Saltanatın ruhu belediyelerde yaşatılıyor
Biz devleti siyah arabaların içinde, siyah elbiseleriyle ve siyah gözlükleriyle tanıyorduk.
Sonra günün birinde bir adam çıkageldi.
"Bırakın kardeşim bu işleri" dedi.
Terlikleriyle kışlaya girdi, şortla askeri birlikleri denetledi.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasını dinlemek yerine, arabesk sanatçıları dinlemeyi daha çok tercih etti.
O adam merhum cumhurbaşkanımız Turgut Özal'dan başkası değildi.
Özal, şüpheli bir ölümle hayata gözlerini yumdu.
Ancak...
Millet, bağrından yeni bir lider daha çıkardı.
Evet, cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'dan bahsediyorum.
Mustafa Kemal Atatürk'le başlayan, Adnan Menderes ile devam eden, Turgut Özal ile gelişen demokrasi devrimini zirveye taşıyan Erdoğan, kendilerini üstün görüp millete tepeden bakan her türlü vesayeti tasfiye etti.
"Millete efendilik yoktur. Bu millete hizmetkarlık vardır" diyerek, millete efendilik taslayanların devrini bitirdi.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" şiarına sözde değil, özde riayet etti.
Ha!
Bürokratik oligarşinin ve askeri vesayetin kalıntıları yok mu?
Tabii ki var!
Fakat bu kalıntılar, milleti devletine düşman etme amacını güden kripto teröristlerden başkası olamaz.
Zira devlet'in gücü üzerinden milleti cezalandırmaya çalışmak, dış mihraklara hizmet eden toplum mühendisliği faaliyetlerinin bir ürünüdür.
Ne var ki, vatana ve millete ihanet edenlerin akıbeti bellidir.
Bu noktada...
Böylesine uzun bir girizgahın altında yatan nedeni tahmin etmiş, konuyu belediyelere getireceğimi düşünmüş olmalısınız.
Yanılmadınız!
İzin verirseniz, 'vesayet' çerçevesine oturttuğum yazımı belediyeler bağlamında irdelemek istiyorum.
Bilindiği üzere...
Büyük önder Atatürk, padişahlığı ve saltanatı kaldırdı.
Üzerinden yaklaşık bir asır geçti ama saltanatın ruhu bazı belediyelerde zuhur ediyor.
Yalan mı?
Bugün, kendi istediği ya da ölümü dışında belediye başkanlığı koltuğunu süresiz işgal edenler yok mu?
"Efendim ne yapalım, halk seçiyor!" diyerek, lütfen kendi kendimizi kandırmayalım.
Öyle ki, hasbelkader koltuğa oturan bir belediye başkanı, zayıf sistemin sağladığı avantajları sonuna kadar kullanıyor.
Kimi ideolojik fanatizmle, kimi tek turlu seçim sisteminin el verdiği manipülasyonlarla, kimi de yerel iktidarın nimetlerini kullanarak iktidarının devamını sağlıyor.
(Vatana ve milletine yaptığı başarılı hizmetlerin tezahürü olarak iktidarının devamını sağlayanları tenzih ediyorum)
Hal böyle olunca...
Yerel seçim yarışları adil ve eşit şartlarda yapılmıyor.
Mesela...
Yerel seçimleri genel seçim havasında geçiren İzmir'de, genel merkezin tepeden inme atadığı, amiyane tabirle dayattığı belediye başkan adaylarına "kerhen" oy vermek durumunda kalıyor İzmir halkı.
Bazı uyanık belediye başkanları, kendisiyle iyi ilişkiler içinde olmak isteyen siyasetçileri (!) partisine rakip gördüğü partiye yönlendiriyor.
Böylelikle...
İktidarı elinde, muhalefeti ise kontrolü altında tutarak, koltuğunu da garanti altına almış oluyor.
Tek turlu seçim sistemi sayesinde; yerel seçimler böl-parçala yöntemiyle manüpüle ediliyor.
Rol icabı, sahte ve doğrudan kaybetmeye oynayan siyasiler her yerel seçimde sahnedeki yerini alıyor.
Bu yöntem "proje" isimlerin de önünü açıyor. Yani muhtelif güçlerin desteğini alan bazı isimler kafaya oynayabiliyor.
Öte yandan...
Bir yumurtayı beş kişinin taşıdığı belediyelerde şişirilen kadrolar, seçim döneminde belediye başkanlarına sigorta vazifesi görüyor.
Bunun içindir ki, hiçbir işe yaramadığı halde (sadece belirli bir oy potansiyeline sahip olduğu için) gereksiz birçok insan belediyelerde istihdam ediliyor.
Hay Allah! ne anlatıyorduk, nerelere geldik değil mi!
Neyse, asıl konuya dönecek olursak...
Biz, Özal'la başlayan, Erdoğan'la devam eden süreçle birlikte siyah arabaların içinde, siyah gözlük ve takım elbiseleriyle korkuluk gibi görünen vesayetin ürkütücü gölgesinden büyük ölçüde kurtulduk.
Ancak...
Kendini milletin üstünde gören bazı belediye başkanları da göz ardı edilmemeli.
Çünkü vesayet ruhu belediyelere sirayet etmiş durumda...
Derebeyi gibi davran, senden olanlara yağdır, ama demokrasinin güzelliği gereği sana karşı olanlara da yapmadığını bırakma.
Halkın parasıyla saltanat sür, ama halkı seçimden seçime hatırla.
Gücünü halktan al, ama halkın yaşam standartlarını yükseltecek hiçbir şey yapma.
"Nasıl olsa yapanın yanına kar kalıyor" diyerek tüyü bitmemiş yetimin hakkını dilediğin gibi harca.
Sana derdini anlatmaya gelen vatandaşı bir tarafın ile dinle, hatta CHP'liysen "Ne yapalım iktidar partisi bizden değil" diye sav başından.
İlçe belediyesiysen topu büyükşehir belediyesine at, nasıl olsa büyükşehir belediye başkanlarına ulaşmak namümkün.
Misal ben Foça'da yaşıyorum, belediye başkanımıza kim ne söylese şu yanıtı alıyor: "Efendim biz yetkilerimizi büyükşehire devrettik, bizim başkanlığımız artık çevre temizliğiyle sınırlı"
Yahu madem yetkin yok, o zaman sana ne gerek var?
Akşama kadar siyah renkli, kara camlı Merdeces VIP makam aracınla çöp toplamak için mi geziyorsun?
Foça halkı mecbur mu seni krallar gibi yaşatmaya?
Neyse konuyu bütününden koparıp kişiselleştirmeye gerek yok!
Görünen o ki, Türkiye'de "eyalet" sistemi belediyeler eliyle fiilen uygulanıyor.
Belediye başkanları özerk bölge devlet başkanı gibi hareket ediyor.
Bazı sağlıksız parti teşkilatları ve tek geçim kaynağı belediyeler olan yerel basının büyük bir bölümü muhalefet/denetim mekanizmasını çalıştıramıyor.
Bir başka ifadeyle...
"Padişah'ım çok yaşa" zihniyeti, bazı belediye başkanları nezdinde yeniden ruh buluyor.
Özetle...
Daha öncede söylediğim gibi, yerel yönetimlerde mutlaka reforma gidilmelidir.
Belediyeler prosedür icabı değil, gerçek anlamda denetlenmelidir.
İsraf muslukları kökünden kesilmeli ve halkın bilinçaltına yer eden "Yahu kardeşim tamam da hiçbir şey çıkmaz, bundan önceki başkan da neler yaptı, hani ona bir şey oldu mu ki, buna olsun!" algısı yıkılmalıdır.
Halk, devletin tek bir kuruşunu dahi israf eden birinin cezasız kalmayacağına inanmalıdır.
Ayrıca...
Mutlaka ve mutlaka çift turlu seçim sistemine geçilmelidir.
Tıpkı Cumhurbaşkanlığında olduğu gibi, yerel yönetimlerde de iki dönem kuralı elzemdir.
Yerel yönetim uzmanlarınca, köhneyen yerel yönetimleri iyileştirecek projeler acilen geliştirilmeli ve uygulamaya alınmalıdır.
Yerel yönetimler bir kesimin değil, eşit bir şekilde topyekün herkesin zenginlik kaynağı olmalıdır.
Belediyeler, insanları kolay paraya alıştırıp tembelleştirmek yerine, Türkiye'nin büyük ihtiyaç duyduğu üretim ekonomisine teşvik etmelidir.
Terör örgütlerini besleyen belediyelere gereğinin yapıldığı gibi, suret-i hak'tan görünenlerin de önü kesilmelidir.
Hasan Eser / 07 Eylül 2017