Dinde Reform
Din bir doğmadır: getirdiği kuralları, geldiği zaman diliminin sosyal şartlarına göre hüküm getirmiştir. Daha sonraları dinin yayıcısı peygamber- resul- nebi, bu kuralları yayarken yanında bulunan takipçiler / Ashab- Kiram, Sahabe, Havari/ peygamberin vefatından sonra getirilen hükümleri bir yandan korurken bir yandan da çıkan mesele/sorunlar karşısında getirilen hükümlere göre yorum yapmaya başladılar.
Dinin yayılış alanı genişledikçe bu insanlar değişik coğrafyalara dağılarak dini yaymaya başladılar. Bunu yaparken bazıları kurallara yaptıkları yorumlarda nakli, akılı, geleneği, sosyal çevrenin etkilerini göz önüne alarak çok değişik yorumlar yapmışlardır. İşte bu yorumlar zaman içinde mezheplerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Musevilik; bünyesinde katı bir muhafazakârlık ve birazda soy konusunda aşırı olduğu için yorumlarda çok çeşitliliğe rastlanmazken, Hristiyanlıkta ise çeşitlilik çok fazladır. Bu ise, o dönemde büyük ayrışmalara ve rahatsızlıklara sebep olduğundan 325 yılında İmparator Konstantinin desteğiyle İznik kentinde, Senatus sarayında konsül düzenlendi. Hristiyan âleminde ün kazanmış birçok piskopos ve kilise babası katıldı. Bu konsüle katılanların arasında “Noel Baba” olarak da tanınan Nikolas, tarihçi Eusebius, Mor Efrem gibi isimlerin yer aldığı rivayet edilir.
Burada toplanan piskoposlar, papazlar; Hristiyanlığın bir çok sorunu yanında, İncilin içeriğini ve Hz.İsa’yı, konsülün konusu haline getirerek, 4000’i aşkın/ bazı kaynaklarda bu rakamın daha fazla olduğu görülüyor/ mevcut el yazması kitaplardan hangi kitapların İncil olarak kabul edileceği tartışıldı. 66 gün boyunca katılanların uzlaşamamaları, kaynaklarındaki farklılıklardan da meydana geliyordu.
Bu durumda İncilin Hz. İsa’ya indirilen gerçek İncil olmadığı bir gerçektir. İncil kelimesi de dilimize Arapçadan geçmiştir. Orijinal adı Grekçe “evangelion” sözcüğünden gelir.
Zaten Konsül de kabul edilen dört İncil’de/ Matta, Markos, Luka, Yuhanna’dır Gerçeğe çok yakın olan Barnabas incili kabul edilmemiş ve yakılmıştır. Daha sonra bulunan nüsha dilimize çevrildi.
Dört incildeki satırlar şöyledir “Rab İsa diyor ki..” Bu ifadeye göre İncillerin muhteviyatı Hz. İsa’nın sözleridir. Yani buna yaradanın gönderdiği kitap diyemeyeceğimize göre, İsa’nın hadisleri diyebiliriz.
Hristiyanlıkta, orta çağda başlayan reform hareketlerini görmekteyiz. Çünkü asıl bilinmezliği, bunu bir zaruret haline getirdiğinden, kaynaklanmıştır. mesela Martin Luther reform talebi ile ortaya çıkıp, Protestanlık mezhebini kurmuştur.
***
İslam dünyasında, adına reform demesek bile bu tür düşünceler zaman zaman yazılmış, anlatılmıştır. Ülkemizde birçok kişinin referans olarak kabul ettiği Fazlur Rahman, yenilenmiş, bir İslam anlayışını Pakistan’da savunuyor, Batıda ve İslam ülkelerine birçok din adamı ve aydınlar etkili üzerinde oluyordu… özellikle Muhammed Hamidullah’ın görüşleri de daha yenilikçi bir söylemdi. Başta Mısır olmak üzere bir çok İslam ülkesinde bu tür düşünceler zaman zaman ortaya çıkmıştır. Batı felsefesi eşliğinde reformun öncülerinden biri de Suriyeli Ferid Vecdî hareketi de vardır ki; bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
***
Gelelim ülkemizde ki reform tartışmalarına: bu tartışmaların bugüne mahsus olduğunu sanmayınız. Türkiye Cumhuriyet’inin temeli atılırken hazırlanan, ilk anayasamız olan 1921 anayasasın/ Teşkilatı Mahsusa Kanunu Madde 2.- (Değisik:29.10.1339 (1923) – 364 S.Kanun) Turkiye Devletinin dini İslâmdır. Resmi lisanı Türkçedir ibaresi konuşulurken bazı kişiler buna karşı çıkmışlardır.
Bu arada Mustafa Kemal Paşa’yı’ etkilemek için Hristiyanlığı kabul ettirmeye çalışanlar olduğu gibi Org çalgısını camiye sokmaya çalışanlar da olmuştur. Atatürk ise bunlara itibar etmeyerek “Bana bu milletin bin yıllık dinini mi değiştirteceksiniz?” demiştir.
Rahmetli Prof. Osman Turan ile bir sohbetimiz sırasında bizlere şöyle demişti: “Atatürk isteseydi; bu devletin adı Kemalistan, bende padişah Kemal’im, bu da Kemalizm adlı dininiz derdi. Ama öyle yapmadı.” Osman Turan hoca Osmanlı hanedanının damadı idi.
1926 yılında ilk Türkçe namaz ve ilk Türkçe hutbe de; Göztepe camii imamı Cemaleddin Efendi’nin verdiği dinde reform mesajı ve 20 Haziran 1928 tarihinde İstanbul Üniversitesi İlahiyat Faklütesi profesörlerinden 10 profesörün verdiği teklifle resmen devlet gündemine giriyor ve ‘‘İbadetleri zamana uydurmak ve İslâmiveti ıslah” projesi ile gündeme geldiğini bir zamanda, Aziz Atatürk’ün bu milletin dinine duyduğu ve hassas olunan din konusunun, her önüne gelenin düşüncesine göre değiştirilmesine engel olduğunu gördükten sonra, ona olan minnet ve saygıyı inkar edemeyiz.
Osman Nuri Çerman adlı bir vatandaş 1950’li yıllarda Dinde Reform ve Kemalizm Dergisi’nde gündeme getirdiği Dinde Reform ve Yeni İslamiyet düşüncesini 1956 yılında Dinde Reform adıyla kitaplaştırmış, daha sonra CHP’nin 1949 yılı büyük kurultayında, milletvekillerinin huzurunda önerilen dinde reform ve kemalizm başlıklı 53 maddede özetlenen yeni islam projesi kabul görmemiştir.
Şu sırada yeniden gündeme gelemsinin sebebi Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir konuşmasında “Siz İslamı 14–15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız; böyle bir şey yok” demesi üzerine başladı. Özellikle bazı muhafazkâr çevreler ki; onlar, olayı “din kurallarının değiştirilmesi olarak topluma yansıtmaya çalıştılar.
Olayın başa bir mecraya çekildiğini gören Sn. Cumhurbaşkanı söylediklerinin topluma yanlış olarak aktarıldığını ifade ederek ikinci konuşmasında “İslâmiyeti değiştirmek haddimize mi?” demek zorunda kaldı.
Din konusunda da konuşurken hassas olup, kavramları dikkatli seçmek gerekir. Hristiyan dünyasında bu konu reform diye ifade edilmiş ve uygulanmıştır. İslam’ın böyle bir reforma ihtiyacı yoktur. Zaten kendinde teceddüt, yani yenilenme diye bir terim vardır. Yanlış yoruma yer vermemek için “Hristiyanlık örnek alınıyor, taklit edilmek isteniyor gibi bir yanlış anlayışa yol açmamak bakımından” doğru ifade yenilenme olmalıdır.
Elbette bu bir çok geleneksel faktörler bu günde ortaya çıkacak ve olayı değişik yönlere çekecek radikal cemaatler ve kişiler olacaktır. Çünkü onlardan bazıları; papalık gibi büyük çapta ekonomik kurum olarak içimize yerleşmiştir. Zaten en büyük sorun da budur: cemaatler; İslâm’ın bugünkü yorumunu yanlış yaparak, kitleleri kendilerine biat ettirip, ekonomik güçlerini siyasete hakim olmak ve bunu siyasi erk haline getirmek yoluna girmişlerdir. Örneğini Fetullah Gülen hareketinde görmedik mi*
Diyanet kurumunun bir çok konuda atıl ve sesiz bulunması, aranana cevap vermek yerine sessiz kalması, ya da Diyanet Sözlüğünde “bulûğ çağına girmiş olanların da dinen nikahlanabileceği"ni belirtti.
Diyanet, bulûğ yaşının alt sınırını kızlarda 9, erkeklerde 12 olarak belirtti. Diyanet, kızların 9 yaşında gebe kalabileceklerini, erkeklerin de 12 yaşına girdiklerinde baba olabilecekleri” ne yer vermesi Bu ihtiyacı daha çok ortaya çıkartıyor tepkiler.
Ayrıca toplumda, bazı yöneticilerin, yazarların, din uleması(!) geçinenlerin hareketleri ve konuşmaları toplumda tepkilere yol açıyordu ki, sn. Cumhurbaşkanının yenileşme talebi yüreklere su serpti.
Şu kesin ki İslam’da reform diye, talep eden yoktur. “Değişen şartlara göre Bazı fıkhî hükümlerin değişen şartlara göre yenilenmesi ve güncellenmesidir” Diyanetin dediği gibi “Müslümanların en temel sorunu parçalanmaktır”.“İslami gerçekler hiçbir mezhep ve meşreple sınırlandırılamaz” tezinden yola çıkarak bugünkü ayrışmamızın temeli Müslümanlığı şekilciliğe indirgeyip yanlış nakillerle söylenmesinden kaynaklanıyor.
Yıllardır tartışılan “fetvanın”; zaman, akıl, bilgi ve yaşanmışılar-yaşananlar kriterinde güncellenmesi toplumun İslamiyete bakış açısını olumlu yönde değiştirecektir. Bu da İslami kriterleri çağın anlayışı ile yorumlayıp güncellenmesidir. Çıkarlarına zarar geleceklerin karşı çıkmalarına kulak asmamak lazım.
Sn. Cumhurbaşkanımızın bu talebini iyi değerlendirmek ve bu işi allameliği kendinden menkullere bırakmak yerine gerçekten bu işi yapacak insanlarla yapmak lazım ki; sonu hüsran olmasın!
EROL MARAŞLI