Kılıçdaroğlu'na neden inanmıyorlar?
Hasan Eser / 09 Kasım 2016 - 1991 Genel seçimleri öncesinde…
DYP Genel Başkanı merhum Süleyman Demirel, 'Kim ne veriyorsa ben beş fazlasını veriyorum' vaadinde bulunmuştu.
Demokrasi tarihinde bundan daha sıra dışı bir vaat olamazdı.
Peki, bu vaat halk nezdinde karşılık buldu mu?
Bence buldu! Bulmasaydı DYP 1991 seçimlerinden birinci parti çıkabilir miydi?
‘Ne önemi var ki?’ diye sorabilirsiniz.
Haklısınız! Zira az gelişmiş demokrasilerde vaatler yalnızca onlara inananları bağlar, vaatleri yapanları değil.
Ama...
Toplumda yankı uyandıran vaatlerin seçim sonuçlarına olan etkisi su götürmez bir gerçektir.
Misal…
ABD'nin 45. devlet başkanı seçilen Donald Trump’ın seçim öncesi vaatlerini hatırlayınız.
Tüm dünya, Trump’ın bu sıra dışı vaatlerine bir tarafıyla güldü.
Ancak ABD halkına dokunan vaatler, hiç kimsenin şans tanımadığı Trump’ı iktidara taşıdı.
Şimdi şöyle düşünelim;
Recep Tayyip Erdoğan’ın vaatleri toplumda her daim karşılık buldu.
Hatta 7 Haziran 2014 genel seçimlerinde, insanların gözünün içine baka baka 'silahları ancak biz sustururuz' diye yalan söyleyen Selahattin Demirtaş’ın vaatleri bile sandığa olumlu yansıdı.
Başka bir ifadeyle yinelemek istediğim şu ki: seçim atmosferinde vaatlerin önemi gerçekten büyüktür.
Lakin vaatler kadar, vaat eden kişinin kim olduğu da önemlidir.
ABD’deki Cumhuriyetçilerin lideri Trump, anketlerin, uzmanların ve dünya kamuoyunun kendisine şans tanımamasına rağmen iktidara büyük ölçüde vaatleri sayesinde yürüdü.
İşte tam bu noktada sorulması gereken bir soru var:
ABD’deki Cumhuriyetçilere benzetilen CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun vaatleri, hem de kulağa hoş gelmesine rağmen toplumda neden hiçbir zaman karşılık bulamadı?
Bu soruyu yanıtlamak için siyaset bilimcisi olmaya gerek yok!
Çünkü Sayın Kılıçdaroğlu’nun inandırıcılık noktasında toplumda kabul görmediği ve CHP Genel Başkanlığı gömleğinin kendisine birkaç beden büyük geldiği aşikâr.
Deniliyor ki, CHP’ye eğitim seviyesi yüksek insanlar oy veriyor.
O zaman en az Kılıçdaroğlu kadar CHP’ye gönül verenler de bu tablodan sorumlu…
CHP’yi aydın insanların partisi olarak niteleyenler, bunca mürekkep yalamış insanın içinden bir Aleksis Çipras ya da Donald Trump çıkaramıyorsa, önce kendi öz eleştirilerini yapmaları ve kendilerini sorgulamaları gerekmez mi?
En nihayetinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun adı Hıdır, elinden gelen budur.
DESTEK ÜNLÜ OLUNCA...
Tüm dünyanın pürdikkat takip ettiği ABD Başkanlık seçimlerinde…
Robert De Niro, Tom Hanks ve Lady Gaga gibi birbirinden ünlü dünya yıldızları Hillary Clinton'a desteğini açıkladı.
Bunca dünya starının desteğini alan Hillary Clinton'ın kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu.
Malumunuz…
Ülkemizde de ünlü isimler genelde CHP’yi destekliyor.
Ancak ABD seçimlerinde bir kez daha gördük ki, bu ve buna benzer girişimler halk nezdinde ters etki yaratıyor.
Halkı yönlendirmek amacıyla; sanatına, şöhretine güvenip kanaat önderliğine soyunanlar, nedense başarılı olamıyor.
Başarılı olamadığı gibi de siyaseten kendisi gibi düşünmeyen insanları da kendinden soğutuyor.
Kendine zarar verdiği yetmiyormuş gibi destek olduğu siyasi Parti’ye de zarar veriyor. Yani kaş yapayım derken göz çıkarıyor.
Elbet ünlülerin de siyasi düşüncesi, tercihi, hatta aleni tarafgirliği olabilir.
Amma velakin...
Hiçbir ünlü gönül verdiği siyasi Parti’ye hizmet etmek adına sanatını siyasallaştırmamalı ve yine şöhretini kullanarak toplumu yönlendirme gayretkeşliğine düşmemelidir.
Neyse, sözü uzatmayalım…
Demek ki neymiş; aslolan aktrislerin şarkıcıların değil, halkın yani Ayşe teyzenin Mehmet amcanın desteğini alabilmekmiş!
MEDYANIN GÜCÜ TERSİNE Mİ İŞLİYOR?
Sadece ABD medyası değil tüm dünya medyası Hillary Clinton'a açık destek verdi.
Clinton'dan yana tavır koyan evrensel medya, Donald Trump’a karşı sıkı bir muhalefet kampanyası da yürüttü.
Öyle ki, Trump’ın meczup olduğunu yazanlar bile oldu.
Trump, dünya kamuoyunu yanılttığı gibi medyayı da ters köşeye yatırmış oldu.
Şimdi yaşadığım ilçeden, Foça’dan bir örnek vereyim.
2009 Mahalli İdareler Seçimleri öncesinde, benim başını çektiğim İlçe’nin yerel medyası Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ’a yönelik ciddi bir karşı duruş sergilemişti.
O dönem Foça Belediyesi ve Başkan Demirağ hakkında birbirinden iddialı yazılar belgeleriyle yayınlandı.
Yapılan bu neşriyat nedeniyle Gökhan Demirağ’ın Başkanlığa ikinci kez aday olduğu 2009 seçimlerini kaybedebileceği ön görülüyordu.
Ancak…
Beklenen olmadı, basın yoluyla muhalefet ters tepti ve bir önceki seçimi sadece -9- oy ile kazanan Demirağ, ikinci seçimini 5 bin fark ile kazandı.
Sonra yaptığım araştırmalar ve edindiğim tecrübe bana şunu öğretti: siyasette birine ne kadar muhalefet ederseniz, onu o kadar güçlendirirsiniz.
Kıssadan hisse misali…
ABD’nin seçim sürecinde medya Donald Trump’a zarar vermek isterken, O’nu gündemde tuttu ve şöhretine şöhret kattı.
Kim bilir belki de bu algı yönetiminin bir parçasıydı. Bu durumun farkında olan Trump, sıra dışı açıklamalar yaparak sürekli manşetlerde kalmasını bildi.
Bir düşünsenize, Trump, Amerika’da yaşayan kıymetli yazarımız Sayın Engin Civan’ın vesilesiyle bizim 'Yeni Vizyon Gazetesi’ne bile manşet oldu.
Velhasılıkelam…
Medya, Trump’a vurdukça, O her geçen gün biraz daha güçlendi.
Tıpkı, yıllardır CHP’yi iktidara getirmek adına büyük çaba sarf eden bir kısım medyanın Recep Tayyip Erdoğan’ı güçlendirdiği gibi.
Malumunuz son 15 yıllık tarihimizde; ‘Muhtar bile olamaz’ manşetinden tutunda; ‘Diktatörlüğü getirmek istiyor’ zırvalarına varıncaya kadar, Erdoğan hakkında yazılmadık yazı, söylenmedik söz, edilmedik hakaret, atılmadık iftira kalmadı.
Netice?
Erdoğan, Türkiye’nin Halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı, kurduğu AK Parti ise halen ülkede alternatifi olmayan tek iktidar partisi.
Bunun içindir ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, o bir kısım medyaya ne kadar teşekkür etse azdır.
Çünkü o bir kısım medya Erdoğan’a saldırdıkça, Erdoğan’ın sevenleri birbirine daha da kenetleniyor.
Toparlamamız gerekirse…
Medya eliyle hükümet devirme, ihtilal yapma, istediğini seçtirme, istemediğini gönderme devri yalnızca Türkiye’de değil, dünyada bitti.
SAHTE HOCA BALTAYI YİNE TAŞA VURDU!
Donald Trump’ın siyasi danışmanı Peter Navarro, National Interest sitesinde yazdığı makalede; Fethullahçı Terör Örgütü'nün Hillary Clinton’ın seçim kampanyasına destek verdiğini gündeme getirmişti.
İddia doğruysa, baltayı yine taşa vuran terörist başı F.G.'nin gözüne büyük kısmet var.
Daha önce Müslümanları ABD'den kovacağını açıklayan Trump, tam bir İslam düşmanı...
Türkiye, ABD'den F.G.'nin iadesini istediğinde ABD'li yetkililer Gülen'in sadece bir din adamı olduğunun altını çizerek, kanlı darbe girişimine dair somut delil istemişti.
ABD, F.G.'nin din adamı(!) olduğunu kendi ağzıyla kabul etmişti.
Buna göre Trump'ın F.G.'yi ABD'den sürgün etmesi, ya da F.G.'nin dinini değiştirip gerçek dinine, Hristiyanlığa, yani özüne dönmesi gerekmez mi?
NOT:
-Benim gönlüm Hillary Clinton’dan yanaydı, ama olmadı. Demokrasi, sandıktan çıkan iradeye saygı göstermeyi gerektirir.
-Trump için Müslüman düşmanı diyorlar. Doğru! Fakat Barack Obama için de 'Müslüman kökenli' diyorlardı da ne oldu? Orta doğu coğrafyasında 10 yıldır Müslüman katliamı yapılıyor.
-Müslüman düşmanı olduğu gerekçesiyle Trump'ın seçilmesine üzülenleri görünce; içimden sormak geldi: Hillary Clinton, Şeyhülislâm Ebusuud Efendi'nin soyundan mı geliyor?
- Hillary Clinton'a verilen olağanüstü desteğe rağmen, ABD halkı inadına Trump'ı seçti. Demek ki, Barack Obama, dünyaya zarar verirken, ülkesine de zarar vermeyi ihmal etmemiş.