Kapatmayalım da Besleyelim mi?
Hasan Eser / 18 Ekim 2016 - Nüfusu 50 binin altındaki İlçe belediyelerini modern beyliklere benzetiyorum.
Bu belediyeler, ekonomisi zayıf ilçelerde tek geçim kapısı olarak görülüyor.
Dürüst vatandaşlarımızı tenzih ederek söylüyorum.
Ekonomisi belediyeye endekslenmiş ilçelerde…
Gençlerin derdi belediyede işe girmek.
Ticaretle uğraşanların derdi belediyeye mal ve hizmet satmak.
Tatlı su kurnazlarının derdi büfe yeri almak, devretmek.
Esnafın derdi kamuya ait alanları rahatça işgal etmek.
Vergi vermekten hoşlanmayanların derdi, geçimini işportadan kazanmak.
Yerel medyanın derdi düzenli olarak reklam almak.
Vakti bol olanların derdi, belediye nimetlerinden faydalanmak.
Listeyi uzatmak mümkün, ama açıkça görünen şudur ki; belediyeler topluma balık tutmayı öğretmiyor, önüne hazır balık koyuyor.
Belediye tek geçim kapısı olunca…
Kolaycılığı tercih eden bazı vatandaşlar; yaşadığı kenti, işini, dolayısıyla kendini geliştirmek ve istihdama katkı koymak adına çaba sarf etmekten imtina gösteriyor.
‘Belediyeden nasıl faydalanırız’ derdine düşen vatandaş, ‘üretim’ ve ‘gelişim’ kavramını aklına bile getirmiyor.
Öte yandan belediye başkanı ile farklı siyasi görüşe sahip olan vatandaşlar da, bir zamanlar, ten renkleri yüzünden ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören ABD'li zenciler gibi yaşıyor.
Ya da Hitler Almanya’sında giysilerinin görünür bir yerine sarı renkli ‘Davut Yıldızı’ takması mecburi olan Siyonistler gibi belleniyor.
Küçük kasabalarda, yerel yönetime karşıt görüşte olmanın bedeli ağır oluyor.
Belediye ile olan her işiniz yokuşa sürülüyor.
Hatta kurunun yanında yaş da yanıyor. Oturduğunuz sokağa verilen belediye hizmetleri bile yavaşlatılıyor.
Ayrıca akrabalarınız dahi belediyede işe alınmıyor, eğer çalışıyorsa da mobing uygulanıyor.
Daha açık ifade etmemiz gerekirse; bahsettiğimiz bazı ilçelerde bir tür modern feodalizm uygulanıyor.
Türkiye’nin başındaki büyüklerimiz, ülkemizdeki kutuplaşmadan şikâyet ediyor.
Hâlbuki siyaset gibi kutuplaşma da yerelde başlıyor.
Böyle olduktan sonra eksik olsun o belediye…
Tembelliğe alıştırılan bir kesim saltanat sürerken, dışlanan diğer bir kesim de sürünmeye mahkûm edilecek, öyle mi?
Ne demiş atalarımız, ‘Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.’
Lakin kasaba belediyelerinde, tüm ahaliyi mutlu edecek bütçe de yok ki.
Zira kasaba belediyelerindeki bütçe, anca lay lay lom işlere ve şişirilmiş personel maaşlarına yetiyor.
Ayrıca belediyeler ne vatandaştan topladığını, ne de devletten aldığı ödeneği kamu yatırımlarına çevirmekte yetersiz kalıyor. Yani vatandaş ödediğinin karşılığını alamıyor.
Şimdi geldik mi, yazımızın ilk satırına?
Demem o ki; nüfusu 50 binin altında olan, ikinci konutlarla suni büyüyen, yatırım yapamayan, kentin bakımını yapmaktan çöpünü toplamaktan aciz, kendi kendini idame etmekten başka hiçbir işe yaramayan, bütçesi küçük sorunları ise büyük olan kasaba belediyelerini kapatın gitsin.
Devlet sırtındaki kamburdan kurtulsun, Türkiye’nin bu modern küçük beylikleri yıkılsın, tüm kentlerimiz Cumhuriyet rejimine tabi olsun.
Bu noktada karşı çıkanlar olur mu? Olur! Hem de nasıl olur. Tabir yerindeyse kıyamet koparanlar çıkar ortaya…
Eee kolay mı?
Konu kişisel çıkarlar olunca, kim bağırmaz ki?
Ama gerçekler acıdır.
2009 yılında belde belediyeleri kapatıldı fena mı oldu?
Seyrek Eski Belde Belediye Başkanı Nurgül Uçar gibi maharetli ve yoktan hizmet üreten başkanlar sayesinde gelişim gösteren istisna niteliğindeki birkaç beldeyi tenzih ederek söylüyorum.
Borç batağında yüzerek, taş taş üstüne koyamayan belde belediyelerinin kapatılmasıyla birlikte, beldeler nihayet hizmetle tanışabildi.
Haa siz bu konuyu İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Aziz Kocaoğlu üzerinden değerlendirirseniz, yanılırsınız!
Aziz Bey, İzmir’in merkezine yeterince hizmet edemiyor ki, köy niteliğindeki mahallelere hizmet götürsün. En fazla fabrika atığı olan cürufları, ‘yol yapıyoruz’ adı altında yollara serer. (ayrı konudur)
Büyükşehir Yasası ile belde statüsünden mahalleye dönüşen yerlerin hizmetle nasıl tanıştığını merak ediyorsanız, başınızı Manisa’ya çevirin ve Başkan Cengiz Ergün’ün buralara verdiği hizmeti, yaptığı yatırımları mutlaka inceleyin derim.
Öyle ki Manisa'nın Büyükşehir Belediyesi olmasıyla birlikte; kentin eski köy ve beldelerinde 25-30 yıldır çözüm bekleyen, kronikleşmiş sorunlar bir bir çözüme kavuşmaya devam ediyor.
Uzatmayalım…
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından gelen Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde hani tereciye tere satmak misali, ukalalık yapmayalım.
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiği 2002 yılından bugüne devletin sırtında ki kamburları atıyor, atmaya çalışıyor.
15 Temmuz kanlı darbe girişiminde deşifre olan FetÖCÜ’ler başta olmak üzere, bilerek ya da bilmeyerek devletin sırtına on yıllar boyunca öyle safralar yüklenmiş ki, atmakla bitmiyor.
Bazen düşünüyorum da, Türkiye şüphesiz dünyanın en güçlü ülkesi konumunda.
Yalan mı?
Türkiye'nin sırtına yüklenen bu yükün 10’da biri başka bir ülkenin sırtına yüklenmiş olsaydı, şimdiye 10 defa batardı.
Uzun yazının kısası, işe yaramaz kasaba belediyeleri nice kronik sorunlarımızdan sadece biridir. Dolayısıyla devletin sırtından inme vakti çoktan geldi de, geçiyor bile.
NOT: Ben de nüfusu 50 binin altında bir sahil kasabası olan İzmir’in Foça İlçesi’nde yaşıyorum. Neyse ki, yukarıda bahsettiğim tespitler benim ilçemle bağdaşmıyor. Öyle değil mi, Foçalı okuyucularım?