14 Mayıs Seçimleri ve "Geminin büyüğü batmaz" algısı

NECLA KETENCİ ESER

Cumhurbaşkanlığı seçimi ve milletvekili genel seçimlerinde son viraja girildi.

Türkiye, 14 Mayıs 2023 Pazar günü sandık başına gidecek.

Halk, hür iradesiyle sandığa gidecek ve demokratik hakkını kullanacak.

Öncelikle altını çizmek istediğim bir konu var:

Mutlaka siz de fark etmişsinizdir! “İşte efendim, bu seçim şöyle önemli böyle önemli, hayat memat meselesi…” şeklinde klişe açıklamalar, seçmende eskisi gibi karşılık bulmuyor.

"14 Mayıs seçimi, Türkiye'nin yeni bir kurtuluş savaşıdır” şeklinde ve benzeri safsatalara da aklı başında olan hiç kimse itibar etmiyor!

Dahası, kendilerinden olmayanları hamasi söylemler üzerinden “düşman” veya “hain” olarak kategorize etmeye çalışanların artık gülünç duruma düştüklerini de söyleyebiliriz.  

Bu ülke hepimizin! Her şeyden önce de bizler “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini Anayasayla güvence altına alan bir ülkenin vatandaşlarıyız. Ve istediğimiz partiye veya adaya oy vermekte özgürüz!

Diyeceğim o ki, filanca partiye oy verenler “millidir” dediğiniz zaman, o partiye oy vermeyenleri de “gayri milli” olarak yaftalamış olursunuz. Ki bu da kutuplaştırmayı siyasi gelecekleri için tek çıkar yol olarak görenlerin çaresizliği olsa gerektir.

Aslında 14 Mayıs seçimlerini geçmişteki veya gelecekteki seçimlerinden ayıran bir özelliği de yok değil elbet.

Öyle ki 14 Mayıs’ta sadece ve sadece önümüzdeki dönemde ülkeyi kimin yöneteceğini oylamayacağız.

14 Mayıs’ta, getirildiği günden bugüne ülkemizi sürekli geriye götüren başkanlık sistemini de oylayacağız.  Daha açık ifade edeyim: Cumhur İttifakı’na verilen her oy, Türkiye’yi giderek anti demokratikleştiren başkanlık sistemine “güven oyu” niteliğinde olacaktır.

Bu noktada naçizane bir tavsiyem var: Kendi yakın çevrenizde küçük bir araştırma/anket yapabilirsiniz. Başkanlık sistemine geçiş için yapılan referandumda oy kullanan tanıdıklarınıza, tercihlerinden dolayı pişman olup olmadıklarını sorabilirsiniz.  Bakalım “evet” diyenler mi, yoksa “hayır” diyenler mi pişman?
 
MANSUR YAVAŞ BİR KONUŞTU PİR KONUŞTU

Bazı konuşmalar vardır ki tarihe altın harflerle yazılır, hatta geleceği tayin eder.

Son dönemde Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun da ve Sayın Meral Akşener’in de birbirinden önemli konuşmalarına şahit olduk.

Fakat şahsi görüşüm o ki, içinde bulunduğumuz bu seçim döneminde, kamuoyunda en çok ses getiren konuşmayı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Mansur Yavaş yaptı.

Sayın Yavaş, şöyle demişti o konuşmasında: "İstanbul kaybedilirse, Ankara kaybedilirse, 'Mekke düşer' dediler, 'Kudüs elden gider' dediler. 'Uçurumdan önceki son çıkış' dediler. 'Zillet bela, Cumhur beka' dediler. Hatta daha da ileri gidip, İstanbul'un 2. seçimlerinde 'Mursi mi Sisi mi?' dediler. Ama bizler seçimi kazandıktan sonra, ne Mekke düştü, ne Kudüs elden gitti. Ne uçuruma yuvarlandık, ne de beka sorunumuz oldu. Kendileri de Mursi'den vazgeçip Sisi ile el sıkıştılar."

ESTONYA FERİBOTU SENDROMU

Takvim yaprakları 28 Eylül 1994 tarihini gösterdiğinde, devasa bir arabalı yolcu gemisi olan Estonya isimli feribot Baltık Denizi’nde mavi sulara gömülür. Hem de kıyıya çok yakın bir mesafede…

852 kişinin öldüğü, 137 kişinin kurtulduğu bu olay, denizcilik tarihinin en büyük facialarından biri olarak tarihe geçer. Feribot kazasında yaşananlar da psikoloji literatürüne “Estonya Feribotu Sendromu” olarak girer.  

Bu konuda her ne kadar ihtilaflar olsa da, geminin su almaya başladığı sırada, gemi kaptanının yolculara hitaben yaptığı anonsta “Panik yapmayın, dünyanın en güçlü feribotundasınız” diye seslenmesi, feribot kazasının psikoloji literatürüne “Estonya Feribotu Sendromu” olarak geçmesine sebep olmuştur.

İddia o ki, kendisini gemiden atanlar kurtulmuş, ama feribotun büyüklüğüne güvenip kaptanın gemiyi kurtaracağına inanlar ise maalesef kurtulamamıştır. Geminin göz göre göre batmasına rağmen, son ana kadar izleyenlerin durumu da “Estonya Feribotu Sendromu” olarak tanımlanmıştır.

Diyelim ki “Estonya Feribotu Sendromu”nun hiçbir gerçeklik payı olmasın!

Peki ya adına kitaplar yazılmış, hatta birçok belgesel ve film senaryosuna konu olmuş Titanik’in 15 Nisan 1912 gecesi, hem de daha ilk seferinde bir buz dağına çarparak Kuzey Atlantik'in buzlu sularına gömülmesi…

Şunu demek istiyorum: O dönemde Dünya’nın en büyük gemisi olarak inşa edilen Titanik için de ne demişlerdi: “BU GEMİ ASLA BATMAZ!”

Kıssadan hisse…

Dünyada batmayacak gemi yoktur. Geminiz ne kadar büyük olursa olsun, mavi suların yutamayacağı bir gemi de yoktur. Öte yandan kaptanın sözlerine inanıp da batmaya yüz tutan bir gemiyi ısrarla terk etmemek de “bile bile lades” demekten öte değildir.

Ne demiş atalarımız: Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!

Not: Pazar günü sandık başına gideceğim ve bir oyumu Kemal’e bir oyumu da CHP’ye vereceğim. 15 Mayıs Pazartesi sabahına yepyeni bir Türkiye’ye uyanmak dileğiyle…