İnsanlık Bugün Yaşadığı Sorunları Kendileri mi Yarattı?

PROF. DR. İBRAHİM ORTAŞ

Toplumlar Arasındaki Eşitsizlik Manzaralarının Düşündürdükleri -2-

Toplumlar Arasındaki Eşitsizlik Manzaralarının Düşündürttükleri-1’de Dünya genelinde devletler, toplum ve insanlar arasındaki gelir farklılıkları ve sağlıktan yararlanma somut verileri analiz edilmiştir. İnsanlığın üzerinde vücut bulduğu ve bir zamanlar insana ait hiçbir obje yok iken bugün uzaydan çekilen fotoğraflardan insanlık yer yüzeyinin tamamına hâkim oldukları ve her yerden yerleşim yerleri, onlarca kat büyüklüğünde gökdelenler, karda-denizde-havda yollar değişik yer altı ve üstünün delindiği bir dünya görülmektedir. İnsanlığının birkaç binyıllık geçmişinde doğanın yaslarını öğrenerek doğadan yararlanarak geliştirdiği bugün ki durumumuza ilişkin çok fazla eleştiri konuları bulunmaktadır.

İnsanlar Kendi Elleri İle Sorun Mu Yarattılar?

Maalesef bugün doğal yaşamda canlılar arasındaki doğal seleksiyon ve güçlü olan bireylerin yaşam şanslarının yüksek olmasının dışında bugün ki anlamda hiç karşılığı bulunmayan eşitsizlik ilişkisi insanın birkaç bin yıllık geçmişinden kaynaklanıyor. İnsanın bugünkü gücünü ve gücünün artışının temelinde insanın yeteneklerinin geliştirmesi, ürettiği aletlerle ele geçirdiği güç ilişkisi, yeni insan aklının ilerlemesinden doğan silah gücü ve onun sağladığı mülkiyet ilişkisi kişileri birbirinden farklılaştırmıştır.

Maalesef sosyolojik olarak çoğalan ve bir arada yaşayan insanların kendi elleri ile oluşturdukları toplumsal sözleşmelere ve kanunların üstündekiler, elitler tarafından yapılması ve yasalar ile eşitsizliğin yerleştirilmesi insanlığa kabul ettirilmiştir. Bugün eşitsizlik insan eli ile sabitleşip yasallaşmıştır. Yukarıdaki dünyanın genel gelir dağılımı durumu bunun tamda yansımasıdır. Bugün 187 ülkenin yasama yetkilerine baktığımızda birbirinden çok faklı yönetim anlayışlarının olduğunu görüyoruz. Halen çoğu ülkede yönetimi ilinde tutan ülke vatandaşlarının iradesine başvurmuyor. Çoğu göstermeli seçim yapılıyor, kimi ülkede demokratik yolla iktidara gelenler elindeki gücü kullanarak manipülasyonlar yaratmaktadır. Halen bazı batı ülkeleri gibi kişi başı milli gelirleri 50 bin dolar düzeyindeki ülkelerde vatandaşların iradesi ile yönetimler ve ülkelerin kaynakları yönetilmektedir. Ancak bütün bunlar dünyanın gelir dağılımı, gıda paylaşımı ve güvencesini sorunlarını ortadan kaldırmıyor. Bugün ki kavgaların büyük çoğunluğu buradan gelmektedir. Bu bağlamda özelikle insanlığın geçmişini bilmesinde ve kendisini tanımasından büyük yarar vardır.

İnsanlık Geçmişini Tam Bilmiyor ve Mutlaka Tarihi Bilincini Sağlaması Gerekiyor

Amerika keşfedildiğinde kıtaya ilk giden İspanyollar Inkaların çok ileri medeniyeler kurduklarını, pazarları, berberleri, sade yaşamları olduğunu rapor etmişlerdi. İlkel insan sadece temel ihtiyaçlarını karşılarken, uygar insan ise itibar, selam alma, zenginlik gibi sonradan uydurulan şeylerin peşine düşmekte olduğu belirtiliyor. Şairlere göre insanı uygarlaştıran altın ve gümüş; filozoflara göre ise demir ve buğdaydır. Amerika yerlileri bunların hiçbirini bilmedikleri için temiz kalmışlardır.

Şimdi anlıyoruz ki ilkel insan daha özgür ve bağımsızdı. Çünkü insanın tamamı gıdasını temin etmek için gıda arayışına çıkıyordu. Bugün gelişmiş ülkelerde toplumun % 5-10 arası tarım sektöründe çalışıyor geriye kalan % 90 tarımın dışında değişik uğraşılar ile tarımda çalışanların sağladığı gıda ile besleniyor. Uygar insan ise pek çok yeni gereksinimler sonucu doğaya ve diğer insanlara boyun eğip kul olmuştur. İnsanlar arasındaki ilişkilerde bir insanın başına gelebilecek en kötü olay, kendini başka birinin keyfine ve insafına bağlı bulmaktır. Başka insanlar üzerinde egemenlik kurmak isteyenler, buna karşı çıkanlar ve kulluk etmeye hazır olanlar arasında eşitsizlik kolayca yayılır.

Bu bağlamda herkesin en azından bir Dünya tarihi, uygarlık tarihi ve tarım tarihi bilgisine sahip olması çok yaralı olacaktır. Geçmişten günümüze ne tür süreçlerden geçtiğimizi anlarsak geleceği ona göre daha insan eksenli düşünebiliriz.

İnsanlığın kısa tarihinde birbirinden farklılaştığı ve insanın insanın sırtında geliştiği ve para hırsı için tahrip etiği dünya artık yaşanılamaz olduğu görülüyor. Son korona virüs bu bağlamda bizlere bir anda gıdanın güvencesinden başkasının anlamış olduğunu ve insanın insan olarak kalmasını hissettirdi. Virüs salgını ile sosyolojik olarak; toplum ve bireylerin uygun ortamlarda barınma, beslenme ve temiz hava teneffüs edecek ortamlarda yaşaması gerekiyor. Yaşanılan ortamların stresten uzak, yeşilin, parkların, sanat ve sosyal ortamların gelişmemişliğini ortaya koymaktadır.

İnsanlığın Eşitsiz Gelişimi Çok Önce Jean-Jacques Rousseau Tarafından Gündeme Getirmişti

Jean-Jacques Rousseau’nun “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı” eseri bugün yaşadığımız dünyayı birçok sorunun (1755) 265 yıl önce yaşadığı çağı gözlemleyerek açıklamıştı. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı Rousseau’ya göre özel mülkiyetle ile başlıyor.  Rousseau’nun, Dijon Akademisinin "Eşitlik" temalı tartışması için hazırladığı “Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine kitabı; insanlığın altın çağını yerleşik düzene geçmesiyle, temelde de toprağın kişilerin mülk edinmesi başladığını belirtiyor.

Rousseau’ya göre “insanlar kendilerini tanımaya başlamazsa, insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı bilinemez” diyor. Anadolu aydınlanmacılarıda insana kendini tanı diyorlar. Yunusun “sen kendini bilmesen bu ne tür okumaktır” dizeleri tam da bunu ifade ediyor.

Eşitsizliğin temelleri ta “Doğal/ilkel insan tanınmalıdır”a dayanıyor. Rousseau eşitsizliği ve sonuçlarını şöyle tanımlıyor; “İnsan türünde iki çeşit eşitsizlik vardır. Savında “doğuştan edindiğimiz zekâ ve beden eşitsizliğinin ötesinde, sonradan edindiğimiz eşitsizlikleri” öne çıkarmaktadır. Biri, doğa tarafından meydana getirilen ve yaş, sağlık, bedendeki güçler ve zekâ ya da ruh nitelikleri arasındaki farklardan oluştuğu için buna doğal ya da fiziki eşitsizlik denebilir. Ve bu doğada var olan ilkeye de uygun ve anlayışla karşılanmalıdır. Ancak ikincisi ise insanlar tarafından onanmış yâda insanların tarihsel gelişim süreci içinde kendileri tarafından genelde farkındalığı erken gelişenler, insanı manipüle edenler ve elitler tarafından de kurulmuş şeylerdir. Bu yüzden buna da manevi ya da politik eşitsizlik denebilir”. Daha zengin, daha itibarlı olmayı istemek; başkalarına boyun eğdirmek arzusu buna örnektir.

Rousseau, özel mülkiyete karşı olması ona göre “özel mülkiyetin hiç olmadığı yerde haksızlık da olmayacaktır”. Özel mülkiyet oluşmasaydı, insanlık nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden, nice yoksulluklardan ve nice korkunç olaylardan esirgenmiş olurdu diyor. Rousseau’ya göre insanlar uygarlaşınca aralarında eşitsizlik baş göstermiştir.

İnsanlığın Temel İhtiyacı Olan Besin-Su, Yer Altı Ve Üstü Kaynakların Kullanımının Yeniden Kamusal Anlayışla Yönetilmesi Önemli

İnsanın tarihi yolculukta ürettikleri ve birikintilerini miras yolu ile aktarması, yer altı ve üstü kaynaklar ve toprak ve su kaynakların insanlığın ortak kamusal ihtiyaçlarının ötesinde özel mülkiyet olarak kullanılması en çok tartışılan konular olarak tartışılmaktadır. Başta yer yüzeyinin, toprakların ve mülkün neye göre devletler, toplumlar ve bazı insanlar arasında paylaşıldığının bilinmemesi, bazı insanalar sürekli çalıştıkları halde karnını zor doyururken, bazıları milyar dolar sahibi olması. Başta insanların yaşam alanlarını daraltması sonrası bitki ve hayvan türlerini yok olması, çevre kirliliği, iklim değişimleri gibi onarılması neredeyse mümkün olmayan birçok temel sorunlar. İnsanlığın kısa tarihinde yarattığı bu sorunlar birkaç binyıldır sorunların artarak farklılaşması ile birlikte değişik düzeylerde tartışılmaktadır. Bunun içindir ki felsefe, sosyoloji, mantık, psikoloji, edebiyat, din, siyaset, yönetim, tarih, ekonomi, çevre vs. gibi birçok alan üzerinde sorunlar tartışılıyor. Dünyadaki kitapların neredeyse yarısı bu konular üzerine yazılmıştır.  

Temelde özel mülkiyete şahsen bir yere kadar karşı değilim. Meslekler, iş kolları, beyin gücüne dayalı faaliyetler çok değişti. İnsanın çalıştığının ve emeğinin karşılığını alması ve asgari düzeydeki ihtiyaçlarını karşılaması gerekir. Ancak insanın insan’ın sırtından parazit geçinmesi ve insanı kandırarak elindeki değişik yollarla almaması gerekir. Yalan ve hile ve değişik yollarla hak ettiğinden daha çok kazananların günde güne çoğaldığı ortam bir gün sosyal sorun çıkmasından dolayı da pek taraf olamıyorum.

Aslında sonradan edinilin ve insanın yaratığı bu eşitsizlikleri belki tamamen ortadan kaldıramayabiliriz ancak yaşanılabilir bir dünya yaratılabilir. Bugünde bazı toplumların anayasalarında var olan insan hakları ve sosyal devlet anlayışı ile insanların bir arada farklılıklara rağmen yaşayabileceğini göstermektedirler. Son kovit-19 sonrası gıdanın öncelikli ihtiyaç olduğunun anlaşılması ile gıda, temiz su ve sağlıklı çevrede yaşam güvencesi bütün insanlar için asgari düzeyde sağlanabilir. Bu halen mümkün görülüyor. Biraz empati yapıp bencillikten arınmak ve başka canlılarında yaşam hakkına saygı duymak sanırım düşünen insana daha çok yakışır. 

Başta insanlığın korona virüs salgını bir an önce daha fazla can kaybı olmadan atlatması dilerim. Bu vesileyle bayramınızı candan kutlarım.  

23 Mayıs 2020 Adana, Prof. Dr. İbrahim Ortaş / Korona Günlüğü