Sınırların çizilmesi ve toprak verilerek yapılan jest
Suriye ile ortak sınırımızdaki hareketlilik; sınır güvenliğimizi teminat altına almak için yapılan askeri hareketler ve o sınırın bize göre güneyinde yapmak istediğimiz güvenlik bölgesi gerek dünyada gerekse iç siyasetimizde fırtınalar koparıyor.
Tarih iyi bilinmez ise hamaset veya siyasetin yanlışlıklarında debelenip dururuz.
Gerçi tarihler de hep doğru söylemez; özellikle yönetenin, yazanın veya yazdıranın isteğine göre yazıldığı gibi strateji tespiti için ajitasyon kokan yönleri de olur. Buna rağmen araştırarak doğruyu bulup, tarih okumak, bu şuura sahip olmak, gelecek için doğru kararlar vermemize yol gösterici olur.
On bir yıl önce yazdığım bir yazıyı bugünün konusu ile iltisaklı olacağını düşündüğümden ve okumayanların okuması için biraz değişiklikle tekrar yayınlıyorum.
Toprak verilerek yapılan jest
Lozan anlaşmasından sonra Kerkük, Musul ve güney sınırlarımız hep tartışma konusu olmuş, adeta ikiye bölünmüş bir toplum; yıllarca Lozan hezimet mi zafer mi tartışmasını yaşayıp durmuştur.
Olayları; olan zamanın şartlarını göz önüne almadan kabul veya reddetmek bizim alışkanlık ve geleneğimiz olmuştur. İşte o yüzdendir ki; zafer veya mağlubiyet, muzaffer veya hain damgasını yapıştırmamız kaçınılmazdır. Çünkü akıl ve mantık yerine, mensubiyet ve hissiyat hâkimdir.
Lozan imzalanırken ve imzalandıktan sonra da TBMM’inde ve ülke çapında çok tartışıldı.
“7 Haziran 1926 tarihinde dönemin dış işleri bakanı Tevfik Rüştü (Aras) bey / İdam edilen Fatin Rüştü Zorlu’nun kayın pederidir/ TBMM’nin 115’nci toplantısının 2’nci oturumunda şu konuşmayı yapar: "Şurasını da derhal arz etmeye mecburum ki; hudut üzerinde bile bin kilometre murabbaı ( kare) miktarında lehimize tashihat /düzeltme/ ilavesini teklif ettiler, ESAS DAVAMIZIN BÖYLE BİN VEYAHUT İKİ BİN KİLOMETREKARELİK ARAZİ DAVASI OLMADIĞINI SÖYLEYEREK BU TEKLİF OLUNAN ARAZİDEN DE SARFI NAZARLA/VAZGEÇME/ BÜTÜN MUSUL VİLAYETİNDEN MÜSTAKİL IRAK DEVLETİ LEHİNE FERAGATİ PRENSİPLERİMİZE DAHA UYGUN BULDUK"
Yıllardır baş ağrımız olan, terörün beslenme noktası ve üs merkezi haline gelen Kuzey Irak serüvenine bakmakta fayda var.
Birinci dünya savaşından sonra İmzalanan Mondros Mütarekesi /30 Ekim 1918/ den sonra Kerkük hariç, Musul ve Musul vilayetinin çok büyük bir kısmı elimizdeydi ve buranın halkı Türkmen’di, Osmanlı ordusu tarafından korunuyordu. Mütareke hükümlerine göre tüm silahlı kuvvetler bulundukları yerde kalacaktı. İngiliz kuvvetleri Musul’u işgal ettiler: o zamanki şartlarda bir şey yapılamadı.
28 Ocak 1920 / TBMM daha kurulmamıştı/ tarihinde İstanbul da toplanan Osmanlı Meclis-i Mebusan /Millet Meclisi/ Musul ve Kerkük’ün de Misak-ı Milli/Milli sözleşme sınırları içine alınmasını kararlaştırdı.
TBMM kurulduktan sonra, yeni bir devletin temelleri atılırken yapılan antlaşmalardan biri olan Lozan Konferansının 23 Ocak 1923 tarihli oturumunda Lozan heyet başkanı olarak giden İsmet Paşa/İnönü "Musul’un Türk toprağı olarak kabul edilmesinin" gerekçesini anlatırken etnografik/etnik sebeplere dayandırdı ve “Musuldaki Türk nüfusunu; Türk-Kürt ayrımı yapılmaksızın 503 bin kişi olarak gösterdi ve çoğunluğun Türkler’ den olduğunu belirterek Anadolu’nun bir parçası olduğunu, Anadolu’dan ayrılamayacağını ifade etti. Görüşmeler çıkmaza girince İsmet Paşa bölgede referandum yapılmasını” istedi. Daha o zamanlar, Ortadoğu üzerindeki planlarını yapıp, (*) stratejilerini kuran İngiltere "Bölge halkı cahildir, oy verme alışkanlığı yoktur" bahanesiyle referanduma yanaşmadılar. Sorunun çözümü için İngiltere, Musul meselesini Birleşmiş Milletlere havale ettirdi. 20 Eylül 1924 'te soruşturma kurulu kurulması kararlaştırıldı. Komisyon masa başında; "Brüksel hattı" adıyla geçici bir Türk Irak sınırı çizdi ve 16 Temmuz 1925 de bu hattın kalıcı olmasına karar verdi. Türkiye buna itiraz edince; Milletler arası Adalet Divanına havale edildi. 8 Aralık 1925 'te bu karar benimsendi. İşte o sırada Türkiye ile İngiltere arasında savaş rüzgârları esti. Ama savaş olmadı. Türkiye bu karara uyarak 5 Haziran 1926 da yapılan "Ankara Antlaşması" ile Musul, İngiltere’nin kurdurduğu Irak devletine bırakıldı. İşte referandum talebinin yapıldığı ve İngiltere’nin referandumu kabul etmediği sırada bin kilometrelik Kuzey Irak’tan toprak verme teklifi bu sırada yapılmış.
O zamanki mantaliteye/anlayışa bakarsak; Winston Churchill/ Çörçil ve dolayısıyla İngiltere için "Bir damla petrol; bir damla kan" demektir. İsmet Paşa ve bizim için ise "O kadar çok arabamız var mı ki; petrole ihtiyacımız olsun"du. Ve Dış İşleri Bakanımız Tevfik Rüştü Aras " Biz de onlara JEST YAPARAK BİN KM2’ Yİ ONLARA BIRAKTIK" diyebiliyor. Hatta bin veya iki bin km² 'lik arazinin ne önemi vardı?
Toprak verilerek jest yapılmıştı!
Hiç kimsenin buna hakkı yoktur.
Sınırımız eğer güneye kayıp bin km² 'lik alan alınsaydı; o kadar rahat olacaktık ki...
Tevfik Rüştü beyin anlattığı bu jestinin Türkiye’ye nasıl ağır bedel ödettiğini gelecek nesiller olarak, yaşayarak öğreniyoruz.
Her şey hainlikle olmuyor: gaflet, delalet ve çapsızlıkla da oluyor.
Dış işleri arşivleri açılsa; Allah bilir daha ne kokular gelecek?
Atatürk’e bilgi verilmiş miydi? İşte bu sır olarak kalıyor.
Bazı bilim adamları Atatürk’ün sonradan öğrendiğini söyleseler de bu doğru değil! Atatürk olayları günü gününe değil saati saatine takip eden birisidir.
Verilmişse; Atatürk de bunu kabullenmiş oluyor, verilmemişse Aras’ın bu cesareti göstermesi mümkün mü? Yoksa başka bir sebep mi vardı? (**) Sonra bir bunun bedeli olarak bir müeyyide uygulanmadığıdır?
İngiliz gazeteci ve yazar Lord Kinross ise Musul konusun da "Atatürk’ün dış politikada yaptığı tek hataydı " diyor.
Emekli tüm general Rıza Küçükoğlu “İngilizler bu günleri çok iyi değerlendirdikleri için bu petrol bölgesi konusunda tam bir kararlılık gösterdi. Dolaylı strateji dediğimiz, bugüne benzer bir durum yarattılar ve orada isyanları başlattılar. En büyüğü Şeyh Said isyanıydı. İngilizlerin bu stratejisi Atatürk’ün Misak-ı Milli yerine akılcı ve ulaşılabilen yerlerde mevcut topraklarla yetinip Türkiye’yi artık ileriye ve devrimlere taşımak için Musul’dan vazgeçmesiyle sonuçlandı” diyor.
Ama ne olursa olsun bir dış işleri bakanının toprak jesti; başımıza neler açmış, açmaya da devam ediyor…
(*) Elimdeki 1800 lü yıllarda Berlin’de basılmış bir haritada Sevr sonrasının, Osmanlı topraklarındaki paylaşımını görmek mümkün.
(**) Gerek İngiltere gerekse Mustafa Kemal Paşa/Atatürk; çıkabilecek bir Türk-İngiliz savaşını istememekteydi. Türkiye; alacağı kadar toprak kurtarabilmenin, İngiltere ise işgal ettiği bugünkü Irak’ın petrol bölgesinden az toprak ve taviz verebilmenin peşindeydi. İşte bu yüzden o toprakları verip Musul ve Kerkük’ü kurtarmanın yolunu bulmak istiyordu.
Erol maraşl