BİR NECDET SEVİNÇ VARDI
Kırk iki yıla dayanan bir dostluğumuz ve kardeşliğimiz vardı: 1969 yılında o zaman milliyetçi, Ülkücü gençliğin gazetesi olan Mehmet Emin Alpkan ağabeyin çıkardığı “Bizim Anadolu” gazetesine yazı yazmaya başladığında tanışmıştık. Zaman zaman bende yazıyordum. Bu kardeşlik öldüğü güne kadar devam etti. Ben Necdet’i Atsız hocaya benzetirdim: O ise mahcup olur, başını önüne eğerek “estağfurullah” derdi. O “Önce devlet” derdi. Ben ise Ziya Gökalp gibi “Fert yok, devlet kutsal değil. Önce toplum” derdim.
Şuurlu bir Türk milliyetçisi, Türkçü ve ülkücülerin hocası, ağabeyi idi
22. Temmuz 2011 günü tam ameliyat önlüğü içinde sıramı beklerken Bilge Oğuz Yayınlarının sahibi Oğuzhan Cengiz’in verdiği haberle yıkılmıştım. Uzun hastalık döneminde sık sık telefonla görüşüyorduk…Hayatı boyunca her zorluğa, her haksızlığa, her ihanete ve her çileye dayandığı gibi hastalığına da direnerek, şifa bulmasını bekliyordum ama son zamanlarda telefona gelemiyor sadece bana selamı söyleniyordu… Yani işkencelere ve dünyanın çilelerine direnen Necdet ecele direnememişti.
Şimdiki nesil pek bilmez, tanımaz, kadim dostlarının dışında hatırlayan da olmaz.
Peki kimdi bu Necdet Sevinç?
Türkçülüğün, milliyetçiliğin, ülkücülüğün temiz ve inançlı bir ferdi, Ülkücü ve Milliyetçi Hareketin yoluna başını koymuşların eğiticisi, yılmaz savaşçısı ve “Kurt başlı altın kalemi” idi. Yeniçağ gazetesi yazarı Aslan Bulut’un deyimiyle “Milletini sırtında taşıyan adamdı.”
Ömrü boyunca sevdiği, hürmet gösterdiği, inandığı hiç kimseye körü körüne biat etmedi. Yanlışlıkları yazmadan, yanlışlara karşı çıkmaktan çekinmedi
Gün geldi yazıkları yüzünden hapislerde yattı, aforoz edildi ama kimseye ve davasına küsmedi. Hele hele “pınar suyu” dururken “lağım suyu” ile karıştırılmasına şiddetle karşı çıktı ve dışlandı, yine küsmedi.
Ülkücü ve Türkçü, milliyetçi gençliği en zor zamanlarda bile yazdıklarıyla kitaplarıyla yüreklendirmeye ve bir arada tutmaya devam etti. “Ülkücüye Notları” kitabı ile onları eğitmeye devam ederken yazılarından dolayı sanık durumuna düştü ama başını eğmeden onu mahkûm eden sözde hâkimlerin ve onların gönderdiği cezaevlerinde şikâyet etmeden dimdik durdu, yattı ve çıktı.
Bu çileli ömre bildiğim kadarıyla 20 kitap, binlerce yazı bıraktı.
Kıymetli eşi Sevgi hanımın yazdığı gibi “ailesine ve çocuklarına bıraktığı şerefli isim ve miras/onurlu bir miras/için ailesi nasıl teşekkür ediyorsa” Türküm diyen herkes, özellikle 12 Eylül 1980 öncesinde onun yazıları ile yetişen bugünün ak saçlıları da teşekkür ediyordur… Çünkü “Türkçüyüm, milliyetçiyim, ülkücüyüm vatanseverim” diyen herkesin üzerinde hakkı-hukuku vardı.
Ancak Necdet’in ölümünden sonraki vefasızlığa isyan etmemek mümkün mü?
Yıllarca yazılarının yıllar boyu yayınlandığı “Ortadoğu” gazetesi ve kuruluşunda çok büyük emek verdiği “Kurultay-Büyük Kurultay” gazetesinin sahiplerinden olan Yeni Çağ gazetesinin sahibi Ahmet Çelik niçin gazetelerinde onun adına bir yazı yarışması açmazlar?
Anlamakta zorlanıyorum.
“Bilge Oğuz” yayınlarının sahibi Oğuzhan Cengiz adlı talebesi, Necdet’in eserlerini yayınladığı gibi, onun ölümünden sonra yayınladığı “Bir Türk Münevverinin seyir defteri” kitabının akıbetini sordum Oğuzhan’a; 2012 yılında yayınlanan bu eser olduğu gibi yayınevinin raflarında duruyormuş.
Bu ilgisizlikten utanmalıyız.
Necdet kardeşim! senin Türklüğe hizmetlerin yıllar geçse de unutulmaz! Sen yetiştirdiğin gençlere bıraktığın davan var oldukça hatırlanacaksın, aranacaksın, okunacaksın
Mekânın cennet olsun!
Erol Maraşlı