Balıkçılar Mehdi'yi Bekliyor.

HASAN ESER

Hasan Eser /  29 Ağustos 2016 - Meşhur atasözüdür: Gelen gideni aratır.

Sayın Faruk Çelik, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı koltuğuna bir oturdu, pir oturdu (!)  

Daha önce Mehdi Eker’den yakınan (kıyı) balıkçılar, şimdilerde ise gündüz vakti mumla arar oldu Sayın Eker’i…

Balıkçılar, deyim yerindeyse yağmurdan kaçarken doluya tutuldu. 

‘Balıkçılık sektörü, kurtuldu, kurtuluyor, kurtulacak’ derken, kaseti geri sardık, yine en başa döndük!

1980’li yıllarda Karadenizli bazı milletvekilleri, endüstriyel balıkçıların işine geldiği gibi kanun çıkartırdı Ankara’da…

Öyle ki AK Parti döneminde yeniden kurulan Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, yine o dönem kapatılmıştı.

Ülke genelindeki,  ‘para kazan da nasıl kazanırsan kazan’ anlayışı balıkçılık sektörünü de sirayet etmişti.

İnsanlığın ortak mirası olan denizlerimiz, o yıllarda adeta siyasete kurban edilmişti.

Balıkçılık sektörü hala o yılların zararını çekiyor.

Şöyle düşünün:

O dönem realiteleri göz ardı eden bazı siyasiler, bilimsel verilere bakmak, akademisyenlere kulak vermek ve balıkçılığın geleceğini düşünmek yerine alacağı oy miktarını düşünmüştü.

Balıkçının dediğini yapan politikacı oyunu aldı, iktidar oldu.

Dediğini yaptıran balıkçı da, hoyratça avlanarak parasını kazandı ve çok para kazanmanın şaşkınlığıyla okyanuslara uygun devasa balıkçı gemileri yaptırdı.

Hal böyle olunca olan denizlerimize oldu, denizlerimiz çok geçmeden kurudu.

5 metre sandalı ile 2 kilo balık tutarak evini geçindirmeye çalışan gariban kıyı balıkçısı her şeyden umudunu kesmişken,  2002 yılında AK Parti iktidara geldi. 

Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün kurulması, endüstriyel balıkçı gemilerinin devlet desteğiyle avcılıktan geri çekilmesi, derinlik ve balık avlama boyutlarına yönelik atılan radikal adımlar kıyı balıkçılarını heyecanlandırdı.

Örneğin 2011 yılında 20 santimden küçük Lüfer balığının avlanması ve satılması yasaklanmıştı. Duyarlı balıkçılar, “Yetmez ama evet” diyerek minnet ve şükran duymuştu. 

Zira alınan tüm bu kararlar kısa ve uzun vadede meyvesini vermeye başlamıştı.

Lakin balıkçıların heyecanı fazla uzun sürmedi. Tarım Bakanlığına Faruk Çelik’in getirilmesiyle birlikte umutlarda suya düşmüş oldu.

Bakan Faruk Çelik’in balıkçılık alanındaki ilk icraatı, bilimsel verilere göre; üreme boyu 27 santim olan Lüfer balığının avlanma yasal boyutunu 18 santime çekmek oldu.

Biz, Ege Denizinin kökünü kurutan ışık avcılığından şikâyet ederken Sayın Bakan, ışıkla avcılığı Marmara Denizine de taşıdı.  

Yasadışı avcılıkla mücadele alanında sınıfta kalan ve balıkçılık sektörünün tek kurtuluşu olarak görülen 1380 sayılı kanunun yeniden düzenlenmesi konusunu yılan hikâyesine dönüştüren AK Parti hükümeti, yukarıda bahsettiğimiz yeni düzenlemeler ile başarılı olduğu konulara da gölge düşürmüş oldu.

Yineliyorum Türk balıkçılık sektörü 1980’li yıllara, yani başa döndü. 

Konuştuğum kıyı balıkçıları da aynen şöyle diyor:

“AK Parti’nin eşitlikten yana olduğuna,  eski hükümetler gibi sırtını büyük sermayelere dayamadığına ve gücünü halkın genelinden aldığına inanıyorduk. Yanılmışız!” 

Kıyı balıkçısı dostlarım haksız mı? 

Balıkçılık sektöründe; teknesi büyük olan söz hakkının da büyük olduğunu düşünüyor.

Türkiye gibi demokratik bir hukuk devletinde böyle bir mantık olabilir mi?

Böyle bir anlayış anayasanın eşitlik ilkesiyle bağdaşır mı?

Bu anlayışa göre; Türkiye’de ekonomi alanında KOBİ’lerin değil, sadece mega holdinglerin söz sahibi olması gerekir(!)

Türkiye’de kıyı balıkçısı sayısı, toplam balıkçı sayısının yüzde 90’ına tekabül ediyor.

Ancak, her seferinde yüzde 10’luk kesimin dediği oluyor. Allah aşkına bu mudur demokrasi?

Ankara’da lobi faaliyetlerinde bulunan endüstriyel balıkçı gemisi sahipleri,  kendi bölgelerindeki tüm balıkçılar onların arkasındaymış gibi davranıyor.

Örneğin İzmir’de hiçbir kıyı balıkçısının fikirlerini tasvip etmediği bir nam zat,  Başbakan Binali Yıldırım’ın Ulaştırma Bakanı olduğu dönemden beri; tüm İzmirli balıkçılar kendisini destekliyormuş gibi bir izlenim yaratmaya çalışıyor. Ve böylelikle Ankara’da alınan kararlara etki etmeye çalışıyor.

Hâlbuki alakası yok! Bırakın endüstriyel balıkçıları kenara,  su ürünleri kooperatifleri bile balıkçıların genelini yeterince yansıtmıyor.

‘Tavşana kaç tazıya tut’ şiarıyla görev yapan bazı kooperatif ve birlik yöneticileri;  bölgelerin de başka, Ankara’da başka konuşuyor.

Gariban kıyı balıkçısı Ankara’da alınan kararlara kendince tepki gösteriyor.

Ama tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok misali, örgütsüz kıyı balıkçısı sesini Ankara’ya duyuramıyor.

AK Parti Hükümeti de balıkçılık sektörünün genelini temsil etmeyen balıkçıların etkisinde kalarak, farkında olmadan koskocaman bir camiayı kendinden soyutluyor.

Bu noktada Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim etmemiz gerekirse; Sabık Bakan Mehdi Eker, özellikle de lüfer avlanma boyu konusunda dik bir duruş sergilemişti.

Endüstriyel balıkçıların eylemlerine ve  “Bir daha size oy vermeyiz” tehditlerine boyun eğmemişti.

Sayın Faruk Çelik ise tercihini daha kafadan endüstriyelden yana yaptı.

Lüferi bugün 18 santime düşüren zihniyet, yarın 15 santime de düşürür.

Biz nihayetinde Japonya'nın icat ederek bize ihraç ettiği, ancak icat ettiği gün kendi ülkesinde yasakladığı ve AB ülkelerinin de tamamında kullanılması yasak olan Sonar cihazlarının kullanılmasına göz yuman bir ülkeyiz. Öte yandan 7 kilogram deniz balığı harcayarak, 1 kilogram çiftlik balığı üretiyoruz.

Peki, bu işin sonu ne olacak?

Görünen köy kılavuz istemezmiş.

Kültür balıkçılığına verilen destek; avcılık yöntemiyle yapılan balıkçılığa verilmiyor. 

Sektörün kurtuluş reçetesi olarak görülen; ‘sürdürülebilir balıkçılık’ her seferinde söylemde kalıyor.

Arz talep dengesi adına önem arz eden  ‘Avcılıkta Kota’ önerisi bir türlü hayata geçirilemiyor.

Yıllardır balıkçının kanayan yarası olan yasadışı avcılık nedense bitirilemiyor.

Hal böyleyken 1 Eylül’de başlayacak 2016 / 2017 av sezonu öncesinde birbirinden süslü haberler basında yer alıyor.

‘Bu yıl balıkçıların yüzü gülecek’  , ‘Bu sezon balık çok bol olacak’ , ‘Avcılık üretiminde artış var’  başlığı altında sektörü tozpembe gösteren haberler maalesef gerçeği yansıtmıyor. 

Pazar organizasyonunu yapamayan Türkiye’de balık bol olsa ne olacak, sen değerinde satamadıktan sonra…

2016 / 2017 sezonunda da yine kazanan kabzımallar, kaybedenler ise balıkçılar olacak.

Ayrıca “balıkçının yüzü gülecek”  ifadesine de fena halde takığım. Doğru başlık şöyledir: Balıkçılar arasında oligark olarak tanımlanan dev balıkçı gemisi sahiplerinin yüzü gülecek.

Zira ülkede toplam balıkçı sayısının yüzde 90’ına tekabül eden kıyı balıkçılarının yüzü gülmeyecek,  çünkü endüstriyel balıkçılar kamyonlar dolusu balık avlarken, kıyı balıkçısının yakaladığı üç beş kilo balığın kimse yüzüne bakmayacak.

Kıyı balıkçısı ile endüstriyel balıkçı arasındaki makas nedeniyle; bir kesimin yüzü gülerken, diğer bir kesimin de anası ağlayacak. 

“Büyük balık küçük balığı yutar. Endüstriyel balıkçılar yasak dönemince yatarken, kıyı balıkçıları ise çalıştılar” diyerek, son sözümün ajitasyon olduğunu savunacak olanlara da peşinen cevap veriyorum:  Hangi yasak?

NOT: Orkinos kotası adaletsizliğinden bahsetmiyorum bile... 

GÜNÜN SÖZÜ: Bir duruşmada tek tarafı dinleyerek verilen karar doğru olsa bile, hiçbir zaman adil olamaz. (L.A. Seneca)