Yeni Partiler Kurulurken (2)

EROL MARAŞLI

Partiler; siyasetin ve demokrasinin vaz geçilmez kurumlarıdır. Partiler; siyaset yapmak, iktidar erkine sahip olmak veya bu erk’i başka partiler ile ortaklaşa da paylaşmak için kurulurlar. Siyasetin yapılabilmesi için demokrasi şarttır.  Demokrasi de insanların yaşama haklarının yanı sıra, ancak seçme ve seçilme özgürlüğünün olduğu rejimlerde hayat bulur. Cemil Meriç’in dediği gibi “Hürriyet, Demokrasinin başlangıcından itibaren mevcut” olduğuna göre, hürriyetleri kısıtlayan rejimlerde tam anlamıyla demokrasi olmayacağından, böyle rejimlerdeki demokrasiye, güdümlü demokrasi denir. Bu rejimlerde kurulan siyasi partiler ancak erk sahibi veya erk sahipleri / Krallar, konsey, diktatörler, mollalar, kiliseler vbg/ kimselerin verecekleri izin ile çizilecek daire içinde kalmak şartıyla kurulur. Buradaki demokrasi uygulaması sadece söylemde kalır.

Siyasi partiler; demokrasinin ihtiyacı olduğu vazgeçilmez kurumlarıdır.

Ülkemizde zaman zaman darbeler-ihtilâller (*) ve muhtıralar (**) dönemleri yaşansa da, demokrasi; darbecilerin ve muhtıracıların izin verdiği ölçüde uygulansa da, bunu uygulatanlar halk iradesine yenik düşerek bir geçiş döneminden sonra partilerin kuruluşlarına izin vermek zorunda kalıp, köşelerine çekilmek durumunda kalmışlardır.

Kuralları yönetenler tarafından yozlaştırılan, diktatörlüğe dönüştürülen, yasaları erk sahiplerinin isteğine ve kendi çıkarlarına göre dizayn edilen, özde olmayıp sözde, adı demokrasi olan rejimler; zaman zaman bizzat siyasetçiler tarafından da eleştirilmiştir. Cumhuriyet tarihimiz bunun örnekleri ile çoktur. İşte o yüzdendir ki; bazı politika ve fikir adamları bu tür demokrasileri eleştirmişlerdir. Rahmetli Türkeş bir konuşmasında “Ben Türk Milletini, Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, Rüşvet ve hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine, Ahlâktan mahrum bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir iktisadi yapıya çağırmıyorum.”

Demişti. Volter ise “Katkısız demokrasi ayak takımının despotizmidir.” diyerek adeta havas sınıfına selam çakıyor.

Siyasi partilerin görevi; bulundukları ülkeleri yönetmektir. Bunun için çok partili hayata geçildi: her parti kendi düşüncesine göre, ülkesine yapacağı hizmetler için projeler hazırlar ve halkına sunar. Halk da beğendiği projeleri uygulayacağına inandığı partiyi oyları ile iktidara getirir.

Çoğu zaman, bu, böyle olmaz: projeler absürt dür, yalana dayanır. Kaynağı yoktur… sadece iktidara gelmek hırsı ile söylenen sözler vardır.  Yani her söz ve yol mubahtır. Goethe, Faust’undaki müdür’e şunları söyletir: “Özellikle çok şey gösterin.  Herkes izlemeye geliyor ve çok şey görmek/duymak da denebilir/ istiyor. Gözleri önünde halkı şaşkınlığa düşürecek epeyce şey geçirdiniz mi, davayı kazandınız demektir. Artık çok sevilen birisi olursunuz. Yığınları/kitleleri/ ancak bol bol olay göstererek /ya da vaatler vererek/ etkileyebilirsiniz…. Çok şey gösteriniz, alabildiğine çok şey! Hedefinize böyle varırsınız. İzleyicileri şaşırtmaya bakın, onları doyurmak zordur.” Goethe sanki günümüzü anlatıyor.

 Siyaset dünyasında düşmanlık genel bir kuraldır: F.Nıetzsche/Niçeyeni düşmanlara ihtiyaç var”dır derken önemli bir gerçeği ifade  etmiyor mu? Etrafınıza bir bakın: söylenenler ve yapılanlara “kardeşlik” diyebilir misiniz? Kardeşlik siyasetin naturasına aykırıdır: naturada düşmanlık vardır.

***

Ancak, her kesimdeki yozlaşmadan, politik arenanın etkilenmemesi mümkün mü? Partileri oluşturan kişiler de bu toplumun içinden çıkıyor.  “Siyasetin Kumaşı” adlı yazımda şunları yazmıştım “ O halde tekrar sorayım; siyasetçiler nerede yetişiyor ve nereden geliyorlar?

Ay’dan veya Mars’tan gelmiyorlar. Bu toplumun içinden geliyorlar…

Organ satan, haksız “bıçak parası alan” bir doktor… sahte ilaç satan eczacı… yalan haber yapıp insanların hayatını karartan ve siyasetçinin önünde yalakalık yapıp menfaat için yazı yazan gazeteciler…rüşvet alan ve yiyen memur… hilekâr bir esnaf… zamandan çalan işçi… çalıştırdığı işçinin emeğini sömüren işveren… yaptığı bina, yol ve inşaatları çöken müteahhit… devleti kazıklayan danışmanlar… takımını satan futbolcu, taraf tutan bir hakem… Hz. Ömer adaletini duymayan veya umursamayan hâkim…cana kıyıp, mala göz diken, yetim hakkı yiyen, Beytülmal’a el uzatanlar… Allah ile aldatıp, paraya veya siyaset ikonuna tapan sözde din adamı… şehrimizi emanet ettiğimiz “Şehrül Emin” olamayan belediye başkanı… açtığı haksız krediden komisyon alan bankacı… okulda öğretmediği bilgileri, evde veya dershanede para ile öğreten öğretmen…ihale takip eden milletvekili… bu parantezi kapatmıyorum sizler daha çoğunu ilave edebilirsiniz!

Dürüst insanları tenzih ederek soruyorum: bu adamlar nereden çıkıyor, bu toplumun içinden çıkmıyorlar mı?”

O halde, her ferdimizin aynaya bakıp öyle hüküm vermesi gerekmez mi?

Ve her şeye rağmen kazanan; aksak da olsa bugüne kadar gelen ve vazgeçilmeyen demokrasimizin kazanacağına inanıyorum.

Gelecek yazımda ülkemizdeki siyasi hareketlenmeleri anlatıp kendimce bir analiz yapacağım.

(*) bkz. Erol Maraşlı, Türkiyede Askeri Darbe Teşebbüsleri, Bilgeoğuz yay. İst. 2015

(**) Erol Maraşlı, Balans Ayarları/ Cumhuriyet Döneminde Askeri Muhtıralar, Metropol yay.İst.2008

EROL MARAŞLI