Farklılıklardaki sinerji
1930’larda Amerika’da ortaya çıkan ekonomik krizle birlikte şirketler gelir kaybı yaşadı. Bunun sonucunda pazar paylarını korumak ve pazarda büyümek için uluslar arası pazarlara yöneldiler ve farklı kültürlerle bütünleşmeleri, farklı demografik özelikleri, farklı değerleri, inançları,yaşam biçimleri, ekonomik anlayışları olan insan topluluklarını ve çalışanlarını yönetmek mecburiyetinde kaldılar.
Bu noktadan sonra farklılıklarımızla birlikte ve sinerji yaratarak yaşamamız gerekliliği ortaya çıkmış oldu ve bu farklılıklarla birlikte yaşama ve oluşabilecek çatışmaları en etkin şekilde yönetme konuları araştırılmaya başlandı.
Bu noktadan hareketle aynı toplum içerisinde bile, her ne kadar ortak bir kültür paylaşılıyor olsa da her insanın beklentileri, olaylar karşısındaki tavrı, düşünüş biçimleri, inançları, değerleri, yaşam tarzları benzer olmakla birlikte bir o kadar da farklılık barındırır.
Farklılıklarımızı doğal görerek, birbirimize saygı duymamız gerekliliğini kabul ettiğimizde, farklılıkları zenginliğimiz ve yaratıcılığımızın temel unsuru olarak değerlendirdiğimizde daha yaşanabilir ve değişime açık bir toplum haline gelmemiz mümkün olabilir.
1990’ların sonuna doğru internet ağının yaygınlaşması ve kullanımının artması, 2000’li yıllarda sosyal medyanın hayatımıza girmesi ve her yaştan kullanıcının ilgisini kazanması, bilişim teknolojilerindeki ve yapay zeka, IT teknolojileri, fiber sistemlerdeki hızlı gelişmelerle birlikte bilgiye ulaşmak kolaylaşmış, global dünyadaki bilgi birikimi katlanarak artmış ve bunların bir sonucu olarak insanlar hiç bilmedikleri, hiç gitmedikleri ülkelerin kültürleri, yaşam biçimi, değerleri hakkında görüş sahibi olmuştur.
Böylelikle dünya global bir köy haline gelmiş ve toplumlar da giderek daha çok birbirlerine benzemeye başlamıştır. İnsanlar kendilerini, kültürlerini, yaşam biçimlerini, inançlarını, değer anlayışlarını sorgular hale gelmiştir. Tüm bu gelişmeler çağdaş bir anlayışa dönük değişim için bir fırsat oluşturmaktadır.
Toplumları yönlendirme konusunda devletlere, medyaya, şirketlere, yerel yönetimlere önemli görevler düşmektedir. Bu saydığımız unsurların sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde ve etik anlayışı koruyarak değişimi yönetmeleri ve hızlandırmaları aslında kolaylaşmıştır. Çoğu şirket bu durumun farkındadır ve pazarlama anlayışlarını büyük ölçüde değiştirerek modern pazarlama yöntemlerini kullanarak bunu fırsata çevirmeyi başarmaktadır.
Devletler ve yerel yönetimlere de önemli görevler düşmektedir. Bu kurum ve kuruluşlar kültürel miraslarımızı koruyarak, cinsiyet eşitliği, barış ve adaleti tesis etmeli, aynı zamanda kuşaklar arası çatışmayı azaltmak için gençler, çocuklar ve büyüklerimizin hayatı daha çok paylaşmaları ve birbirlerinden öğrenmelerini sürekli kılacak ve değerlerimizi nesilden nesile aktaracak platformlar yaratmalıdır. Bunun için de kuşaklar arası iletişimin geliştirilmesi, bilgi üretimi, yaratıcılık, yenilikçilik ve girişimciliğin teşvik edilmesi önemli hale gelmektedir.
Böylelikle sosyal kalkınma mümkün olabilecek, empati becerisi gelişmiş, paylaşımcı, eleştirel düşünebilen, yaşadığı kente karşı estetik kaygı duyan kısacası düşünen bir toplumu gerçek kılmak mümkün olabilecektir.
Özge Uğurlu / İşletme Bilimi Uzmanı