Kerametle Gelen Osurukla Gider!
Kanuni Sultan Süleyman 'Mohaç Zaferi'nden sonra diri diri mezara gömdürmüş kendisini.
Yegane amacı, kazandığı büyük zaferin sarhoşluğuna kapılmamak, yeryüzünün en güçlü adamı olmasına rağmen dünyada her şeyin gelip geçici, yani fani olduğunu bir kez daha idrak etmek ve kibrini mağlup etmekten başka bir şey değil.
Kudretli Sultan, iktidar gücünden doğan kibrin insanı hangi hatalara sürükleyebileceğini herkesten iyi biliyordu şüphesiz!
Hakikaten ne kötü şeydir şu kibir dedikleri…
Özellikle kibirlerini makamlardan alanlar, hemen her konuda kerameti kendinden menkul bilir.
Genelde bu tipler, küçük dağları kendilerinin yarattığını düşünür.
Örneklemek gerekirse...
Günümüzde belediye başkanlığı koltuğunun (amiyane tabirle) bozmadığı siyasetçi sayısı maalesef çok az sayıdadır.
Başkanlık koltuğuna oturunca adeta mutasyona uğrayanlar ilk iş olarak yola beraber çıktıklarını yolda bulduklarına değişir.
Yani kendisini o makama taşıyanları bir çırpıda unutur ve veliaht şehzade gibi kasıla kasıla, böbürlene böbürlene oturdukları koltuğun kendilerine babalarından miras kaldığına inanırlar.
Ee boşuna dememiş Hz. Ömer: “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” diye…
Neyse dağıtmayalım şimdi konuyu.
Yineliyorum!
Son derece efsunludur belediye başkanlığı koltuğu, bir kere oturmaya gör…
Zira her şey o sihirli koltuğa oturuncaya kadardır.
Zatı şahaneleri seçim öncesi projelerini anlatmak ve oy istemek için; “Ne olursunuz bana bir beş dakikanızı ayırın” diye vatandaşa yalvarırken, seçildikten sonra aynı insanların yüzüne bakmaz, tanımaz, randevu vermez, verse de bir tarafı ile dinler.
Vatandaş, Mübareke (başkana ) verdiği oylar ile başkanlık görevini lütfetmiştir.
Lakin mübarek vaziyeti bu şekilde kabullenmez.
Çünkü mübarek başkan olmakla kendisinin halka büyük lütufta bulunduğunu düşünür.
O sadrazamın sol gözüdür.
Bulunmaz Hint kumaşıdır.
O olmazsa memleket batar, her şey kilitlenir, insanlar sefil olur Maazallah…
Kaldı ki memleketi yönetsin diye Allah onu özel olarak yaratmıştır.
Bu nedenle de yürüyüşü değişir, konuşmaları başkalaşır, yüzünde küçümseyici ifadeler hakim olur, insanları asalak, hakir ve cüce gibi görür, sadece üfürüğüyle bile her şeyi yıkabilme gücüne sahip bir dev olduğunu zanneder.
Kendisini yeryüzünde Allah'ın gölgesi gibi gören Mübarek'e göre herkes satılıktır.
Herkesin bir fiyatı vardır.
Herkes ona mecburdur.
Herkes onun yalakasıdır, ya da olmak zorundadır.
Onu hiç kimse eleştiremez, akıl veremez ve onun kararlarını hiç kimse sorgulayamaz.
Çünkü o herkes adına her şeyin en iyisini düşünür.
Herkesin yararına en iyi kararı o verir.
Bu noktada vatandaşın üzerine düşen tek görev ise; alınan kararlara saygı göstermek, söylenenlere boyun eğmek ve ‘Şeriatın kestiği parmak acımaz’ sözünden yola çıkarak...
'Padişahım Sen Çok Yaşa’ misali...
'En büyük başkan bizim başkan' diye haykırmaktır.
Bir de siyasette dinden, imandan, kitaptan, yetim hakkından ve Hazreti Ömer’in adaletinden dem vuranlar vardır ki, Cenab-ı Allah asıl onlardan korusun Ümmeti Muhammedi…
Seçilinceye kadar tüyü bitmemiş yetimin hakkını aramak için yola çıktıklarını söyleyenler...
Seçildikten sonra, ‘Acıma yetime döner koyar gözüne’ şiarını benimser.
Amma ve lakin Allah'ın sopası yok ki gökten indirsin.
Ömrü uzun olmaz böylelerinin, 3 dönem değil, 13 dönem başkanlık yapsa ne yazar böyleleri…
Ben nice belediye başkanları tanıyorum; başkanlık görevi sona erdikten sonra cüzamlı gibi dolaşıyor sokaklarda…
Hiç kimseler bakmıyor yüzlerine, kendilerine sokakta selam veren de olmuyor, alan da…
Bu ibretlik realite aslında en büyük ceza değil midir onlara?
Bir düşünsenize daha 3 vakit öncesine kadar, herkes el pençe divan duruyordu karşılarında, şimdilerde ise aynı kişiler arkasını dönüyor bir zamanlar alkışladıkları, tezahürat yaptıkları O insanı görünce…
Bazen empati kuruyorum da böyle hazin durumlar gerçekten dokunur insana…
Bunun içindir ki insan geldiği yeri bilmelidir, merdivenleri çıkarken gördükleriyle inerken de karşılaşacağını unutmamalıdır, makamların gelip geçici olduğunun her daim bilincinde olmalıdır.
Uzun yazının kısası, geldik mi şimdi yine aynı noktaya.
Ee arkadaş sen değil miydin insanların sana yalakalık yapmasını isteyen?
İşte önemli olan da bu değil mi?
Seni birileri alkışlayacaksa canı gönülden alkışlamalı yoksa bir keramete gelen bir osuruğa gider sevgili başkanım.
Not: Osmanlı Padişahları bile para ile adam tutup her Cuma selamlığında kendilerine;“Mağrurlanma padişahım, senden büyük Allah var” diye bağırtırırmış! Şimdilerde belediye başkanının birine benzer bir söz söyleseniz, vay halinize…
Hasan Eser / İzmir / 31 Ağustos 2015