Belediye Krallığı ve Neşter
Birey, toplum ve devlet ilişkisi noktasında vatandaşa en yakın yerel yönetim birimi olan belediyeler, özellikle de kasaba düzeyindeki topluluklarda etkilidir.
Çok ortaklı işletmeler, şirketin tek elden ve sağlıklı bir şekilde yönetilebilmesi için yönetme yetkisini tek bir kişiye, günümüz dünyasının moda deyimiyle CEO’ya teslim eder.
Belediye başkanları da bir nevi CEO değil midir?
Kasabada/şehirde her bir vatandaş eşit haklara sahiptir.
Demokrasi gereği yapılan seçimlerde çoğunluğun onay verdiği kişi, kentin belediye başkanı olur.
Şirket/CEO metaforumuzdan devam edersek, kasabada belediye başkanı dışındaki oy kullanma hakkına sahip olan herkes patrondur.
Yönetmek, hizmet etmek, hesap sormak ve hesap vermekle yükümlü olan kişi de kasabanın CEO’su/hizmetkarı olan belediye başkanıdır.
Ne ki pratikte topyekûn mümkün olmasa da teoride böyledir.
Peki neden mümkün değildir?
Çünkü tipik taşra kasabalarının siyaset sosyolojisi farklıdır.
Evet, normal şartlarda vatandaş patron, başkan da hizmetkardır!
Lakin kasabadaki işleyiş böyle değildir.
Koltuğun kendisine teslim edilmesiyle…
Başkan, halkın hizmetkarı olduğunu, halk da Başkan’ın üstünde olduğu gerçeğini unutur.
Başkan, kerameti kendinden menkul gibi davranmaya başlar.
Halk da koltuğa kendi eliyle oturttuğu Başkan’ı zihninde farklı bir yere oturtur.
Çünkü korkular üzerinden yönetilmeye şartlanmışız bir kere...
Ortada ‘korkulacak’ bir durum olmasa da ‘korku’ bizim genlerimizde var.
Tabii bu durumu sadece ‘korku’ üzerinden açıklayamayız.
Ekonomisi kısıtlı kasabalarda belediyelerin ‘geçim kapısı’ gibi görüldüğünü söyleyebiliriz.
Çocuğu belediyede çalışan bir ailenin “Aman diyeyim, yeter ki evladım işsiz kalmasın” diye düşünmesi doğaldır. Yönetimsel konularda yanlışlar yapıyor olmasına rağmen Başkan’ın sürekli desteklenen adam olması da, bahsettiğimiz düşüncenin ürünü ve itici gücüdür.
Düşünceler; “Kaçak yapımızı görmezden gelsinler”, “İşgal ettiğimiz alana göz yumsunlar”, “Mal/hizmet alımı aynen devam etsin” şeklinde çoğaltılabilir.
Maddi çıkarların yanı sıra siyasi çıkarlar da yok değildir.
Örneklemek gerekirse…
- “Ülkenin en kötü belediye başkanı da olsa, partimin belediye başkanıdır sonuçta...”
- “İsterse kente hiçbir şey yapmasın, ama yeter ki partimizin adayı kazansın”
- “Niye itiraz edeyim ki, belki önümüzdeki seçimde beni de Meclis’e yazarlar”
- “Yahu yarın öbür gün belediyeye işimiz düşer falan, ne mi lazım, iyi geçinmekte fayda var”
Olası düşünceler çoğaltılabilir.
Tabii bir de her kasabanın ateşli muhalifleri vardır.
Memleketini gerçekten seven, aidiyet/ sorumluluk hisseden, haksızlığı asla kabul etmeyen, olumsuzluklar karşısında susmayı bir türlü bilmeyen, memleketini koruma-yüceltme noktasında kafa yoran ve fikir geliştiren muhalifleri tenzih ediyorum!
Ama…
- “Belediye araçlarını/kaynaklarını özel işlerde kullanıyorlar”
- “Belediye imkanlarıyla saltanat sürüyorlar, sabah-akşam yiyip içiyorlar”
- “Bunlar göreve geldikten sonra zenginleştiler”
- “Tüyü bitmemiş yetimin hakkını heba ediyorlar”
- “Şöyle götürüyorlar, böyle getiriyorlar…”
(Dedikodu muhalefetine girmiyorum-ki bu yönde örneklendirme yapmak için terbiyem müsaade etmez-)
Evet, kasaba siyasetinin tipik muhalif (Bazen iftira ve çamur at izi kalsın boyutunda) söylemleridir bunlar.
İddia sahipleri iddialarını kanıtlamakla yükümlüdür. Aksi halde müfteridirler.
Ancak benim bu hususta işaret etmek istediğim nokta başka!
X muhalif sabah-akşam 7/24 muhalefet ediyor belediyeye.
Hatta üyesi olduğu partinin belediye başkanına muhalefet edenler de olabiliyor.
O kişiler parti genel merkezinin kapısını aşındırıyor. Düzenli olarak gidiliyor ve mevcut belediye başkanı “Partimize zarar veriyor” diye şikâyet ediliyor.
Uzatmayalım…
Zaman geçiyor devran dönüyor. Mevcut yönetimi eleştirenler, şikâyet edenler, yerden yere vuranlar ve “Bu düzen değişmeli” diyenler iş başına geliyor.
Fakat o da ne!
İktidarın yeni sahipleri, kendilerinden öncekileri mumla aratıyor.
Sormak gerekir: Siz gerçekten belediyenin kötü yönetilmesinden mi rahatsızdınız, yoksa ‘Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar’ sözünün büyüsüne mi kapıldınız?
Devam…
Belediye ilginç bir kurumdur.
Aslında keskin bir neşter gibidir belediye!
Neşter, cerrahın elinde hayat kurtarır!
Lakin aynı neşter, suç işlemeye yatkın birinin eline geçtiğinde, birini hayatından edebilir.
Neşteri eline alanın eğitimi, deneyimi, kişiliği, psikolojisi ve yeterliliği önemlidir.
Benim neştere benzettiğim belediyenin mührü de liyakatli bir insanın eline geçtiğinde, o mühürle, sadece kenti ve o kentte yaşayan insanları değil, gelecek nesilleri de kurtarabilir.
Fakat aynı mühür, niyeti kötü bir insanın eline geçtiğinde neler yapabileceğini anlatmama gerek yok herhalde!
Gelelim bir diğer konuya…
Okur mektuplarına yer vermek pek tarzım değildir, ama isminin açıklanmasını istemeyen Foçalı bir okurum ısrarcı olunca, kendisini kıramadım!
WhatsApp hesabıma iletilen mesajı özetleyerek aktarıyorum:
Ufak yerlerde sosyal hayat iç içedir.
Toplum yerel güç olan belediye başkanı için anında kendisine bir koruma kalkanı oluşturur.
“Çocuğuma iş verilsin, iş yerime sıkıntı gelmesin, kaçak inşaatım yıkılmasın, işim düşünce çözülsün” anlayışı ağırlık kazanır.
Böylece belediye başkanına karşı suskunluk hâkim olur beldede.
Yanlışa yanlış, doğruya doğru diyemez insanlar.
Bu tablo, hataya sevk eder belediye başkanını.
Her yaptığı alkışlanan ve sorgulanmayan bir belediye başkanı, gereksiz bir şekilde egoya kapılır.
Sormadan, danışmadan, anlamadan, öğrenmeden, bilmeden, kendi bildiğini okumaya başlar.
Çünkü o artık bir kraldır!
Ve bir belediye başkanının kendisini kral olarak görmeye başlaması, sonun başlangıcı niteliğindedir.
Bu bağlamda soruyorum; hata kimde?
Menemen’de bundan 2 ay evvel Serdar Aksoy’a doğruları söyleyen Deniz Karakurt, eleştiri oklarına hedef olmuştu.
Deniz Karakurt, doğruları söylediği için “partisine ihanet” ile itham edilmişti.
Enteresandır!
O günlerde Deniz Karakurt’u itham edenler ile bugünlerde kurtarıcı/ kahraman ilan edenler maalesef aynı kişiler.
Maalesef ve yine maalesef ki, belediye başkanının gözüne girmek ve prim yapmanın şekli de üzüntü vericidir.
Belediye başkanının yönetimsel yanlışlarına karşı dik durup doğruları dile getirenleri kötülemek ve eleştirmekle beraber her yaptığının ateşli savunucusu olmak, gerçekten üzüntü verici ve de düşündürücüdür.
Hasan Eser / MahalliGündem.com