Yol Üstü Deyip Geçmeyin...
İzmir'in Aliağa ilçesinde yaşıyorum.
İzmir’e gidiş-gelişlerimde yıllarca Çanakkale kara yolunu kullandım.
Halen kullanıyorum.
Eskiler bilir!
Bir zamanlar, Çanakkale’yi İzmir’e bağlayan- E 87 devlet kara yolu çift yönlü ama bölünmemiş bir yoldu.
Dikkatinizi çekerim:
Vatikan tarafından kutsal ilan edilen Meryem Ana Evi’ni ziyaret edip burada Hac görevini yerine getirmek üzere Dünya’nın dört bir yanından gelen Hıristiyanlar da bu güzergahı kullanıp Selçuk ilçesine ulaşıyorlar.
Bahse konu güzergahın bölünmüş/duble yola dönüşüm sürecinin başlangıcı 1985 yılına dayanır.
Dönemim hükümeti, IMF’ten alınan yardımla vurmuştur ilk kazmayı.
Gelinen son noktada/günümüzde ise iki geliş-iki gidiş olmak üzere duble/bölünmüş yol statüsünde bulunuyor yolumuz.
Kara yollarının yapımında dikkate alınan 2 önemli husus vardır:
1- Olabildiğince kısa/kestirme olması.
2- Can güvenliği…
Gelelim konumuza!
Bazı şehirler arası yollar vardır ki şehirlerin tam ortasından geçer. Bu, o şehirler için hem şans hem de şansızlıktır.
Şanstır çünkü her gün binlerce araç şehrinizden geçer.
Eğer şehrinizin içinden geçen yolun çevresi derli topluysa, bu o şehrin belediyesi için en büyük reklamdır.
Etrafın bakımlı olduğunu gözleyen sürücü ve yolcuların ilk yorumu şudur: Anlaşıldı buranın belediyesi çalışkan!
Yani şehirleri birbirine bağlayan güzergahlarda bulunan şehirler için vitrin niteliğindedir geçiş yolları.
Siz istediğiniz kadar iyi belediyecilik yapın, eğer geçiş yolu ve çevresine yeterince önem vermediğiniz takdirde başarısız kabul edilirsiniz.
Her ne kadar mantıksız bir yaklaşım gibi görünse de insanlar, yabancı oldukları şehirler hakkında ancak bu şekilde fikir sahibi oluyorlar.
Misal, Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cengiz Ergün’ün Türkiye çapında tanınmasının ve başarılı olarak kabul edilmesinin sebeplerinden biri de budur.
Çünkü Manisa’dan geçip de çevre düzenlemesinden etkilenememek mümkün değil.
Özellikle de kent girişleri/kent sınırı çok önemlidir; ilk intibadır.
Örneğin, Aliağa ilçe sınırlarına geldiğinizde sizi fabrikaların bacaları karşılar ve büyük bir sanayi kentine adım attığınızı fark edersiniz.
Kara yolları kenarına yapılacak tesisler belli bir kanun ve yönetmeliklere uyarak yapılır.
Araç trafiğinin yoğun olduğu yollarda her araç öyle kafasına göre duraklama yapamaz.
Fakat dinleyen kim?
Öyle bir zaman oluyor ki, Biçerova Yol Kenarı Denetim İstasyonunun hemen karşısında başlayan tırların yol kenarlarına gelişi güzel park etmeleri, güzergahı kullanan diğer araçlar için büyük tehlike oluşturuyor.
Kazalara davetiye çıkarıyor.
Hızla gelişen Aliağa’da yeni yeni fabrikalar açılıyor ama altyapı ne kadar yeterli?
Mutlak suretle lojistik köy çalışmaları yapılmalı.(Başka bir yazı konusudur.)
Bir de şu rüzgâr gülleri meselesi var!
Rüzgâr gülleri artık eskisi kadar sempatik görünmüyor gözüme.
Bunu yıllardır ‘Rüzgar ve güneş bize yeter’ diye haykıran biri olarak dile getiriyorum.
Rüzgar ve güneş enerjisini geçmişten bugüne ‘yenilenebilir ve temiz enerji’ olarak bildik.
Aslında bugüne kadar belki de öyleydiler.
Ama bugün rüzgar gülleri de sorgulanıyor.
Çevreye gerçekten zarar vermiyor mu?
Canlı yaşamını olumsuz etkiliyor mu?
Eskide kalan o sempatik rüzgar güllerinin yerini bugün devasa tribünler aldı.
“Bu sanayi kenti hızla büyüyor; burada rüzgar güllü olur mu?” diye hiç düşünülmedi mi acaba?
Merak ediyorum!
Devlet Hastanesi yapıldığında hastalar nasıl orada duracaklar?
Bu arada…
Rüzgar Enerji Santrallerine değil, bu santrallerin yaşam alanlarına yapılmasına karşı olduğumu belirtmek isterim.
Unutmadan söyleyeyim!
Bir de arıtma meselesi var!
Şakran‘a arıtma tesisi hala kurulmadı!
Aliağa gibi sürekli gelişen bir ilçede mevcut arıtma yeterli mi?
Bu soruya yanıt bulmak isteyenler, Güzelhisa Çayı’na bakabilirler.
İsmail Ergün / Aliağa Medya