Türk futbolu ölmüş de ağlayanı yok!
20 yıl öncesinde, Avrupa’da UEFA ve Süper Kupa’yı havaya kaldıran bir kulübümüz, Güney Kore ile Japonya'nın ortaklaşa düzenlediği Dünya Kupası'nda da dünya 3’üncülüğü ipini göğüsleyen bir A Milli Futbol Takımımız vardı. Üzerinden yaklaşık çeyrek asır geçti ama Türk futbolu bir arpa boyu yol kat edemedi.
Ve gelinen noktada, Türk futbolu artık “S.O.S.” veriyor!
Her geçen gün biraz daha irtifa kaybeden Türk futbolundaki önlenemeyen “çöküş” devam ediyor.
Hiçbir gelecek vaat etmediği gibi, standardını da koruyamayan Türk futbolu “Titanik” misali buz dağına çarptı ve yavaş yavaş sulara gömülüyor.
Türk futboluna yön verenler, mavi sulara gömülen Titanik’in güvertesinde keman çalanları andırıyor.
Tarihte ekonomisi kötü olan Avrupa devletleri için kullanılan bir deyim vardı: “Hasta Adam”
Teşbihte hata olmazmış! Türk futbolu da Avrupa futbolunun “hasta adamı” oldu.
Ülke puanı sıralamasında gerilemeye devam eden Türk futbolu, eski parlak günlerini arıyor! Hem de gündüz vatki fenerle…
Kim, nasıl veya hangi reçeteyle kurtarabilir bilmiyorum ama bugüne kadar yazılan reçetelerin tamamı, Türk futbolunu ayağa kaldırmaya yetmedi.
Türk futbolunu yeniden ayağa kaldırmak için yapılan tüm hamleler boşa çıktı.
Türk futbol dünyasından gazetecilerin, yorumcuların, eski/yeni futbol adamlarının ve futbol entelektüellerinin ne söylediklerine bakıyoruz ama fikirlerin ortak bir noktada birleşmediğini gözlüyoruz. Öyle ki rüzgâra göre konuşanların sayısı, meseleleri objektif bir bakış açısıyla değerlendirenlerin sayısından fazla ama onların da birçoğu “durum tespiti” yapmakla yetiniyor maalesef.
Ayrıca bugüne kadar öne sürülen tezlerin/çözüm önerilerinin birçoğu, hastayı ayağa kaldırmaya yetmedi çünkü palyatif çözüm önerileri kısa vadede olumlu sonuçlar verse de uzun vadede tedaviye cevap vermiyor. Türk futbolunun ağrı kesicilere değil, antibiyotik tedavisine ihtiyacı var. Hatta bu gidişle, cerrahi ameliyata, ya da en iyi ihtimalle kemoterapiye ihtiyaç duyabilir Türk futbolu.
Amma velakin…
Türk futbolunun yazar-çizer ve düşünürleri; “Türk futbolu nasıl kurtulur?” sorusuna yanıt aramak yerine, güncel ve popüler konuları konuşmayı daha çok tercih ediyor:
O pozisyonda gerçekten penaltı var mıydı, yok muydu?
Hakemin kırmızı kart kararı doğru muydu?
Fenerbahçe ve/veya Beşiktaş’ın yeni teknik direktörü kim olacak?
Galatasaray hangi futbolcunun peşinde?
Bu sene hangi takım şampiyon olur?
Hangi takımlar küme düşer?
(Sürekli bir gelecekten haber alma ve haber verme ısrarındayız!)
Üzerinde yeterince konuşulup tartışılmayan Türk futbolu, adeta reytinglere kurban ediliyor.
Halbuki Türk futbol dünyası; güncel ve popüler konuları değil, geleceği konuşmalı. Tıpkı onlarca yıl sonrasını bugünden planlayan ülkelerin düşünce kuruluşları gibi.
Türk futbolunun sorunları gerçek anlamda masaya yatırılıp “Biz, tam olarak nerede hata yapıyoruz?” sorusuna yanıt aranmalı!
Her ülkenin kendine göre büyük takımları var ve o takımlar her geçen yıl biraz daha gelişim gösteriyor.
Bizim ülkemizde ise vaziyet tam tersi yönde! Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş gibi birbirinden önemli kulüplerimiz (futbol/oyun/sistem olarak) ilerlemede değil, gerilemede istikrar gösteriyor.
Türkiye’de yapılan en büyük hatalardan biri de kişilerden medet umulmasıdır:
“Fenerbahçe’ye yeni bir hoca gelecek ve her şey çok güzel olacak” (!)
“Galatasaray’da başkan bir değişse her şey güllük gülistanlık olacak” (!)
“Beşiktaş’a iyi bir santrafor transfer edilirse her şey daha güzel olur” (!)
Fikirleri tartışmak yerine kişileri ya da olayları tartışmaya devam ettiğimiz sürece, sittin sene başarılı olamayız!
Avrupa’da yolun sonuna gelen futbolcu ve teknik adamların son durağı konumuna gelen Türkiye, deyim yerindeyse, “yaşlı futbolcu cenneti”ne dönüştü!
Gerçi genç ve yıldız yabancı oyuncular getirilse ne olacak?
Birkaç istisna dışında ortaya yeni yıldızlar çıkaramadığımız gibi, ülkemize gelen ‘yıldız’ isimlerin de artık nasıl oluyorsa bir şekilde yıldızlarını söndürmeyi başarıyoruz.
Yeri gelmişken…
Türk teknik direktörlerin artık yolun sonuna geldiğini öne sürenler de var!
Teknik direktörlerimizin Avrupalı teknik adamların gerisinde kaldığı tezine katılabilirim.
Ancak Türk futbolundaki gerilemenin bütün faturasını, Türk teknik adamlarına çıkarmak da büyük hata!
Nitekim yukarıda da irdelemeye çalıştığımız gibi, ortada bütüncül olmakla birlikte sistemsel bir sorun var.
Öyle ki ne Türk futbolu ne de kulüplerimiz çok iyi yönetilmiyor!
Her hafta hakemlerin ve hakem kararlarının tartışıldığı bir lig mi olur?
Kulüp başkanlarımız da karşıt görüşteki siyasi partilerin liderlerini andırıyor. Sürekli bir gerilim ortamı…
Kulüplerimiz yüksek borç yüküyle boğuşurken…
Türkiye Süper Ligi'nin marka değeri her geçen yıl biraz daha düşüyor.
(Kasım 2016'da yıllık 500 milyon dolar karşılığı olan Süper Lig maçlarının naklen yayın hakkının yeni dönemde ne kadar olacağını, bugün yarın öğreneceğiz!)
Futbol “seyir amaçlı” bir oyundur. Gösteri niteliğindedir. Kötü bir sinema filminin gişede hüsrana uğradığı gibi veya tutmayan bir TV dizisinin yayından kaldırılması misali, seyir zevki olmayan futbola da toplumun ilgisiz kalması gayet doğaldır.
Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki kadar duraksayarak oynanmıyor futbol.
Kendini yere bırakmayı alışkanlık haline getiren futbolcular.
Yerli yersiz her pozisyona düdük çalan hakemler.
Taktiğini takımına futbol oynatmak yerine, rakibine futbol oynatmamak üzerine kuran teknik direktörler.
Sonuç: Amatör futbol liglerinden biraz daha hallice bir Süper Lig!
Ayrıca dikkatimi çeken bir husus daha var: Maç sonlarında istatistikler yayınlanıyor. Futbolcuların isabetli pas oranları gösteriliyor. Diyelim ki filanca futbolcu yüzde 80 isabetli pas yapmış oyunda! Veriler oyuncunun başarılı olduğunu gösteriyor. Halbuki yapılan pasların çoğunluğu oyuncuların kendi yarı sahasında. Daha net ifade edeyim, oyunu uyutmak için yapılan paslar. Şunu demek istiyorum: Süper Lig’de “başarı” kavramı bile göreceli, yani kime ve neye göre başarılı?
Tüm bunları eleştirmek için söylemiyorum. Nihayetinde arz-talep meselesidir.
Skor/sonuç/tabela odaklı teknik adamların, medyanın ve taraftar grupların futbol anlayışları bu yönde olduğu sürece de bu tablo zor değişir.
Toparlamak gerekirse…
Şampiyonu, Şampiyonlar Ligi’nde SIFIR çeken bir ligden bahsediyoruz.
Bu arada kiminle konuşsam, Trabzonspor ile Konyaspor başta olmak üzere Anadolu kulüplerinin 3 büyüklerden daha iyi futbol oynadığından bahsediyor.
Anadolu kulüplerinin İstanbul kulüplerinden daha iyi yönetildikleri tespitine katılmamak mümkün değildir.
Ancak futbol konusunda aynı fikirde değilim.
Acaba Anadolu kulüpleri gerçekte çok mu iyi oynuyor, yoksa “3 büyükler aşırı kötü olduğu için” Süper Lig’de vasatın üzerine çıkmayı başaran kulüplerin oynadıkları futbol, nispeten göze hoş mu geliyor?
Son olarak…
Bazı Fenerbahçeliler, Galatasaray’ın; bazı Galatasaraylılar da Fenerbahçe’nin Avrupa’da başarısız olmasından mutluluk duymaya devam ededursunlar…
Ülke puanımız içler acısı durumda!
Temsilcimiz Fenerbahçe'nin kendi evinde Slavia Prag'a 3-2 mağlup olduğu müsabakanın ardından Türkiye UEFA sıralamasında 15. sıradan 16. sıraya geriledi.
Yani bu şu anlama geliyor: Eğer gerilemeye “DUR” diyemezsek, Türkiye’yi Avrupa kupalarında bir “ön eleme” kâbusu bekliyor.
Mutlaka ve mutlaka ilk 15’in içinde olmalıyız!
Aksi halde! Şampiyonlar Ligi’ne tek takım göndereceğiz ve o takım play-off oynayacak.
Dahası, Avrupa kupalarına göndereceğimiz takım sayısı da 5'ten 4'e düşecek.
Son noktayı koymadan önce, bırakalım da son sözü bir dönem Beşiktaş'ı da çalıştıran Hırvat Teknik Direktör Slaven Bilic söylesin: “Türkiye’de temel problem şu: Bilgili insanların yetkisi yok, yetkililerin de bilgisi yok...”
Hasan Eser / Mahalli Gündem.com