenileme’ çalışmalarının da önemli bir seçenek olduğunun farkında olmalıyız.”