Kızılderili reisin 170 yıl önce anlattıklarından öğrendiğimiz doğa felsefesi dersi

PROF. DR. İBRAHİM ORTAŞ

İnsanın uygarlaşması, birbirine katkıda bulunması ancak doğanın yasalarının anlaşılması ile sağlanır

Doğa felsefesi konusunda yazılmış en açık ve öğretici metinlerin başında Kızılderili Squamish kabilesinin Reisi Seattle’nin 1854’te, kendisinden toprak satın almak isteyen ABD başkanı Frenklin Pierce’e yazdığı “BİR VAHŞİNİN MEKTUBU” gösterilebilir. Toprağın, suyun, havanın, güneşin önemini kavramadan doğaya yapılacak en küçük bir olumsuz etkinin sonunda insana olumsuz olarak döneceğini belirtiyordu Reis Seattle. Ne yazık ki 175 yıl önce mektupta belirtilen o özlü ifadeler bugün insanın bozduğu doğanın tepkilerde iklim değişimleri, Covid-19 türü pandemiler ve gıda güvencesizliği olarak hayat bularak insanlığın karşısına çıkmıştır. Canlılar içinde sadece insan beynini kullanma ayrıcalığını çoğunlukla doğanın sırlarını çözmeye ayırdı. Ancak bu arada bazı paragözlerin, açgözlülükle, maalesef doğanın bazı mekanizmalarını kullanarak doğaya belki de onarılması çok güç zararlar verdikleri görülüyor. Yaşar Kemal 2007 yılındaki bir söyleşisinde “Bütün yüreğimle inanıyorum ki doğayı yok etmek suçların en büyüğüdür” diyordu.

Artan nüfus ve teknolojinin enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla yeraltında milyonlarca yılda birikmiş olan petrol, gaz, kömür ve madenlerin plansız ve doğaya zarar verecek şekilde çıkarılması ile bir bütün olarak toprak ve de atmosfer de kirletilmiş oldu. İnsan adeta kendisini taşın, toprağın, meranın, ormanın, suyun, havanın ve hayvanların efendisi yerine koyarak doğayı çıkarına göre manipüle ederek (bozarak) yaşam alanlarını kendi eli ile bozabilmektedir. Milyarlarca ton CO2 gazını atmosfere salarak bütün canlıların yaşam alanını olumsuz yönde etkilenmesine neden olan küresel ısınmayı ve iklim değişimlerini tetiklemekten hiç çekinmiyoruz. Kentlerde yükselen gökdelenler hava akışını engellediği için kentler yaşanamaz duruma gelmiş. Yerleşim yerlerinin genişletilmesi ile oksijen üreten ağaçların yok edilmesi ile kentler nefes alamaz oldu. Büyük iş makineleri ile tahrip edilen bitkilerin toprağı yerinde tutma gücünün ortadan kaybolması sonucu toprak erozyona uğramış, beraberinde kentler kum fırtınaları ve çevresel zararlara maruz kalmıştır.“ Çevre ve iklim değişimi konuları, bireysel ve toplumsal bazda doğadan yana anlayışlar ile ele alınmalıdır. Sorunlar ABD başkanına mektup yazan Reis Seattle’ın “doğa insana ait değil, insan doğaya aittir” yaklaşımı ile aşılacağı açıktır. Buna rağmen, insan doğaya hâkim oldukça yapısını bozdu ve bugün çok daha şiddetli çevresel sorunlar ile karşı karşıyayız.
Doğada her bitkinin yaşam döngüsündeki rolü anlaşılsa, doğada ne denli mükemmel mekanizmaların işlediğini ve öğrenilecek pek çok konunun olduğunu kavrayacağız. Ancak “bildiği yanıldığına yetmeyen”, ama kendini doğanın efendisi sanan insan kendi geleceğine de zarar vermektedir.   

İngiltere Kraliyet Botanik Bahçesi (RBG, KEW garden) raporuna göre bitki türleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır (2 Ekim 2020, Cumhuriyet gazetesi). Raporda 42 ülkeden 210 bilim insanı, kayıpların ana nedeni olarak, tarım alanları oluşturmak için yabani yaşam alanlarının tahrip edilmesini gösteriyordu. Doğal bitkilerin aşırı hasattı, inşaat sektörünün toprakları betonlaştırması, istilacı türlerin yayılması, çevre kirliliği gibi faktörler ve de iklim değişimlerinin etkileri kayıpların nedenleri olarak gösterilmektedir.  
 
Çevrenin ve Bilimin Sorunu Felsefi Tartışma ile Aşılabilir
Covid-19 ve iklim değişimleri doğanın yeniden irdelenmesini gerekli kılmaktadır. İnsanın doğa ile ilişkisi bugün tartışmaya açık olup geçmişte yarattıkları ile ciddi anlamda sorgulanması gerekiyor. Çevre ve iklim değişimleri konusunda felsefenin söyleyeceği çok şey var. Felsefe doğası gereği yaşamı ve gelişmeleri irdeler, analiz eder, soru sorar, cevap arar. Felsefe hiçbir zaman değişmez kabul edilen ve çok önceden belirlenmiş görüşleri savunmaz. Felsefe devingenliği ve doğal çelişkinin içinden çıkan bilgiye bakar.
İnsan sorgulayan bir canlı olarak kendisini, çevresini ve nereden gelip nereye gittiğini sorgular, kafası sürekli binlerce soru ve tartışmayla meşguldür. Bu bağlamda bunca sorunun altında çoğu zaman yaşam zor gelebilir. Diğer taraftan sorgulamadan, yaşamı olduğu gibi kabullenmek daha kolaycı gelebilir. Prof. Dr. Uluğ Nutku “İnsan doğadan malzeme edinir, fakat bunu yapmakla öyle böbürlenir ki kendisini doğanın efendisi sayar” diyor.
Ancak bilim ve felsefe bu sorunun da felsefe ile çözülebileceğini biliyor ve tartışıyor. Felsefe bize temelde yol göstericimiz, içimizdeki ses olacaktır. Eflatun “erdem ve mutluluğun felsefi bilgiyle gerçekleşeceğine işaret etmişti”. Bütün yaşadığımız sosyal ve çevresel sorunlar ve bu konulardaki bilimsel uğraşılar ancak özgür ortamda tartışmalarla aşılabilir. Varoluşumuzun temel sorunlarını irdeleyen felsefe aynı zamanda kişiye kazandırdığı kritik düşünme ile bireyin özgürleşmesini de sağlamaktadır.
Günümüzde yaşanan birçok sorunun temelinde doğanın yeterince anlaşılmamış olduğu görülüyor. Doğadaki çiçeklerin renkliliği ile buluşmayan hiçbir düşünce farklılıkları anlayamaz ve içselleştiremez. Son dönemlerde insanların birbirlerini yok saymaları ve anlamamalarının gittikçe artığını görüyoruz. Farklılıkları doğal görmeden, karşıdakine var olma duygusu ile yaklaşılmadan sorunların çözülemeyeceği de anlaşılacaktır. Doğa felsefesinin kavranması aynı zamanda insanın ne olduğunun da fark edilmesi anlamına gelecektir. İnsanın uygarlaşması, birbirine katkıda bulunması ancak doğanın yasalarının anlaşılması ile sağlanır. İnsanın kavranmasının insan haklarının kavranmasına da katkı sunacağını düşünerek aşağıda Seattle’ın mektubunu bilginize sunuyorum.
Çok önemsediğim mektuptaki düşüncelerin anlamı ve ağırlığı günden güne daha çok kavranıp benimsenmektedir. İlgi duyanlar için Squamish Kabilesinin Reisi Seattle’nin 1854’te, yazdığı mektup aşağıda bilginize sunulmaktadır.

              BEYAZ SARAYDAKİ BÜYÜK BEYAZ REİSE:
                        "Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının pırıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, ak kumsallı kıyılar, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu, halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerinin bir parçasıdır. Ormanların, ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır. Biz buna inanırız. Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz ölüp yıldızlar evrenine göçtüğü zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise doğduğu toprakları unutmaz. Çünkü Kızılderili, gerçek anasının toprak olduğunu bilir.
              Washington'daki Büyük Beyaz Reis bizden toprak almak istediğini yazıyor. Bu bizim için çok büyük bir özveri olur. Büyük Beyaz Reis, bize, rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz Kızılderililerin ise, O'nun çocukları olacağımızı söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz ama yine de önerinizi kabul etmemizin kolay olmayacağını itiraf etmek zorundayım. Çünkü topraklar bizler için kutsaldır. Derelerin ve ırmakların suyu, bizim için, yalnızca akıp giden su değildir, atalarımızın kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları size satarsak bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmemiz gerekecek. Biz, dereler ve ırmakları, kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize?
              Biliyorum, beyazlar bizim gibi düşünmezler. Beyazlar için bir parça toprağın ötekinden ayırımı yoktur. Beyaz adam, topraktan almak istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak, beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam, topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır. Beyaz adam, anası olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alınıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.
              Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı sesler, bir kelebeğin uçarken çıkardığı kanat sesleri duyulmaz.
              Belki vahşi olduğum için anlayamıyorum, ben ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin çevresinde toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça yaşamın ne anlamı ne değeri olur? Biz Kızılderili’yiz ve anlamıyoruz. Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgârın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanlarının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp gelmiş meltemleri severiz.
              Hava önemlidir bizler için, Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı solur. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak; havanın temizliğine önem vermemizi öğrenmeniz gerekecek. Çocuklarınıza havanın kutsal bir şey olduğunu, havanın temizliğine önem vermek gerektiğini öğretmelisiniz. Hem nasıl kutsal olmasın hava?  Atalarımız doğdukları gün ilk soluklarını, ölürlerken de son soluklarını bu hava ile solumuşlardır.
              Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğim, eğer önerinizi kabul edecek olursak bizim de bir koşulumuz olacak.  Beyaz adam bu topraklar üstünde yaşayan tüm canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka düşünemiyorum...  Yaylalarda cesetleri kokan binlerce bufalolar (yabani sığır) gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup vurup öldürüyordu. Dumanlar püskürten demir atın bu bufalolardan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz Kızılderililer, yalnızca yaşayabilmek için öldürürüz hayvanları... Tüm hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada, insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün canlıların başına gelen, yarın insanın başına gelecektir. Çünkü bunlar arasında bir bağ vardır.
              Şu gerçeği iyi biliyorum: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin bireylerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenlerle dünyanın başına gelen her felaket, insanoğlunun da başına gelmiş demektir.
              Bildiğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tanrınız, bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yarattıklarıyız.  Beyaz adam, bir gün belki bu gerçeği anlayacak ve kardeş olduğumuzun ayrımına varacaktır. Siz, Tanrımızın başka olduğunu düşünmekte özgürsünüz. Ama Tanrı, hepimizi yaratan Tanrı için, Kızılderili ile Beyazın arasında fark yoktur. Ve Kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Toprağa saygısızlık, Tanrı’nın kendisine saygısızlıktır.
              Beyaz adamı bu topraklara getiren ve ona, Kızılderili’yi boyunduruk altına alma gücü veren Tanrı’nın kaderini anlamıyorum. Tıpkı bufaloların öldürülüşünü, ormanların yakılışını, toprağın kirletilişini anlamadığım gibi...
              Bir gün bakacaksınız,  gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yaban atları evcilleştirilmiş ve her yer, insanoğlunun korkusuyla dolmuş. İşte o gün, insanoğlu için yaşamın sonu, varlığını sürdürebilme savaşının başlangıcı gelip çatmış olacak... 
Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam, paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.

Prof. Dr. İbrahim Ortaş