Geçmişten bir yılbaşı gecesi
1961 yılı benim için çok önemli olayları yaşadığım bir yıldı.
Zaten gelişinden de belliydi önemi.
İlk defa rahmetlik Annem ve Babam beni, kendileri ile beraber Yılbaşı kutlamasına götürmüşlerdi.
Onlar için, benim bu kutlama dediğim kavram akşam yemeği idi ama benim için evin dışında, ışıklardan, müzikten, birlikte şarkıların söylendiği, dansların edildiği bir ortamda başımın döndüğü bir kutlamaydı.
Artık tek haneli yaştan çıkmış iki haneli yaşa geçmiştim.
Üstelik ilkokulu bitirmiş Ortaokula başlamıştım.
Anne ve Babamla da olsa gece dışarı çıkmış, bir eğlenceye katılmıştım.
İşin gerçeği artık çocuk değil delikanlıydım.
Büyüteçle aynanın karşısına geçer yüzümün her tarafını milim milim incelerdim.
Olmaya ki adına sakal denilen ve erkekliğin sembolü olan, benim de arkadaşlarıma caka satacağım bir tüyü tespit eder, arkadaşlarıma gösteririm diye.
Dudaklarımın üstünde bir iki tane belirli belirsiz siyah tüy başını çıkartmıştı o yıl.
İçimi büyük bir heyecan kaplamıştı.
Babam elektrikli tıraş makinası ile tıraş olurdu.
Ben onu hiç sevmezdim ve aklım hep, yüzümü köpükle kaplayıp, içine jiletin takıldığı tıraş bıçağı ile tıraş olmaktaydı.
Nasıl da havalıydı öyle tıraş olmak.
Artık Sarayönü’ne gittiğimde gözüm jilet ve tıraş makinesi satan dükkânlardaydı.
Nedendir bilinmez, yolum da hep onların önünden geçerdi, gideceğim yere uysa da uymasa da.
Büyük bir havayla “Ralleigh” marka askeri yeşil renkte boyalı bisikletimi, kaldırıma park eder, iner ve büyük adam pozlarında tıraş makinelerine bakar ve en iyisini seçmeğe çalışırdım.
Önce gözüme kestirmeli,yeterli parayı biriktirince gidip almalı, sonra da odamda iyice gizlemeliydim.
Eğer ortaya çıkar da rahmetlik ağabeyim görürse önce beni makaraya alır, sonra da ele güne rezil ederdi.
Böylesine önemliydi bu konu benim için.
İlk sakal tıraşımı olduğum gün, yüzümde dudaklarımın üstünde üç beş tane siyaha çalan tüylerden başka bir şey olmamasına rağmen ben, kocaman bir adam gibi, tüm yüzümü sabunla kaplamış, tıraşa hazır etmiş, sonra da büyük bir keyifle, olayın tadını çıkara çıkara, herhalde yarım saat süren bir sakal tıraşı ritüeli yaşamıştım.
1961 yılının yılbaşı akşamı, o dönem Lefkoşa’nın göz bebeği olan Çağlayan Gazinosuna gideceğimiz belli olunca beni müthiş bir heyecan kaplamıştı.
Zaten benim hatırladığım birkaç yer vardı ona benzeyen sık sık gittiğimiz.
Bazen rahmetlik Annibal’ın Zafer Sineması karşısındaki kebapçı dükkânına giderdik, bazen de Boğaz’daki, sanırım adı “Cennet Taverna” olan restorana.
Babam o yıl, plakası “V 456” olan arabasını satmış yerine yepyeni “Y 066” plakalı beyaz bir Jaguar almıştı. Tam bir kuğu gibiydi Jaguarımız.
Dönemin en son teknolojisi ile donanmış yapısı ile yollarda sessizce süzülür, kendisinin karşısında hiçbir araba duramaz, hiçbiri de yarışamaya cesaret edemezdi.
O gece, Çağlayan Gazinosu’na gitmeden evvel, evde yapılan küçük kutlama yemeğinden sonra annem masaya kocaman bir yeni yıl pastası koydu.
Üzerinde “1961” yazan, her yeri çikolata ile kaplı, ağzımın sularını akıtan muhteşem bir pasta...
Özelliği de yeni yılın şanslısının kim olduğunu tespit etmek için içine bir tane “Çifte Şilin” konmuş olmasıydı.
Pastanın etrafındaki herkes çok heyecanlıydı, “Çifte Şilin” kime çıkacak diye. Ben için için dua etmiştim şilinlerin bana çıkması için.
Benim için büyük paraydı Çifte Şilin.
Tamı tamına on tane KitKat alırdım ben onunla Meclis’in karşı köşesindeki bakkal “Blacky”den. En ucuz ondaydı Kitkat’lar. Her yerde üç kuruş, onda iki kuruştu bir KitKat.
İlk servisi rahmetlik annem bana yapmıştı evin en ufaklığı olduğum için.
Ben, doğduktan sonra farkında olmadan rahmetlik ağabeyimin elinden almıştım bu ayrıcalığı. Elimde ağlamak, zırlamak gibi kocaman bir silah olduğundan her öncelik bendeydi.
Tabağıma konan kocaman pasta dilimini keyifle yerken, sanırım annemin gözü de çaktırmadan bendeydi ki, aniden ağzımdan “çat” diye bir ses çıktı ve dişime sert bir cismin geldiğini hissettim.
Ne olduğunu anlamıştım. Hemen elimi ağzıma soktum ve az daha sevinçten bayılacaktım. Çifte Şilin bana çıkmıştı….
Çağlayan Gazinosu’nda neler yaşadığımızı da, Allah izin verirse, gelecek senedeki son köşe yazımda anlatacağım.
Tüm okuyucularıma güzel, mutluluk, sevgi, sağlık ve huzur dolu bir yıl dilerim…
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı