AK Parti ve Polyannacılık
23 Haziran İstanbul seçimi geride kaldı ama yansımaları hala devam ediyor.
Akademisyenler, gazeteciler, danışmanlar ve analistler, saatler süren televizyon programlarında 23 Haziran'ı masaya yatırıyor.
Sözde AK Parti'ye yakın yorumcular "Polyannacılık"tan vazgeçmiyor.
AK Parti'nin dostları(!) var iken düşmana ihtiyacı yok! Zira gerçek dost, herkesin duymak istediğini değil, acı olanı söyleyendir.
Öncelikle şunu iyi bilmek gerekir.
Sonuçlar üzerinden yola çıkarak yapılan seçim değerlendirmeleri yanıltıcı olabilir.
Bunun içindir ki sayısal veriler ile birlikte genel eğilimlere de bakmak gerekir.
Tv programlarına bakıyorum, seçimden önceki söylemleriyle Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik krizi kabul etmeyen bazı yorumcular, gelinen noktada, ekonomik sıkıntıların seçmeni etkilediğini ve Ekrem İmamoğlu'nun "Yoksullukla mücadele..." söyleminin seçmende karşılık bulduğunu söylüyor.
Ekonomik krizin yerel seçimde etkili olduğu gerçeği elbette göz ardı edilemez.
Fakat özellikle İstanbul bağlamında, seçim sonuçlarını sadece ekonomiyle ilişkilendirmek ucuz bir mugalatadır.
Seçim sonuçlarından yola çıkarak yorum yapanları, futbol maçlarını skor tabelasına bakarak yorumlayanlara benzetiyorum.
Neymiş efendim, yoksullukla mücadele edeceğini söylemiş İmamoğlu.
Ona bakarsanız, rakibi Binali Yıldırım daon binlerce insana istihdam kapısı açmaktan tutun da gecekondulara tapu dağıtmaya varıncaya kadar, vaatlerini en üst perdeden sıraladı.
İstanbul'un kaybedilmesinin başlıca nedeni ekonomi değildir.
AK Parti'nin İstanbul'u kaybedeceğinin ilk sinyali, 16 Nisan 2017’de gerçekleşen başkanlık sistemine geçiş referandumunda verilmişti. Hatırlarsanız, "Hayır" oyları, "Evet" oylarından fazla çıkmıştı.
AK Parti'nin yanlış seçim stratejisi ile Ekrem İmamoğlu'nun doğru yöntemleri birleşince, 2017'deki 'Hayır' bloğu da yeniden canlandı.
Burada bir parantez açalım:
CHP isteseydi, İstanbul'u daha önce de kazanabilirdi.
Deniz Baykal, o dönem yıldızı parlayan ve kendisine alternatif gösterilen Kılıçdaroğlu'ndan,
Kılıçdaroğlu da Mustafa Sarıgül'den kurtulmak için üst üste iki dönem feda ettiler İstanbul'u.
Şöyle düşünelim, kaset olayı olmasaydı, İstanbul'u kaybeden Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Başkan olabilme ihtimali var mıydı?
Öte yandan Mustafa Sarıgül de İstanbul'u kaybederek siyasi popülerliğini kaybetmedi mi?
CHP (daha doğrusu Kılıçdaroğlu) ilk defa İstanbul'u gerçekten kazanmak istedi ve kazandı.
Kemal Kılıçdaroğlu keşke 24 Haziran öncesinde de çok bilen partililerinin "Cumhurbaşkanı adayı içimizden çıksın" nidalarını dikkate almayıp (tıpkı İmamoğlu gibi) sağdan da oy alabilecek bir 'çatı aday' çıkarabilseydi.
24 Haziran öncesinde, "...İlk iş o generalin apoletlerini sökeceğim" diyen ve sert çıkışlarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı andıran Hacı Muharrem İnce'yi aday göstermenin 'paradoks' olduğunu defalarca yazmıştım.
Bu arada, CHP lideri Kılıçdaroğlu, tanınmadığı gerekçesiyle İmamoğlu'nun adaylığına itiraz eden parti tabanının sesine kulak verseydi, acaba sonuç ne olurdu?
Şimdi parantezi kapatıp konumuza dönelim.
Dikkatinizi çekerim! CHP, büyük şehirleri ilçe belediye başkanlığından gelen isimlerle kazandı.
Payitaht'tan eyaletlerine mutasarrıf atayan Devlet-i Osmaniye misali...
AK Parti de Ankara'dan eski bakanlarını aday göstermekle kaybetti büyük şehirleri.
Burada AK Parti'nin gelecekteki yerel seçim için yapması gereken, şimdiden belirleyeceği ilçe belediye başkanlarını desteklemek, yıldızını parlatmak olmalıdır. Ama doğru saikler ile yapılmak kaydıyla.
Mesela İzmir'de geçen dönem görev yapan bazı ilçe belediye başkanlarından birisi, basına servis ettiği fotoğrafların arka fonunda Sultan 2. Abdülhamid'in portresini kullanıyordu. Bir tanesi de camiinin içinden canlı yayın yapmıştı.
Halbuki İstanbul'da muhafazakar seçmeni dikkate alan İmamoğlu gibi, AK Parti'nin belediye başkanları da İzmir'deki Kemalist ve seküler seçmeni dikkate alabilirlerdi.
Ne yalan söyleyeyim, 31 Mart öncesinde Nihat Zeybekci'nin "İzmir'i AK Partili değil, AK Parti'yi İzmirli yapmalıyız" ifadesi bir İzmirli olarak benim çok hoşuma gitmişti.
Yeri gelmişken, AK Partili bazı Büyükşehir Belediye Başkanları da sadece ve sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın fotoğrafı önünde poz vermekten vazgeçmeli. Benden uyarması...
AK Parti'nin İstanbul'u kaybetme nedenlerinden biri de teşkilatlarıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2017'de işaret ettiği "metal yorgunluğu" tespiti doğruydu ancak tedavi hatalı olunca teşhisin doğruluğu bir şey ifade etmiyor.
Yaşadığım yerden, İzmir'den, Foça'dan biliyorum! Metal yorgunluğunu gidermek üzere işbaşına getirilen isimler, kısa zamanda gidenleri bile aratır oldu.
En az elli defa yazmışımdır; AK Parti teşkilatlarının kapısına kilit vursun oyunu en az yüzde 10 artırır.
Çünkü insanlarla arasına mesafe koyan yöneticiler, toplumu AK Parti'den soğutuyorlar.
Zaten bu yüzden partisinden daha fazla oy almıyor mu Cumhurbaşkanı Erdoğan?
Gelelim söylemler konusuna...
AK Parti, "Referandum geçsin, başkanlık sistemi gelsin, şu da olsun bu da olsun, işte o zaman Türkiye kalkınacak..." şeklinde söylemlerle seçmeni yıllardır konsolide ediyordu.
Bu konsolidasyon da toplumda büyük beklentilere yol açtı. O beklentinin patlama noktası da 31 Mart yerel seçimleri oldu.
Bazen sosyal medyada gözüme ilişiyor, troll hesapların AK Parti hükümetinin yaptığı yol, tünel, köprü ve havalimanı gibi yatırımlara işaret ederek, oy vermeyen seçmeni "nankör"lükle itham etmesi AK Parti'ye büyük zarar veriyor.
CHP'ye yıllarca zarar veren "AK Parti'ye oy verenler cahildir, koyundur" saçmalığı ne kadar çirkinse, mezkur yaklaşım da o kadar çirkindir.
Konu, yol-köprü-tünelden açılmışken...
AK Parti ilk defa 2002'de iktidara geldi. Ve o dönemin hemen öncesi ve sonrasında doğan çocuklar seçmen olup artık oy kullanır oldular.
Sezar'ın hakkı Sezar'a...
AK Parti iktidarında yetişen yeni nesil, ulaşım konusunda şanslı olmakla birlikte eski Türkiye'nin ulaşımda yaşadığı sıkıntılardan muzdarip olmayan bir nesildir.
En basit örneğiyle, benim çocukluğumda/ gençliğimde uçakla seyahat etmek şimdiki kadar ucuz ve kolay değildi.
Hal böyleyken (ulaşımda) el bebek gül bebek yetişen bir nesle, ulaşım yatırımları üzerinden propaganda yapmak, havanda su dövmekten öte değildir.
Binali Yıldırım da bu gerçeğin farkına varmış olsa gerek ki, 23 Haziran kampanyasını teknolojik söylemlerden yola çıkarak "kankam" dediği gençler üzerine kurdu.
Özetle, yıllarca geçmişteki olumsuzlukların üzerine söylem geliştiren AK Parti'nin artık güncellenme zamanı gelmiştir. Yeni söylemlere, yeni hikayelere ihtiyaç duyulduğu aşikardır.
Bu düşüncelerimi siyasi kulislerde de anlatıyorum ama genelde herkesin konuya düz ve merkez odaklı baktığına şahit oluyorum.
Kiminle konuşsam aynı cevabı alıyorum: Mağduriyet ve ekonomik kriz.
23 Haziran'daki ezici üstünlüğün başlıca nedenini Ekrem İmamoğlu'nun "mağdur" edilmesiyle açıklamak, tabii ki doğru bir tespittir.
Ancak seçimin iptalinden tutun da Öcalan'lar konusuna kadar, AK Parti'yi hatadan hataya sürükleyen kılavuz ya da kılavuzların kimler olduğu da belirsizdir. (İyi ki Osmanlı döneminde değiliz! Ki Osmanlı'da zafer kaybedenlerin/kaybettirenlerin akıbetleri de malumunuz)
Ekonomik krize gelince, yahu bu kriz dedikleri 24 Haziran 2018 seçimlerinde de yok muydu?
Ayrıca ortada "kriz" kaynaklı bir sıkıntı olsa, AK Parti/Cumhur İttifakı büyük şehirleri kaybetmesine rağmen Türkiye genelinde yüzde 50'nin üzerinde oy alabilir miydi?
AK Parti'nin son dönemdeki en büyük handikabı giderek aşırı sağ bir partiye dönüşüyor olması?
Normal şartlarda Türkiye'nin dört bir tarafından oy alabilme özelliğine sahip olan AK Parti, son dönemdeki kutuplaştırıcı söylemleriyle kuruluş misyonuna zarar veriyor.
Çünkü kullanılan söylemler toplumun sadece bir bölümünde karşılık buluyor.
Misal Diyarbakır'da kullanılan bir ifadeyle kazanılan artı puan, İstanbul'a eksi olarak yansıyabiliyor.
Bütün bu yazdıklarımı unutun, hepsini boş verin.
23 Haziran'daki İstanbul seçimiyle zihnime bir soru düştü.
Acaba 2 turlu yerel seçim sistemini mi tartışmalıyız?
Düşünün! Türkiye'de yerel seçimler iki turlu yapılıyor olsaydı, kim bilir kimlerin koltuğunda bugün kimler oturuyor olurdu.
HASAN ESER / MAHALLİ GÜNDEM.COM