Türkiye'den ABD'ye turistik görünümlü göç akımı

HASAN ESER

Ülkemiz kamuoyu bir süredir şarkıcı Gülşen’i konuşup-tartışıyor.

Varsın birileri tartışmaya devam etsin.

Zaten Türkiye'de her gün neler neler oluyor, ama toplumun da kahir ekseriyeti, önüne servis edilen gündemle yetiniyor maalesef.  

Hal böyleyken…

Gelin bugün biz bir değişiklik yapalım, popüler gündemin peşine takılmak yerine, biraz olsun gündemin dışına çıkalım ve Türkiye’den ABD’ye uzanan ve son derece önem arz eden bir meseleye birlikte projeksiyon tutmaya çalışalım.

Evet, bugünkü konumuz: mülteciler/sığınmacılar/göçmenler 

Tabii konu “mülteciler” olunca…

“İyi de sevgili Hasan, mülteciler konusu gündemin dışında bir konu değil. Kaldı ki Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ başta olmak üzere, bu konu, belli bir kesim tarafından sürekli gündemde tutuluyor zaten…” diyeceğinizi de şimdiden duyar gibiyim.

Amma velakin…

Benim siz değerli okurlarıma aktarmak istediğim ‘mülteciler’ konusu, öyle tahmin ettiğiniz gibi “Suriyeli mülteciler” konusu değil. Afganlı, Somalili, Etiyopyalı veya Iraklı hiç değil.

Bunlar halis muhlis “Türk vatandaşı” olan mülteciler.

Evet, yanlış okumadınız! Tıpkı Suriye’den Türkiye’ye gerçekleşen mülteci akımı gibi, Türkiye’den de Amerika Birleşik Devletleri’ne bir mülteci akımı söz konusuymuş.

Konusuy(muş) diyorum çünkü bu konudaki kaynağım Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşadığını söyleyen bir okurum. 

Evet, Amerika'da yaşayan Türk kökenli bir okurumdan önceki gün bir e-posta aldım.

Ne yalan söyleyeyim, okuduklarım epey ilgimi çekince konuyu teyit etmek için e-postayı gönderen okurumla irtibat kurdum ve aktardıklarını/iddialarını yayınlayıp yayınlamayacağımı sordum.

İsminin gizli kalması şartıyla yayınlayabileceğimi söyledi.

O vakit “elçiye zeval olmazmış” misali, bana da yayınlamak düştü.

Buyurun beraber okuyalım:

Sayın Hasan Eser, Türkiye’de yeterince sosyal medya bombaları patlarken, pek fark edilemeyen fakat ayrı bir nükleer bomba etkisi yaratan sosyal bir olgudan bahsetmek istiyorum sana.

İstanbul- Cancún arasında sefer yapan Meksika uçağı her tarifeli uçuşunda ful çekiyor.

Daha pasaportunu 15 gün önce almış (yüzde 90 olasılıkla ilk defa) yurt dışına çıkan birçok genç vatandaş Meksika'ya uçuyor.

Yolcuların çoğunluğu kırsal kesimden ve yabancı dil bilmiyor.  

“Yahu ne var ki bunda? Her vatandaşın seyahat özgürlüğü var” diyebilirsin.

Ancak “hiçbir şey karşıdan gözüktüğü gibi değildir” sözü misali, ortada bambaşka bir tezgâh döndüğüne ve konununTürkiye Cumhuriyeti’nin şah damarına kadar gittiğine inanıyorum. 

Türkiye’de Amerikan rüyasının cazibesine ve dolar kurunun dayanılmaz atraksiyonuna kapılan genelde vasıfsız gençler Amerikan sınırına dayanıyor.

Bu noktada ilk defa yurt dışına çıkan ve yabancı dil bilmeyen vatandaşları organize eden bir grup olduğunu düşünüyorum. 

Bunlar önce İstanbul Havalimanı’ndan sorunsuz olarak geçiyorlar. (Fakat bilgisiz vatandaş bunun da organize olduğunu sanıyor!) Akabinde Meksika’ya iniyorlar ve burada yerel grubun organize ettiği Meksika polisinin de yol vermesiyle Meksika'ya yasal giriş yapıyorlar.

Öyle ki yolculuğun ilk üçkâğıttı da burada yaşanıyor!

Kanunen bir T.C. vatandaşının Meksika’ya girmesi için vize gerekmiyor!

Dahası, sınır polisinin de ilk defa yurt dışına çıkan, gıcır gıcır pasaportu elinde, tek başına Türkiye gibi uzak bir ülkeden gelen, lisan bilmeyen genç vatandaşın turist olmadığını anlaması için araştırma yapmasına gerek yok-ki bir bakış kafi-

Ne var ki Meksika polisi, yüzde 90’ında giriş damgası ilk defa kullanılan T.C. pasaportlarına mühür vurmaktan imtina etmiyor.

Yerel organizasyon birkaç gün içinde vatandaşı Meksika-ABD sınırındaki Juarez ( Huarez) kentine uçuruyor. Aynı yerel grup, bir taksiyle havalimanından ABD-Meksika sınırını oluşturan Rio-Grande nehrinin kıyısına (yaz aylarında diz boyu) vatandaşları bırakıyor.

Nehri geçenler de Amerikan sınır polisine teslim oluyor ve sığınma talebinde bulunuyor. Bu merhaleye kadar çıkan fatura: 14 bin ABD doları.

ABD İÇİNDE DÖNEN TEZGAH

ABD Vatan Güvenliği Bakanlığına ( DHS) bağlı polisler T.C. vatandaşlarını bir toplama merkezine yerleştiriyor.

Yaklaşık 50 gün sonra hakim karşısına çıkan T.C. vatandaşlarına ABD’ye neden geldikleri soruluyor. Gelenlerin büyük çoğunluğu, Türkiye’deki etnik ve mezhepsel azınlıklara mensup olduklarını söylüyor ve ekliyor: “Ülkemde zulüm, işkence ve ayrımcılık görüyorum…”   

ABD’de sığınmacı olabilmek için Türkiye’ye iftira atanların dışında; FETÖ üyeliği, ateistlik, eşcinsellik gibi sebepleri öne sürenler de var.

Duruşmalarda genelde konu üstünde uzmanlaşmış avukatlar devreye giriyorlar ve çoğu Türkiye kökenli, Türkçe bilen avukatlar. Bu merhalede ödenen ücret 3 ila 5 bin ABD doları.

Yetkililer “Ee sen Türkiye'den pasaport aldın elini kolunu sallaya sallaya çıktın, baskı ve zulüm bunun neresinde?” şeklinde sorgulasalar da genelde Türkiye'nin burada her daim kötü lanse edilen imajı, hakimlerin empatik tutumu ve ABD ekonomisinin düz amele işçiye büyük gereksinim duyması gibi nedenlerle bu vatandaşlar bir şekilde dışarıya salıveriliyor.

SPONSOR BORSASI

Tutukluluk halinin kısa sürmesi için bizim vatan evlatları başka bir tezgah da oluşturmuşlar. Bunlardan en önemlisi de sponsorluk sistemi.

ABD’de sığınmacı olarak davalar yıllarca sürebiliyor. Bu süre zarfında bir kimseyi içerde tutmak hiçbir tarafın işine gelmiyor. Şartlı ve kefaletle tahliyenin en önemli koşulu ABD’de yasal statüsü olan birisinin size sponsor olması. Yani sığınmacıya yatacak, yiyecek ve kalacak yer verecek; üzerine bir de duruşmalarına gitmesini garanti edebilecek bir sponsor. 

Özellikle Kürt kimliği üzerinden sığınma talebinde bulunan T.C. vatandaşları feodal yapıdan geldikleri için “Sponsorum: babamın amca oğlunun bir aile dostu ve halamın yeğeni” gibisinden beyanlarda bulunuyorlar.

Tabii ki sponsorluğun da bir fiyatı var ve bin dolar civarında. Bu arada 10 kişiye sponsorluk yapmış ‘seri sponsorlar’ da çıkmıyor değil.

Anadolu insanının ‘uyanıklığı’ burada bitmiyor. Dışarı çıkanların yüzde 50'si kaçak yoldan Kanada’ya gidip sığınmacı oluyor ve ABD’deki dava dosyasını açık bırakıyor.

Nedeni? ABD’nin aksine Kanada siyasi sığınmacılara kafadan aylık ödenek veriyor.

SÜRREALİST FİLM GİBİ 
Teksas’ın tozlu kasabalarının ucuz motellerinde 30-40 kişilik gruplar halinde kirli sakalları, zincirleme sigara içişleri ve serbest kalmanın verdiği neşeli halleriyle T.C. vatandaşlarını 500 metreden tanımak mümkün.

Hepsinin hayalleri var. Kimisi tüm ailesini getirmek istiyor. Gençler kısa yoldan zengin olmak ve ABD’yi fethetmek istiyor. Anadolu insanın tarihsel ‘akıncı’ dürtüsü ağır basabiliyor.

Gençlerin tercih ettikleri yöntemlerin başında da bir ‘SugaMommy’ bulmak geliyor. (Şekerpare Mama = Sugar  Mommy = Amerikan argosunda genç sevgilisine bakacak olgun ve dolgun meslek sahibi kadın). Böyle bir talep damarını olduğunu da sosyal medyadan öğrenmişler bile uyanık gençler.

BU SOSYAL FENOMENİN ÜZERİNE DÜŞÜNCELER 

Konuşulan rakamlara göre 2022 senesinde Türkiye’den yaklaşık 40 bin kişi bu şekilde ABD’ye giriş yapmış. 2023’de yine aynı sayı beklenmekte.

Bu rakam ABD’nin 340 milyon nüfusunu demografik olarak etkilemez, fakat Türkiye’yi dolaylı olarak etkileyebilir çünkü ABD’de Türk nüfusu bir avuç kadar.

Bu göç dalgasını vatandaşlarını ülkesini terke zorlayan T.C.nin ayıbı olarak yorumlayanlar da var. Bunların hepsi palavra, mesele ABD’ye kapağı atmak,  esas neden para diyenler de var. 

Fakat gelen bazı Kürt kökenli T.C. vatandaşlarının söylemine bakılırsa, Türkiye’yi yerden yere vuruyorlar. Türkiye'nin ne faşistliği ne de barbarlığı kalıyor. (ki “insan bu kadar da söylem rolü mü yapılır?” diye sormadan edemiyor!) Açıkçası ABD'de Türkiye karşıtı yeni bir lobinin tohumları atılmakta olduğunu hissediyor insan.

Eskiden klasik Rum ve Ermeni lobileri vardı (Ağababaları Biden ve Pelosi) sonradan Gülenist diaspora da bu lobi grubuna eklendi. İnsan şimdi "Sırada taze kan Kürt lobisi mi var?" sorusunu sormadan edemiyor. Bakalım zaman bize ne gösterecek. 

Ancak zaman ne gösterirse göstersin, “ATA Washington DC” gibi büyük fedakarlıklarla Türklerin ve Türkiye'nin sesini duyurmaya çalışan sivil toplum kuruluşlarının, bu göç dalgasıyla gelen T.C. vatandaşlarına da geleneksel Türk misafirperverliğini göstermesi gerekir. ABD'deki Türk sivil toplum kuruluşlarının gelenleri kucaklaması ve ABD Türk toplumuna entegrasyonda öncülük etmesi gerekir. Aksi halde sürüden ayrılanları kurtlar kapabilir."