Ak Parti kurucu ayarlarına dönebilir mi?
Hasan Eser / 12 Ağustos 2017 - Yıllarca-defaatle şunu yazdım: "AK Parti il ve ilçe teşkilatlarını kapatsın, oy oranını en az yüzde10 artırır."
Evet, biraz geç de olsa teşhis konuldu.
Tabir yerindeyse...
Kangrenleşen uzuvların tüm vücuda sirayet etmesinin nihayet önüne geçilecek.
Öyle ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın malumun ilamı niteliğindeki "metal yorgunluğu" tespiti üzerinden verilen değişim startı; AK Parti'nin geleceği için umut veriyor.
Gezi Parkı, 17-25 Aralık yargı- emniyet darbe girişimi ve 15 Temmuz kalkışması gibi olayları atlatan Türkiye, son 4 yıldır adeta bir ateş çemberinden geçiyor.
Üç tarafı denizlerle, dört tarafı ise sorunlarla çevrili ülkemizi; adeta bir satranç ustasının inceliğinde yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan, yedi düvele karşı mücadele veriyor.
Dış mihraklar yetmiyor!
Sayın Erdoğan, bir de parti içinde, koltuk-makam-mevki hastalığına tutulmuş yönetici kadrolarıyla mı uğraşıyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasetin hemen her kademesinde görev almış, son derece deneyimli bir isim.
Yani partisinin bazı İl ve İlçe teşkilatlarında "Küçük olsun bizim olsun" anlayışıyla siyaset yapıldığını ve yine bazı yöneticilerin güç zehirlenmesi yaşadığını bilmiyor olması imkansız.
Hatırlarsanız! 7 Haziran 2015 seçimlerinde ve 16 Nisan 2017 referandumunda bir oyun ne kadar kıymetli olduğu öne çıkmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da, yeni seçim sisteminde +1 oyun ne kadar değerli olduğunu üzerine basa basa vurguluyor.
Bu nedenle olsa gerek, parti içinden ya da dışından hiç kimseyi kırmak istemiyor.
Tasarlanan kan değişikliği sürecini olabildiğince yumuşak geçirilmesi gerektiğine inanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir süredir kibarca teşkilatlarına ince mesajlar veriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Teşkilatlar ve belediyeler eğer bizim dava idrakiyle hareket etmiyorsa bize zarar veriyorlar demektir. Zarar veren kardeşlerimize söylüyorum biz uyarmadan kendileri uyarsınlar ve bu adımı atsınlar." diyor.
Deyim yerindeyse; Arif'e tarif ediyor. Ancak mesajı alması gerekenler havaya bakıyor, anlamazlıktan geliyor.
"Bir günlük beylik, beyliktir." misali...
Bazı yöneticiler koltukta bir kaç hafta daha oturmayı 'kar' bilip, bunun hesabını mı yapıyor acaba?
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda konuşurken, bazen empati kuruyorum.
AK Parti'de yönetici konumunda olsaydım, Genel Başkanımın bu sözleri sonrasında, bir dakika düşünmeden yöneticilikten istifa ettiğime dair (tarihsiz) dilekçemi partimin genel merkezine şimdiye çoktan teslim ederdim.
Ne demeye mi çalışıyorum?
Yahu anlasanıza bitti! Artık deniz bitti, kara göründü.
AK Parti'nin yelkenlerini teşkilatların şişirmesi gerekirken...
Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'dan tek başına estirdiği rüzgarla; hem gemiyi hem de mürettebatını sırtladı yıllarca.
Bilindiği üzere...
Yeni sistemde parlamentoda çoğunluğu yakalamak, 'iktidar olmak' anlamına gelmiyor.
İktidar olmanın tek bir yolu var, o da: Bakanlar Kurulu'nu atama yetkisine sahip olan Cumhurbaşkanlığı makamına seçilebilmek!
Hal böyle olunca...
Cumhurbaşkanı adayı olan kişi için, Milletvekilleri mi, yoksa Parti Teşkilatları mı önemlidir?
Evet, milletvekillerinin de lider üzerinden seçilme dönemi kısmen de olsa sona ermiştir.
Zira milletvekili adayları artık kendi derdine düşecektir. Yani Cumhurbaşkanı adayının ihtiyacı olan en büyük itici güç parti teşkilatları olacaktır.
Peki, AK Parti'nin mevcut teşkilat yapısı yeni sisteme uygun mudur? Tabii ki değil, zaten sayın Erdoğan'ın da tasviri bu yönde.
Amma velakin...
Birileri yeni sistemin ne olduğunun farkında bile değil. Bir süredir gözlüyorum da, bazı kasaba siyasetçileri 1970 model siyaset yapmakta ısrar ediyor.
Genel Başkan aleni bir şekilde uyarırken, bazı yöneticilerin "Şu kadar delege benim elimde" şeklinde kulis yaptığı söyleniyor.
Yahu ne delegesi?
Lider, "Yetersiz olan gidecek" diye haykırıyor. Öte yanda, muhterem, sırtını bir güzel delegeye yasladığından mı bahsediyor?
Yazılarımı takip eden okurlarım hatırlayacaklardır.
16 Nisan referandumundan hemen sonra, "CHP'ye İktidarın Yolu Göründü" başlığı altında bir yazı kaleme almıştım. Ve ne kadar tanıdığım AK Partili varsa, beni ti'ye almıştı.
Ne var ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Parlamenter demokraside bizim için seçim kazanmak leblebi çekirdekti. Şimdi hedefi büyük koyduk. Şimdi bu hedefte yüzde 50+1 almak zorundasınız." sözleri haklılığımı ortaya koydu.
İlaveten...
Geçmiş dönemlerde en sinir olduğum konulardan biridir.
Mesela ben, 19 bin seçmenli küçük bir sahil kasabası olan Foça'da yaşıyor ve Anadolu'nun en ücra köşesindeki bir dağ köyünde yaşayan vatandaş ile Türkiye'nin en kalabalık şehri İstanbul'da ikamet eden bir vatandaşın eşit olduğuna inanıyorum.
Fakat, bugüne kadar ilçemizi ziyaret eden birçok Milletvekili ve İl Yöneticilerinin ağzından hep şu ortak söylemi işittim: "Foça'nın ne kadar oyu var ki, İzmir'in bir sokağı kadar bile değil"
Eee tabii düşünce böyle olunca...
Teşkilatı kimlerin idare ettiği, İlçe Başkanı'nın yeterli olup olmadığı ve başarı ölçüsünün de pek bir önemi kalmıyor.
Filanca kasaba mı?
"Canım orada bayrağı dalgalandıracak bir nöbetçi olsun, bizi temsil etsin yeter! Zaten kaç oyları var ki?"
İşte böyle düşünenler sayesinde...
AK Parti, 7 Haziran seçimlerinde tökezlemiş, 16 Nisan referandumunda da adeta direkten dönülmüştü.
Sözün özü:
-AK Parti, son yılların moda deyimiyle; kurucu ayarlarına geri dönmek zorundadır.
- AK Parti'de, Erdoğan'ın Refah Partisi'nden belediye başkanı seçildiği; 1994 İstanbul yerel seçimleri ruhu yeniden yakalanmalı.
- AK Parti'nin yeni teşkilatları 1 oyun kıymetini iyice bir idrak etmeli.
- Yeni teşkilatlar, CHP'li Belediyelerle iyi ilişkiler kurmak için değil, CHP'li Belediyeleri AK Parti'ye kazandırmak için çalışmalı.
- Yerelde CHP'nin üstünlük kurduğu İzmir gibi bölgelerde muhalefet mekanizması mutlaka çalıştırılmalı.
- Göreve gelenler, başarısız olmaları halinde oturdukları koltuğa derhal veda edeceğini çok iyi bilmeli.