Kaynaklar hızla tükeniyor! Çözüm sürdürülebilir kalkınma mı?

ÖZGE UĞURLU

İnsan çevresiyle ve toplum ile etkileşim içinde olan bir varlıktır.

Ne yazık ki sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan kentleşme, fosil yakıt tüketimi, nüfus artışı ve tüketim toplumuna geçiş ile insan çevreye geri dönüşü olmayan zararlar vermeye başlamıştır.

Bilim ve teknolojideki gelişmelerle birlikte doğal kaynaklar hızla tüketilmeye başlanmıştır.

İnsanın hava, su,toprak ile doğal bağı bozulmaya başlamıştır. Bu kaynaklar ikamesi olmayan kaynaklardır.

Sosyal ve ekonomik açıdan bakıldığında ise bireyler arasındaki gelir dağılımında da önemli bozulmalar başlamıştır.

Son yarım yüzyılda sayısı önemli ölçüde artan, temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan ve yoksullukla boğuşan geniş kitleler ortaya çıkmıştır.

Ekonomik kalkınma adaletsiz olmakta ve çevreye büyük zararlar vermektedir.

Gelecek nesillerin doğal kaynakları büyük ölçüde bozulmakta, kültürel çeşitliliğe, insanların gelişimine ve demokratik katılımına imkan verecek sosyal alanlar yaratılamamakta ve toplum refahına artıracak yenilenebilir doğal kaynaklara dayalı bir ekonomik sistem oluşturmak için her geçen gün geç kalınmaktadır.

Bu nedenlerle ekonomik kalkınma tek başına sürdürülebilir kalkınmayı ifade etmemektedir.

Tüm yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı 1987 yılında Birleşmiş Milletler tarafından sürdürülebilir kalkınma tanımlanmıştır. "Ortak geleceğimiz" adlı raporla sürdürülebilir kalkınma gündeme gelmiştir.

Sürdürülebilir kalkınma için temel koşullardan biri üretimde yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması ve ekolojik ve biyoçeşitliliği koruyan mekanizmaların geliştirilmesidir.

Daha da önemlisi doğaya ve topluma karşı sorumluluklarımızın olduğunu tekrar hatırlamamız gerekmektedir.

Kaynaklar sınırsız değildir. Örneğin hava ,su ve toprağın ikamesi yoktur. Tüm canlı sistemleri bir diğerinin alt sistemini oluşturmaktadır. Bu nedenle biyoçeşitliliği korumak her bireyin sorumluluğu olmalıdır.

Sürdürülebilirlik kavramı ilk ortaya çıktığı zamanlarda kamu kuruluşlarına ait bir sorumluluk olarak görüldü.

Günümüzde ise şirketler, insan hakları, çevre, hayvan hakları gibi konularda çalışan sivil toplum örgütlerinin ilgi odağı haline gelmiş bulunmaktadır. 

Sürdürülebilirlik konusunda farkındalık artırmaya çalışan çok sayıda kuruluş vardır.  

Ancak toplumsal değişimin başlatılması ve yaygınlaştırılması için sürdürülebilirlik konusunda daha fazla ve doğru bilginin paylaşılması ve herkese ulaştırılması önem kazanmaktadır.

Bilişim teknolojileri ve sosyal medya bizlere bu imkanları sunmaktadır.

Sürdürülebilirlik sadece devletin ya da kurumların sorumluluğunda olan bir konu olarak görülmemelidir.

Bireyler ve toplumlarda değişim yaratabilmek için araştırmacılar, sanayiciler, profesyoneller, kamu kurumları ortak bir gelecek yaratma konusunda bir araya gelmeli; tartışma ve işbirliği ortamları yaratılmalıdır.

Değişim ancak herkesin demokratik katılımının olduğu, sinerji yaratabilecek potansiyele sahip, ortak amacın vurgulandığı platformların yaratılması ve bir ekosistem bilinci ile gerçekleştirilebilir.

Özge Uğurlu / İşletme Bilimi Uzman