Darbe tedavi edilebilir bir hastalık mı?
Hasan Eser / 02 Ağustos 2016 - Merhum Cumhurbaşkanlarımızdan Celal Bayar, ‘Başvekilim Adnan Menderes’ isimli kitabında şöyle diyor: “Menderes, ordunun milli iradeyi temsil eden bir hükümete karşı harekete geçebileceğine asla ihtimal vermiyordu. Toplumumuzun, ordu darbesi çağlarını geride bıraktığına, dünya yüzünde elde ettiğimiz siyasi seviyenin buna elverişli olmadığına inanıyordu.”
Dikkatinizi celp ederim, şehit Başbakan bu sözleri bundan tam 56 yıl önce söylüyor.
Bu sözlerinden dolayı Menderes’in ‘saf’ olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak okuduğumuz kaynaklar bize Menderes’in aksine çok zeki bir insan ve ileri görüşlü bir siyasetçi olduğunu söylüyor.
Kuşkusuz ben de Menderes’in vizyonu geniş bir devlet adamı olduğuna inanıyorum ki, o düşünüldüğü gibi öngörüsüz değil, sadece zalimliği ve kötülüğü Atatürk’ün ordusuna yakıştıramayan bir anlayışa sahipti.
Menderes’in 56 yıl önce bile ihtimal vermediği günden bugüne Türkiye Cumhuriyeti 2 darbe, 3 muhtıra ve 2 adet de darbe girişimi yaşadı.
1960’da bile darbe olacağına inanmayan ve inanmamanın bedelini canı ile ödeyen Menderes’e; 2016 yılında darbe girişimi olacağı söylenseydi, her halde ‘Güldürmeyin beni’ diyerek, böyle bir kehanete itibar etmezdi.
İlk satırda bahsettiğim Celal Bayar’ın Menderes anekdotunu, 15 Temmuz darbe girişimiyle birleştirdiğimizde; 2023 yılında kuruluşunun yüzüncü yılını kutlamaya hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasinin gelişimdeki yetersizliğini görebiliyoruz.
Ben okurlarımı iyi tanırım. Bu son cümleme, “15 Temmuz TSK’nın değil, FetÖCÜ’lerin girişimidir” diyerek, mutlaka itiraz edeceklerdir.
Bu nedenle de olası itirazınızı peşinen cevaplamak isterim ki ben de siz değerli okurlarım gibi düşünüyorum!
Fakat şunu da itiraf etmeden geçemeyeceğim: ben darbecilerin tamamının FetÖCÜ olduğuna nedense bir türlü emin olamıyorum.
Kaldı ki derin devlet artıklarından bazı darbe heveslisi subayların Recep Tayyip Erdoğan’a olan kişisel nefretinden yola çıkarak, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ anlayışıyla hareket edebileceği ve yine bu doğrultuda şeytanla iş birliği yapma yönündeki ihtimalleri de göz önünde bulundurmak zorundayız.
Neyse, biz asıl konumuza dönelim.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin 30. Yıl dönümünde yapılan ve halkın yüzde 58 ile ‘Evet’ dediği Anayasa Değişikliği Referandumundan sonra bazı gazeteler, “Halk Yönetime El Koydu” manşetini atarak, olası askeri darbelerin artık tarihe karışacağını savunuyordu.
Maalesef yaşadığımız her darbe ve darbe girişiminin ardından toplumun, medyanın ve siyasetçilerin ortak kanısı şöyle: Bundan sonra darbe olmaz!
İyi de yıldıznameye bakıp, ebced hesabımı yaptın be kardeşim, nereden biliyorsun olmayacağını?
Hala anlamadın mı, bu darbecilik zihniyeti bizim askerimizin ve demokrasiyi içine sindiremeyen bir kısım halkımızın genlerinde var.
Örneklemek gerekirse:
5’i öldürülmek, 1’i zehirlenmek suretiyle 12 Padişahı darbeler sonucu tahttan indirilen ve 60’a yakın Sadrazam’ın (günümüz başbakanı) kellesini veren Osmanlı’nın özellikle de son döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti eliyle ayyuka çıkan alaşağı etme zihniyeti ne yazık ki Cumhuriyet dönemine de sirayet etmiştir. Osmanlı’dan bulaşan bu hastalığın panzehri ise toplumun demokrasiye olan bağlılığıdır.
Cumhuriyet döneminde ilk defa İsmet Paşa’nın (İnönü) 1960’da, “Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır” çağrısı ile başlayan darbe ve darbe teşebbüsleri geleneği ortalama 10 yılda bir olmak suretiyle günümüze kadar süregelmiştir.
Bu sürecin içinde 1962 - 1963 darbe girişimleri nedeniyle yargılanarak idama mahkûm edilen Albay Talat Aydemir ile birlikte asılan Binbaşı Fethi Gürcan’ın, bir başka ihtilalci arkadaşı Osman Deniz’e söylediği şu sözler düşündürücüdür: “Bir gün serbest kalırsam tekrar ihtilal yaparım. Kışlasına girip de çıkamayacağım birlik yoktur. Çünkü ben sapına kadar ihtilalciyim”
Tabii ki darbelerin bir de sivil boyutu vardır.
Gönül verdiği siyasi Parti’nin demokratik yollardan sittin sene iktidara gelemeyeceğini, gelse bile söz sahibi olamayacağını bilen bazı küçük insanlar, askeri darbelerden medet umarlar ki, tarihimizde ‘Ordu göreve’ şeklinde pankartlar açarak, darbeye adeta davetiye çıkaran vatandaşlarımız da olmuştur.
Tüm bu tespit ve düşüncelerimizi tek bir noktada toparlayacak olursak:
- Demokrasiye gönül vermiş bir toplum olarak; Cumhuriyetimizin en büyük tehditlerinden biri olan darbe olasılıkları karşısında, “Bir daha darbe olmaz” demek yerine, her daim olacakmış gibi hazırlıklı olmak zorundayız.
- Gerek stratejik coğrafi konumundan, gerek ekonomik yükselişinin dış mihraklara verdiği rahatsızlıktan, gerek tarihsel alışkanlıklardan ve gerekse de iç-dış hesaplaşmalarda araçsallaştırılmaya çalışılan askerin misyonundan dolayı Türkiye on yıllardır potansiyel darbe adayı olmuştur.
-Devletin başındakiler, bazı gelişmeler karşısında Menderes gibi iyimser davranmamalıdır. Devlet yönetiminde iyimserliğe yer yoktur. Liderlikte hayat acımasızdır. Hata kabul etmez.
- Ergenekon adı altında ortaya atılan darbe hazırlığını bertaraf edelim derken 15 Temmuz’da başımıza gelenleri unutmamalıyız. Yani Sayın Erdoğan’ın yaptığı gibi yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak gerekir.
- Yıkılmaya yüz tutan Osmanlı’nın 33 yıl daha ayakta kalmasını sağlayan Sultan 2. Abdulhamit’in bu yöndeki başarısının kaynağı: şüpheci tutumudur. Dolayısıyla Devlet bu konuda şüpheciliği hiçbir zaman elden bırakmamalıdır.
- Ernest Hemingway'in dediği gibi: Cesaret, tehlikenin üzerine gitmek değildir. Cesaret, tehlike karşısında zarif davranabilmektir.
İzin verirseniz bugünkü yazımı; duayen gazeteci Erol Maraşlı'nın 'Türkiye'de ki Darbe Teşebbüsleri' adlı kitabından sizlere nakletmek istediğim önemli bir pasaj ile noktalamak istiyorum.
Kitabında, Eski Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensubu, iktisatçı ve yazar Prof. Dr. Mahir Kaynak'a ait bir anekdota yer veren Erol Maraşlı'nın tarihe not düştüğü satırları aynen aktarıyorum:
Prof. Mahir Kaynak darbelerin gerekçesini kendi açısından şöyle açıklıyor: "Askeri müdahaleler Türkiye'de anarşi olduğu veya Türkiye'deki durum çıkmaza sürüklendiği için olmuyor. Benim kanaatim, Türkiye'de askeri müdahale olsun diye birçok yıkıcı faaliyetler yürütülüyor ve problemler ortaya çıkarılıyor. O bakımdan şunu kesinlikle söyleyebilirim; askeri müdahale ihtimali ortadan kalktığı zaman, Türkiye'de anarşik faaliyetler çok aza inecektir. Çünkü bir takım kimseler, askeri müdahaleyi amaçladıkları için anarşiyi körüklemektedir. Türkiye'de anarşi bastırıldıktan sonra mesele bitmiyor, iç politikalara yönelik siyasi düzenlemelere gidiliyor. Bunda çok ısrar ediliyor."
NOT: Düşmanlarımız aynı zamanda Osmanlı Devleti’ni kuran Türk milletinin ve unsuru aslinin de (ana öğesinin de), bu memleketin hakiki halkının da yok ve muzmahil (darmadağın) olduğunu zannettiler. İşte bunda çok aldandılar. Osmanlı Devleti ve Osmanlı Devleti gibi birçok devletler kurmuş olan Türk milleti mahvolmaz, mahvolamamıştır.(Mustafa Kemal Atatürk / 20 Şubat 1923 / İkdam)
Günün Sözü: Halkın sesi, Hakkın sesidir.