Muhafazakar liberalizmden milliyetçi ve muhafazakar bir AK Partiye
Siyaset Bilimci Nebi Miş; AK Parti’nin 2015 yılında yaptığı ve Ahmet Davutoğlu’nun Genel Başkan seçildiği büyük kongre öncesinde bir makale kalem almıştı.
O makalede şu ifadeler yer alıyordu:
// “AK Parti kurulduğunda, yeni olan bir parti için üç mesele önem arz etmekteydi. Partinin kimliği, liderliği ve kurumsallaşması: AK Parti açısından kurulduğu dönemdeki en büyük zorluklar, Türkiye için “yeni olanı” inşa etmeye çalışırken, kendi siyasal kimliğini, yapısını ve kurumsallaşmasını da oluşturması gerekliliğiydi.
AK Parti kurulmasının hemen ardından iktidar olmuş, devlet dokusunda bir restorasyon başlatmış, siyasal ve toplumsal alanda normalleşmeyi öncelikli hedef seçmişti.
Ekonomik ve siyasi krizle boğuşan bir Türkiye devralındığı için “yönetilebilir bir Türkiye” hedefi hayati bir öneme sahipti. Bu hedeflere ulaşmanın yolu da siyaseti ve toplumu denetim altında tutan ve şekillendiren vesayetçi yapılara karşı siyaset kurumunu güçlendirmekten geçmekteydi. Bu ancak toplum merkezli bir siyaset tarzıyla mümkün olabilirdi. Bunun yolu ise “birtakım oligarşik güç odaklarının taleplerine” meydan okumakla mümkün olabilirdi” //
2002 Kasım ayında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi o zamanlar kendini Milli-Muhafazakâr değil, Muhafazakâr Liberal olarak tanımlıyordu.
Peki, Muhafazakâr Liberalizm nedir?
“Muhafazakâr liberaller; bireysel özgürlük, demokrasiyi savunmakla birlikte tam rekabet modelini, sınırsız devleti ve düpedüz akıl yönetimini eleştirir, tecrübeyi de yönetime ortak eder. Bu akımın önemli savunucuları: Friedrich Hayek, Edmund Burke ve Karl Popper'dir”
Elbette bu üç isimden AK Parti’nin Muhafazakâr Liberal olmasında en önemli etken siyaset felsefecisi Karl Popper’dir.
Benim 1987 yılında adını ilk kez hocamız Doçent Ahmet Güner Sayar’dan duyduğum Karl Pooper; 1. Dünya Savaşı’nda siyasi sürgünde yazıp 1945 yılında “Açık Toplum ve Düşmanları” diye kitaplaştırdığı bu kitabı hocamız Ahmet Güner Sayar kaynak kitap olarak önermişti.
Siyaset felsefesi niteliğinde olan bu kitapta 20. yüz yılın en önemli siyaset felsefecilerinden biri kabul edilen İngiliz asıllı Popper: Platon, Hegel ve Marx'ın felsefelerinin merkezden plânlanmış siyasî sistemle bağlı olan tehlikeleri açığa çıkaran bir saldırıdır.
Komünizme ve Pozitivizme ağır saldırlar getiren kitap, okuldaki muhafazakâr- sağ tabanlı öğrencilerin adeta başucu kitabı olmuştu.
Şiddetle açık toplumu savunan kitap aslında 14 yıl sonra kurulan AK Parti’nin kuruluş felsefesinde çok etkili olmuştur.
Demokrasi ve açık toplumu savunan AK Parti’nin 2002 yılından ta 2015 yılına kadar izlediği politikaya bakarsak bu kitaptaki felsefenin izlerini rahatlıkla bulabiliriz.
2015 yılında AK Parti’nin önemli fikri güçlerinden biri olan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, 2015 Haziran ayında yapılan seçimlerdeki yenilgiyi partinin fabrika ayarlarından uzaklaşmasına ve açık toplum ile Muhafazakâr- Liberal görüşlerden kaçınmasına bağlamıştı.
AK Parti, elbette 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde farklı politikalar ile anılacaktır.
Demokrasi ve açık toplum ile başladığı siyasi felsefe serüveninde hızlı bir şekilde Milliyetçi ve Muhafazakâr bir yapıya savrulmuştur.
Ekonomik liberalizme olan inancını sınırlı olsa da yitirmiş, karizmatik ve güçlü bir lider etrafında kenetlenerek iniş ve çıkışlar yaşamış olsa da 22 yıllık iktidarında aynı lider ile kalmayı başarabilmiştir. Bu, iyi kötü demokratik inancın yerleştiği bir toplumda çok büyük bir başarıdır.
Bundan sonrasında AK Parti’nin hangi siyasi felsefeyi belirleyeceği, ülkenin de kaderini ve ekonomik katmanları çok etkileyecektir.
Peki, AK Parti 2002 felsefesine dönerse ne olur?
1987’de “Açık Toplum ve Düşmanları” kitabındaki fikirleri partinin kuruluş ideolojisine yansıtan AK Parti’nin siyasi, bürokrat ve entelektüel sermaye elitleri tekrar bu felsefeye dönüş yaparlarsa, toplum hem demokrasiyi hem de ekonomik gelişmeyi bir arada tutarak daha rahat bir nefes alacaktır.
RIDVAN KARAPEHLİVAN