Nasıl Bir Eğitim Sitemimiz Olsaydı Ar-Gör Ceren Şenel Öğrencisi Tarafından Öldürülmezdi
Eğitimci olarak eğittiğimiz insanların her yönü ile çalıştığı konuyu enine-boyuna tartıştırabilen birikimli ve bilinçlenmiş ve toplumuna yaralı olmasını sağlamak zorundayız. İyi eğitilmemiş, ne istediğini bilmeyen kişiler ise tersinden toplumuna zarar verebilirler.
Çankaya Üniversitesi, Hukuk Fakültesinde kopyadan yakaladığı öğrencisi tarafından üniversitedeki odasında öldürülen Ar-Gör. Ceren Damar Şenel'ın öldürülmesi çok üzücü ve üzücü olduğu kadar de düşündürücü. Geçmişte bu ve benzeri sonuçları çoğu defa kenar mahalleler de yaşanırdı. Üniversitelerde eğitim ezbere dayanmadığı için öğrenciler ile öğretim üyeleri arasında not tartışması pek yaşanmazdı. Maalesef artık üniversitelerimizde de (biraz da öğrenci sayısının fazlalığının da etkisi ile) sınavlar test ve ezbere eğitime yönelmiş olmasından kaynaklanan hak edilmeyen puanların (not) istemi yaşanıyor. Ar-Gör. Şenal’in ölümü üzerinde her kesimden gerekli kınama, açıklamalar yapıldı. Sorun neydi? Öldürme basit bir sınavda kopya çekme işlemi mi, güvenlik zafiyeti mi, yoksa üniversite yönetiminin gözden kaçırdığı hatalar var mıydı? gibi sorular pek sorulmadı. Bütün bu yaşananlardan sonra başta YÖK ve Üniversite yönetimleri ne tür öneriler geliştirdiler ve sonuç ne oldu? gibi açık soruları galiba tartışmadık ve de derinlemesine de sorgulamadık.
Öğrenciler Hocaların Ders İşlemek İçin Hazırlandıkları Sayıtlarının Fotoğrafları İle Sınava Hazırlanıyor
Bugünlerde üniversitelerin yılsonu sınav dönemi, çoğu hocanın kapsında ağlayan sızlayan öğrenciler belirir. Geçmişte olmayan bir usul oluşmuş. Şöyle ki: çoğu öğlenci 4 haftalık devamsızlık yapmayı neredeyse doğal verilmiş bir hak olarak görüyor ve kullanmak istiyor. Devamsızlık hakkı her türlü olumsuz sağlık vs. gibi durumlar için öğrencinin dönem kaybetmemesi için verilmiş bir hak. Bu hak kötüye kullanılamaz.
Öğrencilerin derse ilgisizliği ne yazık ki üniversite eğitiminde bütünlüklü bir eksikliği de ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda öğrenciler sınıfta cep telefonu ile hocaların ders slaytlarının fotoğrafını çekerek sınava hazırlanmaktadırlar. Çekilen fotoğrafların dışında hiç kitap, defter yüzü açmayan bu öğrenci profili ile nereye varacağımızı bilemiyorum. Bu durumun pedagojik olarak analiz edilmesi gerekiyor. Acaba, öğrenciler meslek tercihlerinden memnun değiller mi? Çoğu öğrencinin istedikleri tercihe yerleşmemenin rahatsızlığını hissediyoruz. Ancak buna rağmen etkili öğrenme gerçekleştirmeleri için ciddi bir çalışma ve araştırma çabasının içinde olmaları beklenir.
Bu bağlamda birkaç kez yazarak öğrencilerin yetersiz eğitim ile diploma sahibi olduğunu belirttim. Neden böyle oluyor diye! Mutlak üniversitelilik anlayışına yakışır eğitim ve sınav sistemine geçmemiz gerekir. Ülkemizin geleceği olan bu gençliği iyi eğitmeden, diploma sahibi yapamayız (yapmamalıyız, yoksa bu ülkeye kimsenin faydası olmayacaktır). Bugün yaşadığımız birçok sorunumuzun temelinde yetersiz bilgi sahibi olma, konuların anlaşılmamış olması, kolaycılık, liyakatsizlik gibi bir dizi sorunun bileşkesinin sonucu ortaya çıkmaktadır. Bütün bu olumsuzluklar ülkede yaşanan verimsizlik ve kalitesizliği oluşturduğu sorunlar yumağı hepimizin yaşamını ve ülkemizin sağlıklı gelişimini olumsuz etkilemektedir.
Öğrencilerin Akademik Düzeyi Yereli mi?
Sorunun bir diğer boyutu akademik yeterliliği olmayan öğrencinin düşük puanlar ile üniversitelere yerleştirilmeleridir. YÖK’ün iki yıl önce aldığı kararla, Tıp, Hukuk ve Mühendislik fakültelerine belirli bir puan sıralaması getirilmiştir. Düşük puanlı çok sayıda öğrenci sonradan açılan, başta vakıf üniversiteleri olmak üzere üniversitelerin değişik bölümlerine yerleşilmektedirler. Bir programa yerleşmediği zaman da yurtdışında bir üniversiteye kayıt yaptırmakta daha sonrada nakil yolu puanına yakın bir üniversiteye geçiş yapabilmektedir. Hukuk eğitimi gibi, matematik-Türkçe ağırlıklı puan türünü gerektiren bölümlerde soyut düşünme, analiz etme, yoğun çalışmayı gerektirmektedir. Maalesef bugün öğrencilerimiz çoğunluğu çok çok yetersiz olarak üniversite eğitimine başlamaktadırlar. ÖSYM sınav sonuçları analiz edildiğinde ilk 50-60 bininci sıralamanın gerisindeki öğrencilerin birkaç matematik, Türkçe sorusu ile üniversiteye geldikleri görülecektir. Öğrencilerin çoğunluğu geometri, fizik gibi soyut düşünme, yaratıcı düşünceden yoksun. Ezberci lise eğitiminde sınava yönelik ders çalışmadan dolayı kitap okumayan entelektüel alt yapısı oluşmamış, felsefe, sanat, müzik ve spordan uzak bir yaşam anlayışına sahip olarak üniversiteye gelen öğrenci yorgun ve üniversite coşkusuna sahip görülmüyor. Bunun üzerine akademik alt yapısı yetersiz, çalışma disiplini olmayan, ders çalışmasını bilmeyen, okuduğunu tam anlamayan çok sayıda öğrencinin derslerde doğal olarak zorlanmakta olduğun görülüyor. Doğal olarak öğrenci ailesine ve çevresine karşı zorda kalabilmekte ve bu tür tasvip edilmeyen kabalıklara teşebbüs edebilmektedir.
Üniversite gençliği maalesef eğitim sistemimizin ve verimsizliğimizin verdiği güvensizlikle öğrenme isteğinden de soğumuş durumdadırlar. Ülkesinin, dünyanın tarihini, coğrafyasını, araştıran, bilmediğini öğrenmeye çalışan, öğrendiklerini tartışan, yeri geldiğinde yaşamı ileri düzeyde sorgulayan bir dünya insanı, ülkemizi yarınlara taşıyacak insan olacaktır. İletişim teknolojileri çağında dünya insanı niteliğinde eğitim becerileri ile eğitemesek korkarım çağı yakalamakta geride kalırız. Bugün Dünyanın bir kısmında bilgi ve teknoloji elektron hızı ile üretiliyor. Üretilen bilgi ve teknoloji üretildiği ülkeye artı değer katmaktadır. Bizim bu düzeyde bir eğim sistemine sahip olmamız çağın gerisinde kalmamamız için şart. Sürekli başkasının ürettiğini satın alarak ve tüketerek dünya ile başa baş gelişemeyiz. Tarihin diyalektiği çağa uygun hareket etmeyeni maalesef dışarıda bırakıyor. Yoksa çalışmadan yorulmadan başkasına yaşam hakkına saygı duymayan, bencil, kaba-saba, kabadayı katiller tiplerinin bu ülkeye faydası olmaz. Tam tersine bunlar ülkemize hizmet etmez ve zarar verirler.
Türkiye’nin Mevlana’nın ifadesi ile “yeni bir şey söylemesi gerekir”. Mevcut sorunların üstesinden gelmek için düşünme çapımızı genişletip, sorunları iyi düşünüp çok boyutlu somut veriler üzerinden çözümler üretmek zorundayız. Dünyada bilim ve teknolojideki gelişmelere baktığımızda, geride kaldığımız konusunda ciddi ciddi kaygılanıyoruz. Üniversitelerin gerçek anlamda özerk ve özgürlükler adası olarak, sorunları çözebilecek potansiyele sahip olduğuna inananlardandım. Ancak bugün üniversitelerin çoğunda kişisel olarak hocaların hedefleri dışında kurumsal düzeyde stratejik bir sorun çözme hedefi bulunduğunu sanmıyorum.
Üniversitede Ezber Değil, Analiz ve Sorgulayarak Bilgi Edinilir
Ezbere dayalı eğitim sisteminin sonucu yaşanan koordineli sorunlar bir bütün olarak eğitim sitemimizi ve yaşamı anlamamızı sorgulamaya kadar varan çok yönlü toplumsal boyuta ulaşmıştır.
Her şeyden önce kopya çekme olayı üniversite eğitiminde olur mu? Sorusu ile başlayalım.
Önce üniversite nedir?
Üniversite nasıl bir ortamdır?
Üniversitede eğitim-öğretim liseden ayrı olarak nasıl yapılır?
Üniversitede öğrencinin neyi öğrenmesi gerekir?
Üniversite ortamında eğitimden öteye de neyi kazanması beklenilir?
Üniversitede sınav neden yapılır ve nasıl yapılır?
Üniversitede Yoruma Ve Tartışmaya Dayalı Cevap Arandığı İçin Kopya Olayı Olamaz
Akademik yaşamdaki çoğu hocamız yurtdışında bulundu. Üniversite ortamında değişik sınavlardan geçtik. Geçmişte de ülkemizde bazı hocalarımız üniversitelilik bilinci ile sınavda kitap-defter açık sınav yaparlardı. Neden? Çünkü üniversitede eğitim ezbere olamaz da ondan. Üniversitede bilgi verilmez, üniversitede bilgiler analiz edilir ve bilgiden bilgi üretilir. Sınavlarda da bilginin kavranıp kavranmadığı belirlenmeye çalışılır. Kişi öğrendiyse sorulara cevap verebilir. Sınav yapmak ve sınav sorusu hazırlamakta bir pedagojik birikim gerektirir. Soru sormak konuyu bilmek kadar önemlidir. Çoğu zaman hocalar da kafasındaki soruları sorarak öğrencilerin düşünmesini ve yaklaşımını öğrenmek ister. Bu ve benzeri nedenlerle üniversitelerde sınavlarda öğrencinin analiz ve yorum yapması istenir. Eğer sınav düşünme, analiz etme, yorum üzerine değil de belirli bir metni veya konunun anlatılması üzerine ise, orda öğrenmenin gerçekleştiğini söyleyemeyiz. Ezbere istenen bir konuda öğrenci sınavı kopya ile aşabileceğini düşünür ve kopyaya teşebbüs eder. Sorular bir konunun analiz edilmesine ve yoruma dayalı olsa, kopya çekmeye teşebbüs edemez. Ezberlemek için değil gerçekten ders çalışmak için çalışır.
Örneğin soru, Türkiye’de yapılan anayasa değişikliklerinin tarihlerini yazınız? Şeklinde ise denirse tarihleri beli anayasa değişikliklerinin dönemlerini öğrenci kopya ile cevabını öğrenebilir. Ancak Türkiye’de anayasa değişikliklerine neden olan gereksinimler ve yapılan anayasa değişikliklerinin toplumsal taleplerin karşılanıp karşılanmadığının sorulması ise, öğrencinin daha geniş olarak araştırması-okuması ve her dönemi kendi içinde analiz etmesi beklenir. Böyle bir sorunun cevabı kopya ile sağlanamaz. Yorum gerektiren bir durum olduğu için öğrenci ister istemez araştırmaya ve çok daha fazlasını okumaya yönelmek zorundadır.
Bu bağlamda genç Ar-Gör meslektaşımızın öldürülmesine neden olan sorunun önemli bir kısmı eğitim-sınav sistemimizden kaynaklanıyor. Üniversitelilik ilkimi (ortamı) yaratılmadan, ezbere dayalı eğitimden kurtulmadan bu tür kopya ve benzeri sorunlar hep yaşanır olacaktır. Öğrenci kontenjanların yüksek olduğu, akademik kadroların yetersiz olduğu, liyakatin işlemediği üniversite ortamı olduğu sürece de bu tür sorunlarla karşılaşmak kaçınılmazdır. Uzun erimli, ülkenin nitelikli insan gücü ihtiyacı ve teknolojik gereksinim planlanması yapılmadan açılan sayısız üniversitelerimizdeki yetersiz alt yapı ortamında, üniversitelilik bilinci ortaya çıkmaz. Olsa olsa işin kolaycılığına kaçan, çalışmadan emek vermeden, zorla ve güçle not almaya çalışan insan tipleri karşınıza çıkar.
Bu Cinayetten Ders Çıkarmak Üniversitelerin Görevleri Arasında Olmalıdır
Hukuk fakültemizde yaşanan bu cinayet, eğitim sistemimizin yaşadığı facia olaylardan en tehlikeli olanıdır. Mutlak bu yaşanan olaydan ders çıkarıp nedenlerini niçinlerini üniversiteler olarak ortaya koymak zorundayız. Üniversiteler olarak uzun zamandır eğitim sisteminin ezberci olmasından şikâyetçiyiz. Ancak ne yazık ki gerek üniversiteler ve gerekse de YÖK bu konuda hiçbir model ve öneri geliştiremedi. Sonuçta sistem ezberci eğitimi ve onunda kopyayı teşvik ettiğini unutmayalım.
Sınıfların kalabalıklığı, yetersiz öğretim üyesi eksikliği veya yardımcı araştırıcı sorunu hepsi bir gerçek. Ancak hiçbirimiz şunu dile getiremedik, bu kadar alt yapısı oluşmamış, öğretim üyesi olmayan, kütüphanesi olmayan üniversite olur mu diyemedik. Mezunların büyük çoğunluğu yeterince eğitimli ve bilgiye erişme ortamı yetersiz olduğu için işsiz ve kendi başına da iş ortamı sağlayamıyor. Maalesef eğitim sistemimiz özgün ve özgür düşünme ortamı sağlamıyor. Eğitim sistemimiz soyut düşünmeden yoksun, analitik düşünmeden uzak olduğu için yaratıcı insanlar yetiştirememektedir. Onun için ülkemiz uzun zamandır ekonomik ve sosyal olarak orta-gelir tuzağına sıkışmış kalmış durumdadır. Türkiye’nin bu tuzaktan kurtulması için mevcut düşünme çapını büyütmesi ve buna uygun hareket edecek bir üniversite sisteminin hayata geçirilmesi gerekir. Gençleri ezberci değil, düşünen, sorgulayan ve bilgiden bilgi çıkaran, risk alan girişimciler olarak yetiştirsek ve bunu benimseyen insanın bunda çok yararlı çıkacağını gösterirsek, kimse derslerde kopya çekmeye yeltenmez. O zaman da meslektaşlarımız öğrencileri tarafından öldürülmeye kalkışılmaz. Bir meslektaşımızın öldürülmesi ve bir üniversite öğrencisin de katil olması geçeği yerine belirtiğim düzeyde bir eğitim sistemine sahip olsaydık belki de ikisi de ülkemize hizmet eden kişilerden bahsedecektik.
Elbette yaşanan bu acı ve münferit olay üniversitelerimiz tümünü bağlamıyor, yansıması eğitim sistemimizden kaynaklanan derin sorunlar olduğunun da göstergesi olarak bize öneri geliştirmemizi söylüyor. Ülkemizin insan potansiyeline ve kapasitesine güveniyor ve uygun bir üniversite ortamında çok nitelikli eğitim ve araştırmanın yapılacağına inanıyorum. Yeter ki doğru kişiyi doğru yerde konuşlandıralım.
Prof. İbrahim Ortaş / iortas@cu.edu.tr
6 Ocak 2019, Adana