Fenerbahçe'nin Pirus Zaferi
Hasan Eser / 06 Şubat 2017 - Dün akşam mahalle maçı niteliğinde bir Beşiktaş - Fenerbahçe derbisi izledik.
Ülkemizin iki büyük takımının çıkardığı maç bu ise Türkiye’de futbol bitmiş demektir.
Hakeminden seyircisine, teknik direktörlerinden oyuncularına hatta maçı canlı yayınlayan TV kanalının yorumcusuna kadar Türk futbolunun kalitesizliği bir kez daha gözler önüne serildi Beşiktaş –Fenerbahçe derbisinde…
3. Dünya ülkelerindeki futbol karşılaşmalarını anımsatan bu derbide futbol yine katledildi.
Kurtlar Vadisi Pusu tadında izlediğimiz, daha doğrusu izlememiz için önümüze dayatılan derbi, futbolu sonuç odaklı izleyenleri memnun edebilir ama futbolseverleri etmedi, bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı.
Bu satırları ezeli rakibine kendi evinde mağlup olan bir kulübün sıradan bir taraftarı olarak değil, gerçek futbolu izlemekten keyif alan biri olarak yazıyorum.
Söz konusu derbide Fenerbahçe değil de, Beşiktaş 1-0 galip gelseydi, fikirlerimde yine hiçbir değişiklik olmazdı.
Bir futbol maçını izlemek için ortalama iki buçuk saatimizi ayırıyoruz. Hoşça vakit geçirmek, keyif almak ve gündelik yaşamın stresinden biraz olsun uzaklaşmak için televizyon karşısına geçiyoruz.
Ama rahatlamak yerine hayal kırıklığına uğramış ve sinirlerimiz gerilmiş bir şekilde ayrılıyoruz ekran başından.
Bu ifadelerimin stada gidip maçları yerinde izleyenler için de geçerli olduğunu düşünüyorum.
Zira Türk futbolundaki seyirci sayısındaki büyük düşüşün altında yatan en önemli nedenlerden biri de budur.
Neyse gelelim sözde maça…
Şenol Güneş, Beşiktaş Teknik Direktörlüğünü kabul etmekle hayatının en doğru işlerinden birini yaptı.
Hırvat Teknik adam Slaven Bilic’in ektiği tohumların meyvesini toplamak Şenol Güneş’e nasip oldu.
Bunun içindir ki Şenol Güneş ilk döneminde çok başarılı bir teknik adam olarak görüldü.
Türk Milli Takımının dünya üçüncülüğünde olduğu gibi, Beşiktaş serüveninde de şans Şenol Güneş’ten yana oldu.
Ancak artık deniz bitti, kara göründü.
Şenol Güneş, mirası böyle hoyratça kullanmaya devam ederse Slaven Bilic’in kurduğu iskelet yok olmaya yüz tutacaktır.
Beşiktaş yakın zamanda Türkiye’de kolektif futbol oynayan en iyi takımdı.
Şenol Hoca, tıkır tıkır işleyen sisteme kendinden bir şeyler katmaya kalktıkça takım tehlike sinyalleri vermeye başladı.
Beşiktaş, belki de tarihinde ilk defa futbolcuların bireysel yeteneklerine endekslendi. Takım oyunu oynama özelliğini kaybetmeye başlayan Beşiktaş, kaderini birkaç futbolcunun formuna bağladı.
Beşiktaş o birkaç futbolcu iyi oynadığında sonuç alıyor. Ama… Türkiye’nin hali hazırdaki futbol kalitesini göz önünde bulundurduğumuzda; Beşiktaş sadece kötünün iyisi konumuna yerleştirebiliriz.
Başta Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor’un başarısızlığı Beşiktaş’ı çok başarılıymış gibi gösteriyor.
Yoksa futbol kalitesinin yüksek olduğu bir ligde; Beşiktaş çok zor zamanlar yaşayabilirdi.
Yani rakiplerinin güçsüzlüğü Beşiktaş’ı güçlü kıldı. Hal böyleyken Şenol Güneş’in Amerika'yı yeniden keşfetmesine gerek yok!
Daha açık ifade etmek gerekirse…
Şenol Hoca, hiç müdahale etmese Beşiktaş çok daha başarılı olacak.
Oyunu okumakta zorlandığını düşündüğüm Şenol Güneş için bu konuda en somut örnek, bu son Beşiktaş-Fenerbahçe derbisidir.
Beşiktaş, Fenerbahçe karşısında en isabetli paslarını kendi yarı sahasında yaparken, rakip yarı sahada oynayan futbolcular aynı şekilde organize olamadı.
Çünkü Şenol Hoca ilk 11’e birbiriyle oynamaya alışkın olmayan isimleri aldı.
Beşiktaş’ın en büyük silahı Quaresma ile entegre olabilen tek bir oyuncu yoktu sahada.
Öte yandan bireysel de olsa varlık gösterebilen tek adam Talisca’yken, Şenol Hoca, Mitroviç değişikliğiyle Beşiktaş’ın ipini bizzat kendi eliyle çekti.
Tüm bunlara bir de derbiyi katleden Hakem rezaleti eklenince ortaya çıkan tablo kimseyi şaşırtmadı.
Bu arada Avrupa’da gayet vakur bir şekilde top koşturan yabancı futbolcuların Türkiye’de nasıl oluyor da içinden bir canavar çıkıyor?
Bu adamlar nasıl oluyor da birden bire Recep İvedik’e dönüşüyor. Sanırım bu durum ‘Körle yatan şaşı kalkar’ atasözüyle açıklanabilir.
İşte son örneği Dusko Tosic.
Haklıyken haksız duruma düşen ve takımını zora sokan Tosic efendi beğendi mi acaba yaptığını?
Peki, Van Persie gibi bir yıldıza yakışıyor mu böyle ucuz numaralar?
Birkaç kelamda Fenerbahçe için etmemiz gerekirse…
Ben Mircea Lucescu’nun Türkiye’den ayrılmasıyla birlikte kurtulduğumuzu düşünüyordum, yanılmışım!
Zira Türkiye’nin nur topu gibi bir Lucescusu daha oldu.
Evet, Dick Advocaat’tan bahsediyorum!
Dick Advocaat, korkak futbol anlayışı ile Başakşehir’i de Beşiktaş’ı da mağlup etmeyi başardı.
Ama…
Rahmetli Ramiz dayının dediği gibi: Mesele galip gelmek değil yeğen.
1980’li yılların tipik Anadolu kulüplerinin büyük takımlara uyguladığı taktiği dişli rakiplerine uygulayan Dick Advocaat, bu stratejisiyle belki skor odaklı başarılar elde etse de, uzun vadede duvara toslayabilir.
‘1-0 olsun bizim olsun’ , ‘3 Puanı biz alalım da gerisi hikâye’ , ‘Ben Hatice’ye değil neticeye bakarım’ şeklinde bir futbol anlayışı ne Fenerbahçe’ye ne de Türk futboluna bir katkı sağlar.
Son olarak…
Bu ülkede hemen her şeyin en iyisini yetiştiriyoruz da bir tek futbol hakemi yetiştiremiyoruz.
Hakemlerimiz özellikle de derbi maçlarının adeta içine ediyorlar. Ee kolay değil, büyük maçları büyük hakemler yönetir.
Beşiktaş – Fenerbahçe derbisi gibi kritik bir maçı kriz yönetme konusunda ne kadar pasif olduğunu kanıtlayan ve kurnaz bir oyuncunun oltasına gelerek her şeyi eline yüzüne bulaştıran sözde bir hakem yönetiyorsa ‘sözün bittiği yerdeyiz’ demektir.