Elveda sinema, merhaba sosyal medya
‘Toplumun kanayan yarası’ niteliğindeki konulara dikkati çekmenin en etkili yöntemlerinden biridir mizah!
Bazen sıradan bir karikatür çalışması bile, sayfalar dolusu yazıya bedeldir.
Hakeza sinema ve tiyatro gibi sahne sanatlarının da etkisi büyüktür.
Türk sineması, bir zamanlar (özellikle de komedi filmleri üzerinden) topluma ve düzene ayna tutabiliyordu beyaz perdeden.
Bir dönemin bozuk düzeni, Aziz Nesin’in romanından sinemaya uyarlanan ‘Zübük’ filmi üzerinden hicvedilmişti -ki üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen hafızalardaki tazeliğini hala koruyor-.
Şener Şen, İlyas Salman, Kemal Sunal ve Erdal Özyağcılar gibi usta oyuncuların da rol aldığı filmler üzerinden yapılan ‘toplumsal düzen’ eleştirilerini de unutmak mümkün mü?
Şimdilerde ti’ye alınan Yeşilçam’da yıllarca; ağalık düzeni, köyden kente göçün nedenleri-sonuçları, gelir adaletsizliği ve geçim sıkıntısı gibi toplumun temel sorunsallarına parmak basılmıştı.
Evet, mazisinde toplumsal konulara odaklanan sinema sektörü, artık suya sabuna dokunmaz oldu.
Özellikle de dizi sektörü, aşk ve ihanet sarmalına kapıldı.
Temiz iş-ki ne gerek var maceraya- Sadece Türkiye'de değil, yabancı ülkelerde de alıcısı var nasıl olsa. Nihayetinde arz-talep meselesi…
Tabii bardağın dolu tarafından bakacak olursak, dünyanın birçok ülkesinde ihraç edilen dizilerimiz, turizm açısından büyük katkı sağlamakla birlikte ülkemize döviz girdisi de sağlıyor.
Diğer taraftan, en önemli tartışmalarımızdan biri de, son yıllarda televizyonlarda büyük ilgi gören “tarih” temalı dizilerimiz.
İzleyenlerde merak duygusunu uyandıran tarihsel dizilerimiz, hiç kuşkusuz insanları düşünmeye, okumaya ve araştırmaya teşvik ediyor.
Tarihi sevdirmek ve tarih şuuru telkin etmek açısından önemli bir misyon üstlenen ‘tarih’ temalı dizilerimizin en büyük handikabını da Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu “Görsel medya, tarih, güncel siyaset” başlığı altında kaleme aldığı makalesinde ele almıştı. “Tarihî dizilerin geçmişi günümüzden hareketle inşa ederek, yarattıkları söylemin güncel sorunları çözebileceği mesajını vermeleri fazlasıyla sorunludur” diyen Şükrü Hanioğlu'nun yazısını okumanızı tavsiye ederim.
Dizi konusuna şimdilik bir virgül koyalım…
SİNEMA=PROPAGANDA
‘Sinema’ deyip geçmeyin! Süper güç niteliğindeki ülkeler, toplumların algısını on yıllarca sinema filmleri üzerinden yönetmediler mi?
Örneklemek gerekirse…
Nazi işgalindeki Polonya’daki yaşamın fecaatine odaklanan ‘Piyanist’ filmi gibi yapıtları izleyen tipik bir sinemaseverin, Yahudi’ler için üzülmemesi mümkün mü?
Halbuki Orta Doğu’ya kan kusturan Siyonist İsrail Devleti’nin Nazi Almaya’sından aşağı kalır yanı yok!
Ama... Müslüman’ların değil, Yahudi’lerin gördüğü zulüm hafızalara kazınıyor ve silinmiyor.
Bazen Adolp Hitler’in bizatihi Yahudi’ler tarafından finanse edildiğini bile düşünüyorum. (Ayrı konu!)
Tanıdığım birçok genç, Amerika'da yaşamak istediğini söylüyor.
Halbuki Mahalli Gündem.com’un flaş yazarlarından Engin Civan’ın yazılarından çok iyi biliyorum-ki Amerika’da yaşamak, öyle sanıldığı kadar cazip değil-.
Ama gel de anlat…
Diyeceğim o ki...
Gençlerin Amerika’da yaşama hevesinin temelinde de Hollywood Sineması yatıyor.
ELVEDA SİNEMA, MERHABA SOSYAL MEDYA
‘Sinema’ belki de dünyanın en zor alanlarından biri.
Ne yazması ne çekmesi ne de beğendirmesi kolay.
Senarist, yönetmen ve oyuncu birbirinden masraflı!
Kısacası, son derece masraflı bir sektör.
Yeni normalde (Yeni normali, hayatın normale dönmesiyle karıştırmayalım!) dünyanın algısını yöneten ve en önemli propaganda araçlarından biri olan sinema, etkisini/büyüsünü yavaş yavaş sosyal ve dijital medyaya bırakacak gibi görünüyor.
Tabii değişimi sadece sinemayla sınırlamamak mümkün değil.
Öyle ki, televizyon sektörü başta olmak üzere; görsel ve yazılı medya da etkisini yitiriyor.
Misal, sürekli aynı isimleri/yorumcuları ekrana çıkaran haber kanalları, incir çekirdeğini doldurmayacak konular üzerinden top çevirmeye devam ededursun…
Ne yalan söyleyeyim, ben hiçbirini izlemiyorum! Çünkü tartışma programı ihtiyacımı, YouTube’da yayınlanan ve ülkemizin gerçek sorunlarını gündemine alan programlardan gideriyorum. Hem de fazlasıyla…
İlaveten… Siyasetçiler bir zamanlar seslerini duyurabilmek adına, ana akım medya ile yakınlaşmaya çalışırdı. Şimdilerde ise hiçbir siyasetçinin medyaya ihtiyacı kalmadı. Çünkü takipçisi bol bir Twitter hesabı, ülke nüfusuna oranla tirajları dip yapan gazetelerden çok daha etkili. Tabii Twitter’ın da handikapları yok değil. ABD’nin devrik Başkanı Donald Trump’ın başına gelenler herkesin malumu.
PSİKOLOJİK DİZİLER…
Çok Güzel Hareketler Bunlar 2’nin yılbaşı özel bölümünde de hicvedilen ‘psikoloji’ temalı diziler de revaçta son dönemde
TRT1’de Masumlar Apartmanı’na, TV8’de Kırmızı Oda’ya, dijital mecrada ise Bir Başkadır adlı diziye son derece yoğun ilgi var izleyicilerden.
Yeri gelmişken…
Kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya kaldığımız bugünlerde...
Masumlar Apartmanı’nın ‘su israfını’ özendiren sahnelerinden vazgeçmesini olumlu bir geri adım olarak değerlendiriyorum.
Bir de neden o dizide hiç kimse Derenoğlu ailesine “Niçin psikolojik destek almalısınız” tavsiyesinde bulunmuyor ki..?
Zaten psikoloğa gidiyor olmanın yadırgandığı bir toplumda yaşıyoruz.
Halbuki bedensel bir şikâyetimiz olduğunda, doktora gitmek en doğal ihtiyacımız olduğu gibi, ruhsal bir şikâyetimiz olduğunda da psikoloğa gitmemiz o derece doğal ve elzemdir.
Her psikoloğa gidene ‘hasta’ gözüyle bakılmaması ve/veya her psikoloğa gidenin kendi kendine “Benim ne işim var psikologda; deli miyim ki ben?” diye sormaması için, alanında uzman olan sağlıkçılardan psikolojik destek almanın teşvik edilmesi lazım.
Geçenlerde bir arkadaşım, Kırmızı Oda’dan çok etkilediği ve yakın zamanda psikoloğa gitmek istediğini anlattı bana.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, ilklerin kanalı TV8, Kırmızı Oda ile Türk televizyon tarihine bir kez daha damgasını vurdu.
Binnur Kaya da öyle bir usta oyuncu ki, işini çok ama çok severek yapan bir doktor ancak bu kadar güzel canlandırabilirdi.
Şimdilerde durum nedir, bilmiyorum! Ama 20 yıl önce rahmetli babam beni psikiyatri doktoruna götürmüştü. O yıllarda aşırı sinirli biri idim; kendime, eşyalarıma, hatta etrafıma zarar verdiğim oluyordu. Uzatmayayım, vaziyetimi uzun uzun anlatım Doktor Bey’e, o da uzun uzun dinledi beni ve seansın sonunda şöyle dedi bana: “Hasancığım sakin olmalısın…”
Ha! Sanki ben bilmiyorum sakin olmam gerektiğini. Bir dünya paramı aldı ve sakin olmam gerektiğini söyleyerek gönderdi beni.
Yani… Hiç olmazsa “İncinmişsin” deseydi.
En azından ‘Okumuş adam, başka ne demesini bekliyordun ki...’ diye avuturdum kendimi.
Diyeceğim o ki, her şey filmlerde olduğu gibi olmuyor; Kırmızı Oda’daki gibi mesleğini gerçekten severek yapan bir psikolog bulsam müdavimi olur, ihtiyaç hasıl olmasa da giderdim seanslarına.
Son yılların en kaliteli tv dizilerinden biri de Netflix’te yayınlanan Bir Başkadır.
‘Bir Başkadır’ gerçekten bir başka!
Yazımın başında, Türk sinemasının bir zamanlar topluma ayna tuttuğunu hatırlatmış ve yeni nesil sinema/dizi sektörünün bu konuda zayıf kaldığına işaret etmiştim.
İşte, Bir Başkadır dizisi de o özlemini çektiğimiz yapıtlardan biridir. ‘Bir Başkadır’ hakkında çok sayıda yorum ve köşe yazısı okumuş biri olarak söylüyorum:
Bir Başkadır üzerine beyin fırtınası yapmak ve konusunun derinliklerine inmek isterseniz…
Nihal Bengisu Karaca’nın 22. 11. 2020 tarihinde Habertürk.com’da “Bir başkadır: Hep kavga etmek ama hiç ayrılmamak özlemi” başlığı altında kaleme aldığı yazısını mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
NOT: Nurcan Serçe isimli bir kadının kızına uyguladığı şiddet görüntülerine mutlaka siz de denk gelmişinizdir sosyal medyada. Olay sosyal medyada çok büyük tepki topladı ve Twitter’da #NurcanSerçeTutuklansın hastag’iyle TT oldu. Elbette tutuklanmalı ve Yüce Adalet’in önüne çıkarılmalıdır. Ancak tutuklamak ve cezalandırmak yeterli midir? Yani… Neden hiç kimse şunu demiyor: “Yahu aklı başında bir insan bu kadının yaptığını yapmaz; bu kadını cezalandırmak yetmez, gelecekte telafisi olmayan başka eylemlerde de bulunabilir. Mutlaka kapsamlı bir muayeneden geçirilmeli ve hekimlerin gerekli görmesi halinde de psikolojik tedavi görmelidir.”