Kaybolan Kuzunun Hesabı
Hasan Eser / 24 Mayıs 2017 - En bilindik klişelerdendir: "Türkiye'de askeri harcamalara bütçeden ayrılan miktar, aslan payı niteliğindedir."
Vatanımızı korumak, şanlı bayrağımızı ilelebet dalgalandırmak ve milletimizin bekası için görev yapan Mehmetçiklerimize, Peygamber ocağımıza milli kasamızdan harcanan her bir kuruş helaldir!
Dolayısıyla klişeler üzerinden ahkam kesmek yerine, büyük fotoğrafa bakmakta yarar vardır.
Milli tasarruf noktasında, asıl irdelenmesi gereken belediyelerimizdir.
Türkiye'nin kaptan köşkünde, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gibi belediyecilikten gelen bir isim otururken, tereciye tere satacak değilim.
Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin en güçlü şehri İstanbul'da belediye başkanlığı görevinde bulundu.
Öyle ki belediyecilikteki başarısı önce Refah Partisi'ne, daha sonra da AK Parti'ye merkezi iktidarın kapılarını açtı.
2002'de iktidara gelen AK Parti'nin güçlenmesinde de yine en büyük katkıyı yerel yönetimler sağladı.
Neyse sizi detaylara boğmak ve bilinenleri tekrarlamak istemiyorum.
Yani lafı eğip bükmeye, dolandırmaya gerek yok.
Bilinen o ki, Türkiye'de herkesin bildiği ama bir şekilde görmezden geldiği en önemli sorunlardan biri: belediyecilik sarmalıdır.
Evet, bir yumurtayı beş kişinin taşıdığı, ağırlıklı olarak hiç bir işe yaramayan insanların maaş aldığı, tüyü bitmemiş yetim hakkının sürekli çarçur edildiği ve milletin parasıyla saltanat sürülen bazı belediyelerden bahsediyorum!
Tabii milletten aldığı güçle millete zulüm edenleri de unutmamak gerekir.
Bazen düşünüyorum da, güya tekfurluklar, dere beylikleri ve son olarak mutasarrıflıklar tarihte kaldı. Ve demokrasi, adalet, hak ve hukuk düzeni geldi.
Ne var ki, değişen sadece isimler oldu, düzen aynı şekilde kaldığı yerden devam ediyor.
Belediye başkanlığı koltuğuna oturan istediğine diz çöktürüyor, biat ettiriyor, istemediğine de hayatı zindan edebiliyor.
Bu noktada belirtmek isterim ki, amacım her hangi bir partili belediyeyi övmek ya da yermek değildir.
Zira belediyecilikte 'parti kavramı' sadece ve sadece hedefe ulaşmak adına araçsallaştırılmış bir argümandan öte değil.
Şöyle düşünelim; yakın zamanda güneydoğu bölgemizdeki HDP'li belediyeler, terör örgütü PKK'nın arka bahçesi konumunda değil miydi?
Ya da devletin kılcal damarlarına kadar sızan FetÖCÜ'lerin belediyelere sirayet etmemiş olması mümkün olabilir mi?
Neyse, konuyu dağıtmadan sonuca gitmeye çalışalım.
Her ne kadar ilk etapta, 2009 yerel seçimleri öncesinde belde belediyelerinin kapatılmasına tepki göstermiş olsam da, zaman Sayın Erdoğan'ı benim nezdimde bir kez daha haklı çıkardı.
Gerçekten iyi işler yapanları tenzih ederim!
Ancak genele baktığımızda belde belediyeleri de gelenin saltanat sürdüğü küçük dere beylikleri andırıyordu.
Bir belde belediye başkanının sözde hizmet otosu adı altında makam aracı, şoförü, sekreteri, özel kalemi, yardımcısı, odacısı ve danışmanları bir yana...
Temsil-ağırlama giderleri, başkanlık harcamaları, ekmeği, suyu, maaşı ve bankamatikçi yandaşları da cabası değil miydi ?
Neymiş efendim başkanmış, kasabayı idare ediyormuş.
Yani ha Osmanlı'da sancağa çıkarılan şehzade, ha Cumhuriyet döneminde reisliğe seçilen belediye başkanı.
Bence imkanlar noktasında aralarında hiç bir fark yok!
Belki de belediye başkanları bu konuda daha şanslıdır.
Çünkü, Osmanlı'da Devlet-i Aliyye'nin imkanlarını boşa harcayan bir şehzade Padişah'ın gözünden düşebilirdi.
Bunun için olsa gerek, şehzadeler hayır-hasenat işlerine büyük önem verirlermiş.
Yaşadığım ilçeden, Foça'dan örnek vereyim, Foça'nın tarihi Beş Kapılar kalesinin kitabesinde şöyle yazar: "Kanuni Sultan Süleyman'ın 1533-1541 yılları arasında Saruhan Sancak Beyliği yapan oğlu Şehzade Mustafa'nın oduncusu Silahtar İskender Ağa tarafından onarımı yapılmıştır."
Yani adamın oduncusu Foça kalesini onarıyor. Fakat günümüzde, üç dönemdir Foça Belediye Başkanlığı koltuğunda oturan Sayın Gökhan Demirağ, on yılda üç tane tarihi yel değirmeninden ancak bir tanesini restore edebilme başarısını gösterebiliyor.
Ha! Gökhan Başkan, şimdi ben böyle dedim diye, "Ne yapayım benim arkamda Kanuni yok ki" diyebilir.
Buna karşın ben de peşinen cevaplamak isterim: Senin arkanda da koskoca Aziz Kocaoğlu yok mu?
Ki adamcağız size yıllar önce, değirmenlerin restorasyonu için ciddi meblağda ödenek göndermedi mi? (ayrı konu)
Hazır konu Foça'dan açılmışken...
Foça Belediye Başkanı Sayın Gökhan Demirağ , dostane sohbetlerinde şöyle diyormuş: "Bizim gibi ilçe belediyelerinin tüm yetki ve gelirleri büyükşehir belediyelerine dahil oldu. Biz artık çöp toplama ve çevre temizliği gibi asli işlerle uğraşıyoruz"
Bu söylemi farklı belediye başkanlarının ağzından da duymuşluğumuz var.
İşte size ne kadar haklı olduğumun kanıtı!
Yahu madem bir işe yaramıyorsun, o zaman Foça'da bir belediye başkanına ne gerek var?
Biz halk olarak mecbur muyuz seni krallar gibi yaşatmaya?
Belediye gelirleri, insanların yaşadığı şehre yatırım olarak geri dönmeyecekse; gerçekten 'belediye' diye bir kuruma gerek var mı?
Tamam! Yerinden idare olmazsa olmaz!
Dolayısıyla nüfusu 50 binin üzerinde olan belediyeleri kapatmanın imkanı yok!
Ancak giderek hantallaşan belediyelerimiz mercek altına alınabilir.
Tabii burada kastım, usul gereği yapılan müfettiş denetimleri değil.
Zira Türkiye'de yerel yönetimler bağlamında kapsamlı bir reform kaçınılmaz görünüyor.
Hadi eskiden "vesayet, çift başlılık, bürokratik oligarşi" gibi bahanelerimiz vardı ve şöyle deniliyordu: "Başkanlık sistemi geldiğinde Türkiye adeta uçacak!"
Allah aşkına soruyorum: Türkiye bu belediyelerle mi uçacak?
Kabul ediyorum, belediyeler kısmen de olsa işsizliğe çare oluyor.
Belki de hükümet işsizlik rakamlarını mümkün olduğunca düşük tutmak adına işlevsiz belediyeciliğe göz yumuyor.
Veyahut siyasi kadrolaşma amacıyla belediyelerde sürekli şişirilen personel sayısı görmezden geliniyor.
Belediyelerde yorulmadan istihdam edilen insanlar adeta tembelliğe alıştırılıyor.
Hal böyle olunca toplum üretimden ve risk alıp ticarete girmekten uzaklaşıyor.
Öyle ya, belediyelerde yan gelip maaş almak varken, kim, neden tatlı canını üzer ki?
Toparlamak gerekirse...
Türkiye'nin sırtındaki en büyük kamburlardan biri kuşkusuz belediyelerdir.
İyi olanları tenzih etmekle birlikte ülkemizde mevcut belediyecilik yapısının amacına uygun işlemediği malumun ilamıdır.
Küçük birer krallık gibi yönetilen belediyeler, birer çıkar kapısı olmaktan çıkarılmalı ve yeniden halka hizmet kapısı haline dönüştürülmelidir.
Hani bir zaman Süleyman Demirel, Fırat nehri kıyısında kaybolan kuzunun hesabının kendisinden sorulması gerektiğini söylemişti ya.
Bu bağlamda, belediyelerde heba edilen her bir kuruşun hesabını, acaba biz kimden sormalıyız?