Oyumu Sarıgül'e Veriyorum!
Türkiye'de seçmeni etkilemek kolay ama bir o kadar da zor!
Ülkenin yönetimine talip olan kişilerde; güvenilirlik, popülerlik, belagat ve karizma gibi hasletler önem arz ediyor.
Partilerde ise savunulan ideoloji, oluşturulan kadro, açıklanan program ve güncel seçim vaatleri öncelikler arasında yer alıyor.
Şimdi sırayla gidelim...
Türkiye'de siyasi ideolojiler sağ-sol sığlığından bir türlü kurtulamıyor. Bir demokrasi güzelliği olan temsilde çeşitlilik ısrarla ret ediliyor.
Tercih noktasında ise "oyum/oyun yabana gitmesin" algısı, son 16 yıldır seçmeni çıkmaza sokan bir kısır döngü niteliğinde.
Öte yandan, yeni bir partinin kuruluşu gündeme geldiğinde, geleneksel seçmenin ilk yorumu şöyle oluyor: "Hele bir programı açıklansın bakalım..."
Ne var ki, toplumun çoğunluğunun oy verdiği partinin programını okuyup-okumadığı tam bir muamma.
Seçmenin seçme hakkı da genel başkanla sınırlı. Çünkü milletvekili adayları (genelde) liderlerin iki dudağı arasından dökülen, tabir yerindeyse seçmene dayatılan isimler.
Bunun içindir ki, vatandaş desteklediği partinin adaylarını seçemiyor.
Çünkü seçmen seçme değil, onay konumunda. Yani lider seçiyor, seçmene ise sadece onaylamak kalıyor.
Parti içi ön seçim, dar bölgede seçim, tercihli oy gibi lider sultasını tehdit eden formüller kabul görmüyor.
Evet, 24 Haziran seçimlerinde parlamento ile devlet başkanlığına ayrı ayrı oy kullanacağız. Fakat bu da kısmi bir iyileştirmeden öte değil.
Gelelim vaatlere...
Kim ne veriyorsa 5 misli fazlasını veriyorum!, Herkese 2 anahtar ev/araba vereceğim gibi geçmişte yapılan popülist vaatlerin siyaset kurumunu fena halde yıprattığını söyleyebiliriz-ki hala alay konusudur-
Gelinen noktada ise...
Türkiye 24 Haziran seçimlerine giderken, TAMAM/DEVAM sığlığıyla sınırlı kalmakla beraber "Seçilirsem bisiklete bineceğim" ya da "Millet Kıraathaneleri açacağız" gibi vaatler de trajikomik değil midir?
'Yahu bu anlattıklarının attığın başlıkla ne alakası var?' diye sorabilirsiniz.
Anlatayım.
Yukarıda anlattıklarım seçmen, seçim ve seçilenler üçgeninde öne çıkan belirleyici noktalardı.
Şimdi aktaracağım ise bazı ayrıntıların etkileyici gücü.
Evet, bazen ciddiye alınmayan küçük bir ayrıntı kaderi değiştirebiliyor.
Yani gazetelerde yayınlanan sayfalar dolusu beyanat, meydanlarda atılan uzun nutuklar ya da sokaklarda dağıtılan yüz binlerce bildiri, bazen o küçük ayrıntıların yerini tutmuyor.
Konuyu biraz açalım...
1946'da kurulan Demokrat Parti'nin 'Yeter Söz Milletin' sloganıyla yakaladığı hava ve ambleminde yer alan kırat'ın topladığı büyük sempatinin, ardından gelen sağ partilere de rehber olduğu malumdur.
Türk siyasetinde bazen bir el işareti, bazen kulağa hoş gelen bir seçim müziği, bazen de her şeyi özetleyen bir slogan katalizör görevi görür.
Örneklemek gerekirse...
Turgut Özal'ın iki elini başının üstünde birleştirerek verdiği ANAP selamı, farkı eğilimlerin Anavatan Partisi çatısı altında birleşmesinde etken olmadı mı?
Karaoğlan olarak anılması, kendisiyle özdeşleşen ak güvercinleri, mavi gömleği, kasketi ve ‘Halkçı Ecevit' sloganı Bülent Ecevit'i siyasette etkili kılan özelliklerden değil miydi?
"GAP'ı gaptırmam" diyen Süleyman Demirel'in, ya da "Adil düzen gelecek" diyen Necmettin Erbakan'ın zihinlerde iz bırakan söylemleri, kendi taraftarlarını yıllarca konsolide etmedi mi?
Bir de yakın geçmişe bakalım...
Mesela Kemal Kılıçdaroğlu da siyasi arenaya "CHP varsa herkes için var" gibi şahane bir sloganla çıkmıştı, ama başta İzmir olmak üzere CHP'li belediyelerden olan hoşnutsuzluk bu sloganı havada bıraktı. (Seferihisar ile Eskişehir'i tenzih ediyorum)
Şunu kabul etmek gerekir ki, DP'nin 'Yeter Söz Milletin' sloganından sonra, seçmeni en çok etkileyen slogan 'Seni Başkan Yaptırmayacağız' diyen Selahattin Demirtaş'tan geldi.
7 Haziran öncesi kullanılan bu sloganla, siyaset tarihine geçen büyük bir başarıya imza atıldı.
Farkında mısınız bilmiyorum ama Demirtaş yine ilginç bir slogan kullanıyor.
"Demirtaş Ben Değilim Demirtaş sizsiniz siz..." diye haykıran Demirtaş, seçmenin bilinç altına çok ciddi ve iddialı bir mesaj veriyor.
Açılımını yapıp propagandasını yapacak değilim, zira hangi mesajı vermek istediğini anlamak için üzerinde biraz düşünmek kafi.
Seçim müziği, slogan ve sembol noktasında, AK Parti cumhuriyet tarihini en başarılı siyasi partisidir.
Durmak Yok Yola Devam, İstikrar Sürsün Türkiye Büyüsün ve Yaparsa AK Parti Yapar gibi halkta karşılık bulan sloganlar; yıllarca AK Parti'nin gücüne güç kattı.
Diğer taraftan, dillere pelesenk olan “Haydi Bir Daha”, “Dombra” gibi seçim şarkılarının da etkisi gözardı edilebilir mi?
Bu noktada...
2014 yılının Nisan ayında çeşitli gazetelerde, "Muharrem İnce'den Sert Sözler: Bir Dombra'mız Bile Yok" başlığı altında yayınlanan bir haberin içeriğinden aktarmak isterim:
"(...) Bizim partimizin bir Dombra tarzı müziği bile yok. Sanatçılar, kültür adamları bize destek veriyor ama bizim Dombra gibi bir şarkımız bile yok. Sizi temin ederim ki Dombra, AK Parti'nin oylarına yüzde 2 katkı yaptı(...)"
Son olarak...
Kampanya gerçeğinin bir de TV'lerde reklam boyutu var. Ve şahsi kanaatim o ki, bugüne kadar en başarılı TV reklamı, 2014 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olan Mustafa Sarıgül'den geldi.
O dönemde tonton mu tonton, tatlı mı tatlı, yaşlı bir teyze televizyon reklamlarına çıkıyor ve kendine has şivesiyle: "Oyumu Sarıgül'e Veriyorum" diye haykırıyordu.
Yakın akrabalarımdan biri, "İstanbul'da yaşıyor olsam sadece bu teyze için oyumu Sarıgül'e verirdim" demişti de ağzım açık kalmıştı.
Sahi ne oldu o teyzeye?
Muharrem İnce'nin yerinde olsam o teyzeyi bulur, en iddialı mitingimde sahneye çıkarır ve bir kereliğine de olsa 'Oyumu Muharrem'e Veriyorum' demesi için ricacı olurdum.
'Yahu Hasan Eser, bu işler lafla-sözle, çalgı-çengiyle, şarkı-türküyle olur mu?' diyebilirsiniz, demeyin!
Öyle ki bu ülkenin, bu coğrafyanın maalesef gerçeğidir bu.