27 Mayıs Dramı
Yıl 1960, Mayıs’ın 27’si: günlerden Cuma sabahın 5.25’i.
Orta okul son sınıftayım. Daha okullarımız tatile girmemişti. Sabah namazına kalkan Annemin telaşla babamın yorganını çekerek “Kalk bey kalk! bak bir şeyler olmuş” diye bağırmasıyla uyandım. Birisi on diğeri dört yaşındaki kardeşlerim uyuyorlardı. Anam sabah namazını kılmış, lambalı radyomuzu açmış, O’na göre “Bayramlarda çalınan Türküler/marşları kastediyor/ çalınıyormuş, Radyoda.
Babam Sümerbank Fabrikasındaki işine gidecekti, ben ve ortanca kardeşim mektebe/okula gidecektik. Anamın erkenden bir hiç uğruna bizleri uyandırmasından pek hoşnut olmamıştık ama ısrar üzerine sıcak yataklarımızdan kalktık.
Radyo da ki Davudi bir erkek sesi “Dikkat… Dikkat… Muhterem vatandaşlar… Radyolarınızın başına geçiniz. Güvendiğiniz Silahlı Kuvvetlerinizin Sesi bir dakika sonra sizlere hitap edecektir.” Diyor, bu kelimeleri tekrar tekrar söylerken, o bir dakika, bize bir gün gibi uzadı durdu. Nihayet o gür ve davudi ses; başladı konuşmaya. Takriben bir sayfaya sığacak konuşmasını bitirdiğinde Ankara radyosunu dinlemek için bakan gözler bana döndü. Çünkü evimizde gazete ve kitap okuyan tek kişi bendim. O günlerde okul çıkışlarında fırsat buldukça gazete alıp eve gelirdim.
Bir şeyler söylemek zorundaydım: beklentilerini boşa çıkarmam demek bana olan inançlarını boşa çıkarmak olacaktı.
Anladığım kadarıyla “Askerler memleketin idaresini ele geçirmişler.” Dedim. İnanmamış gibi soran bakışlarıyla “niçin, neden” diye cevap beklediklerini bakışlarından anlayınca; ihtilalin kendilerine göre olan gerekçelerini aklımda kaldığı kadarıyla bir bir anlatmaya çalıştım. Anladıklarını sanmıyorum ama ben de bu gerekçelerin haklılığını bir türlü anlayamamıştım ki. Kabine/hükümet mensuplarının teslim olmaları isteniyordu.
Evimizde bir sessizlik oldu: hiçbirimiz neler olduğunu kestiremedik. Annem kahvaltıları hazırladı. Sonra da babam işine, ben de Sümerbank’ın öğrenci servisi ile okulumuza gittik
Okulumuzun etrafı tanklar, askeri araçlar ile çevrilmişti. Otobüsün durmasıyla askerler koşuşturup inmemize izin vermediler. Şoför ile konuşurken “okulların tatil olduğunu, daha sonra açılma zamanını radyo ve gazetelerde ilan edileceğini” söylediler. Bizim gibi orta ve lise son sınıfta olanlar sevinmiştik. Bitirme sınavlarına daha fazla çalışma zamanımız olacaktı.
Geri döndük evlerimize. Saat 15 de fabrikadan çıkması gereken babam akşam olup karanlık basmasına rağmen gelmemişti. Anam yazmasını bağlayıp, aynı fabrikada çalışan lojman komşumuza gitti, babamın niçin gelmediğini sormak için. Komşumuz “Babamın fazla mesaiye kaldığını işi bitince geleceğini” söylemiş. Ve biz üç kardeşi alıp onlara götürdü. Bizi yemeğe çağırmışlardı. Fakat Kemal amcamızın her hareketi, mimikleri insicamsız, anlamsız… konuşmaları ise bir garipti. Yemeğe başlamadan kapımızın önüne bir askeri jeep geldi ve babam indi. Herkes dışarı koşuştu. İçeri geldiğinde kuşku içindeki anamın sorgusu başladı.
Askerler ihtilal yapmış, idareye el koymuşlar. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Ali Adnan Menderes ve vekiller/bakanlar gözaltına alınmışlar. Yurdun her tarafında örfi idare/sıkı yönetim ilan edilmiş. Babam ile birlikte birçok kişiyi gözaltına almışlar, sorgudan sonra serbest bırakmışlar.
Ertesi akşam… diğer akşamlar babam gelmedi, gözaltına alındıkları duyuldu. Komşularımızın birçoğu bize geçmiş olsun demek bir kenara, selam vermekten bile korkuyorlardı… Dedem Demokrat Parti bucak başkanı olduğu için mallarına el konuldu. Daha önce başka bir vilayete gittiği için onu alamamışlardı. Hükümet binasının altındaki bodruma hapsedildiklerini öğrenince; Anamla birlikte çamaşır ve bazı ihtiyaçları ile evde yemek yapıp götürüyorduk. Bir gün gittiğimde oradan Sivas’a götürüldükleri söylendi.
Maaştan başka gelirimiz olmadığı için yoksulluk çekiyorduk. Gerçi annemin babası/dedem arada sırada uğrar para bırakırdı.
Kırk beş gün sonra babamı ve bazı arkadaşlarını bıraktılar: suçsuz bulunmuşlardı. Zaten babamın politika ile bir ilgisi yoktu: Adnan Menderes’i çok severdi. Babam fabrikadaki işine dönemedi. Çok zorluk çektik. Annem oya, örgü, dikiş gibi yetenekleriyle evin masrafını çevirmeye çalışıyordu. Bir yandan da Babamın işine dönüş kavgasına o da yardım etmeye çalıştı. Yerel Çatık Kaşlı Tanrılar iman ve izandan, vicdandan yoksundular. Ankara’dan iki Milli Birlik Komitesi üyesi gelmiş babamlarla konuştular ama değişen bir şey olmadı. Birisi sonradan ağabeyim olacak olan binbaşı Ahmet Er, diğeri Binbaşı Mehmet Özgüneş.
Nihayet Manisa Sümerbank Fabrikasında iş bulup oraya taşındık. Köklerimizle bağlarımız kopuyordu. O zamanlar gurbet bir başka çileydi.
***
Babam değil ama Anam Türkeş’e kızıyordu: “İhtilal yaptığı, Menderesin asılmasına sebep olduğu, babamı işten çıkardıkları için ateş püskürüyordu…”
Ben ise o yıllarda Milliyetçilerin çıkardığı Havadis, Son Havadis, Yeni İstanbul gibi gazeteleri okuyor, Türkeş’in milliyetçi olduğunu öğrenince içimden ona karşı sempati oluşmaya başladı.
Kader bizi bu ihtilalcilerle 1966 yılında tanıştırdı: askerlik dönüşü Ankaralı bir asker arkadaşımın ısrarı sonucu Ankara’da birkaç gün tatil yapacaktım. Babası subaydı. Konuşmalarımızdan; benim milliyetçi duygulara sahip birisi olduğumu anlayınca CKMP genel başkanı olan Alparslan Türkeş’in yanına götürdü. O gün orada hepsi rahmetlik olan Dündar Taşer, Muzaffer Özdağ/İyi parti milletvekili Prof.Dr Ümit Özdağ’ın babası, Numan Esin ile tanıştık. CKMP’ye gönül vermiştim ama evde, anamdan korktuğum için söyleyemiyordum. Manisa’da gazetecilik yaparken parti ile ilgilenmeye ve kurulması için beklemeye başladım. Bir gün Muzaffer Özdağ ile Ahmet Er geldiler. Manisa’da İl başkanlığını kabul edecek kimse bulunamadı. Ahmet Er ağabeyin gayreti ile Büyük Belen köyündeki birisine yetki verildi. Allah rahmet eylesin! birkaç yıl Mustafa bey ismindeki bu fedakar insan köyden partiyi yönetmeye çalıştı durdu.
Daha sonraları Rifat Baykal, Münir Köseoğlu ile tanıştım. Aynı parti çatısı altında görev yaptık
***
27 Mayıs İhtilalinin niçin yapıldığını anlamak için 1944-1970 arasındaki dönemi iyi bilmek; yapanların, mağdur olanların ve ailelerinin yazdıkları hatıraları okumak… İhtilallere karşı olan birisi olarak söylüyorum: o günün gazete koleksiyonlarını gözden geçirmek şarttır. Darbelerden çile çekmiş/ 12 Eylül dahil/ birisi olarak peşin hüküm vermemek lazım diyorum. İhtilale giden yola döşenen kilometre taşlarını iyi öğrenmek lazım. Yapanları okuyarak tanımak gerekir. Yaptıklarını görmek de.
Her 27 Mayıs geldiğinde bu darbe lanetlenirken Türkeş ve arkadaşları bazen suçlanır, suçlayanların işine geldiği zamanlarda da kerhen iyilikle anılır.
Kısaca şunu söyleyeyim: Türkeş olmasaydı bile bu ihtilal yine yapılırdı. Türkeş’in ihtilale katılmasaydı; Demokrat Partililerden asılanların sayısı fazlalaşacaktı. Türkeş bunlara mani oldu. Bazı eserlerde Dikmen de mezarların kazıldığı anlatılır.
38 kişilik Milli Birlik Komitesi içinde çıkan ihtilaf sonucu her darbede olduğu gibi darbeciler önce kendi çocuklarını yediler 13 Kasım 1960 tarihinde Türkeş ve arkadaşları Devlet Müşaviri olarak yurt dışına gönderildiler/sürüldüler. Bu Ondört adamın birçoğunun kültür alt yapısı yüksek, ülkenin sorunları ile ilgilenmiş, çözüm yolları üzerine kafa yormuş, Atatürk devrimlerini kaldığı yerden devam ettirmeye ant içmiş, ülkelerini muasır medeniyet seviyesine yükseltmenin ateşi ile yanan insanlardı. Bunların kavgalarını DARBE İÇİNDE DARBE/13 Kasım 1960/Ondörtler Olayı adlı kitabımda anlattım
Türkeş ve Ondörtler’in sürülmeden önce Türkiye için yaptıkları reformlara şöyle bir bakalım:
DEVLET Planlama Teşkilatının kurulması ve planlı ekonomi dönemine geçilmesi,
Kredi ve Yurtlar Kurumunun kurulması, öğrenim kredisi verilmesi, yurtların yapımı
İlk öğretim yasası çıkartılarak ilk öğretime çeki düzen verilmesi
Basın İlan Kurumunun Kurulması ile basına destek verilmesinin yolunu açtılar.
212 sayı ile basına bir çok haklar getirildi
Devlet Personel yasası ile memuriyet düzene girdi
Türk standartlar Enstitüsü kurularak imalata standardizasyon getirildi
Gülhane Tıp Akademisi özerkliğe kavuşarak eğitim ve araştırma fonksiyonunu elde etti.
Toprak ve Tarım Reformu baş hedefleriydi
Özgürlükçü ve modern bir anayasa’nın çalışmasını yaptılar
Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlunun asılmaması, af edilmeleri için çabaladılar, Türkeş İhtilalin başındaki Cemal Gürsel Paşa’ya mektup yazdı.
Daha çok eserler bırakacaklardı ama Özellikle ABD ve Avrupa’nın ajitasyonu ve yönlendirmesi ile yapacaklarına imkân verilmedi.
Yurda döndüklerinde de savruldular… 27 Mayıs ihtilali bizlere cefa çektirdi ama 12 Eylül gibi zulüm ve Türkiye’nin paylaşılmasına, sömürülmesine, demokrasinin yozlaşmasına yol açmadı.
O dönemleri aşağıdaki kitaplarımda detaylı anlattım.
1-Balans Ayarları/ Cumhuriyet Döneminde Askeri Muhtıralar- Metropol Yay.
2-Darbe İçinde Darbe/ 13 Kasım 1960-Ondörtler olayı- Bilgeoğuz Yay
3 Türkiye’de Askeri darbe teşebbüsleri- Bilgeoğuz Yay
4- Çankaya Sancıları/ Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşananlar- Bilgeoğuz Yay
EROL MARAŞLI