Türkiye'de belediyecilik niye gelişmedi?

RIDVAN KARAPEHLİVAN

1839 ve 1876 yılları arasında, Osmanlı’nın siyasi ve sosyal yaşamına damga vuran Tanzimat döneminde, Avrupa’nın Osmanlı karşılığında üstünlüğü kabul edilmiş ve devleti yeniden yapılandırma amacı kapsamında (modern anlamda) belediye teşkilatlarının kurulmasına yönelik önemli adımlar atılmıştır.

İstanbul Şehremaneti, Batılı anlamda ilk belediye örneğini oluşturmuştur ve Türk belediyecilik tarihi açısından son derece önemlidir. Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye örgütün görev ve statüsünü 13 Haziran 1854 tarihli bir nizamname ile düzenlenmiştir.

Örgütsel yapısı itibariyle Şehremanetinin başında, Bab-ı Ali tarafından seçilen ve padişahın onayı ile atanan, Meclis-i Vala’nın da tabii üyesi sıfatıyla Şehremini bulunmaktadır.

Şehremaneti Meclisi ise örgütün karar organıdır ve Şehremini ve iki yardımcısı ile on beş kişiden oluşmaktadır. İlginçtir ki yerel yönetimlerin bizdeki gelişimi Batı’dakinin aksine böyle bir merkeziyetçi dönemde gerçekleşmiştir.

1877 yılına gelindiğinde ise “Dersaadet Belediye Kanunu” ile birlikte “Vilayetler Belediye Kanunu”nun yürürlüğe girmesi Şehremanetinde olduğu gibi İstanbul dışında da 1930 yılına kadar uygulanacak bir yapı getirilmiştir.

“Vilayetler Belediye Kanunu” bu yapının İstanbul dışındaki teşkilatlanmasının yasal temelini oluşturmaktadır. Seçimle iş başına gelen ve üyelerinin sayısı nüfusa paralel olarak 6-12 arası değişen bir belediye meclisi ve bu belediye meclisinin üyeleri arasından hükümetin atadığı bir belediye başkanı ile belediyelere tüzel kişilik kazandırılmış ve yeni yetkiler verilmiştir.
 
Özellikle 1877 Belediye Kanunu ilk defa tek dereceli seçim getirmiş ve bunun gizli oy açık tasnif esasına dayandığını belirtilmiştir. Şüphesiz bu düzenleme Türk belediyecilik tarihi açısından önemli bir gelişme olmuştur. Diğer yandan adı geçen kanun belediye mallarının idaresinde belediyelere istimlak yetkisi vermekte ve belediyelere nüfus sayımı gibi yeni görevlerde yüklemiştir.

Cumhuriyet döneminde Ankara, Türkiye’nin başkenti olmuş, 1924 tarihli ve 417 sayılı kanunla da şehrin adı ‘’Ankara Şehremanetine’’ çevrilmiştir. Bu düzenleme ile Cumhuriyet yönetimi de başkent belediye yönetiminin diğer belediyelerden ayrılması ve ayrı kanunla düzenlenmesi prensibine devam etmiştir. Yeni başkent Ankara, böylece kentsel politikaların geliştirildiği belediyecilik uygulamalarının da öncü girişimlerine tanık olmuştur.

1950 seçimleri Demokrat Parti’yi iktidara taşımış ve ardından ülke hızlı bir kalkınma sürecine girmiştir. Devletçilik politikası terk edilmiş ve ekonomiyi dış dünyaya açma girişimleri amaç edinilmiştir.

27 Temmuz 1963 tarihli 307 sayılı kanun ile daha önce belediye meclisleri tarafından seçilen belediye başkanlarının doğrudan, serbest ve nispi temsil esasına dayanan bir seçimle göreve gelmeleri sağlanmıştır.

Belediyeler açısından 1980’li yıllar yeni bir belediyecilik anlayışının başlangıcı olmuştur.
Bu dönemde büyükşehirlerin yakın çevresindeki yerleşim yerlerinin ana belediyelere bağlanmasına ilişkin düzenlemeler ile büyük kentlerin etrafında oluşmuş olan çok sayıda belediye tek bir belediye haline getirilmiştir.

Ayrıca 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nu ve 2380 sayılı Belediye ve İl Özel İdarelerine Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun’u ile belediyelerin gelirleri kısmen arttırılmıştır.

Özellikle 1984 yılı bu açıdan Türk belediyeciliğinde yeniden yapılanmanın önemli bir tarihidir Tanzimat’tan bugüne farklı evrelerden geçen yerelleşme süreci 1980’li yıllarla birlikte önemli bir ivme kazanmıştır.

1984 yılında büyük kentler için yeni bir yönetim modeli devreye sokulmuş, Büyükşehir yönetimi uygulaması başlamıştır. Bu yönetim biçiminin yasal dayanağını ise 1982 Anayasası’nın127.maddesinin büyük yerleşim yerleri için özel yönetim biçimleri getirilebilir şeklindeki hükmü oluşturmuştur.

Böylece İstanbul, Ankara ve İzmir’de uygulanan Büyükşehir belediye modeli; 1986’da Adana, 1987’de Bursa, Gaziantep ve Konya, 1988’de Kayseri, 1993’de Mersin, Eskişehir, Diyarbakır, Antalya, Samsun, İzmit ve Erzurum 3030 sayılı yasa kapsamına alınarak genişletilmiştir

2000’li yıllara gelindiğinde ise yeniden yapılanma süreci ciddi bir ivme kazanmıştır. Dış etkenlere bağlı olarak Avrupa Birliği Süreci temel bir etken olarak öne çıkmıştır. Bunun yanında küreselleşmenin etkileri de azımsanmayacak ölçüde olmuştur. Bunun yanında kararlı bir siyasi iradenin varlığı ile toplumsal ihtiyaçların belirginleşmesi bu çalışmaları somutlaştırmıştır.

Bu amaçla son dönemlerde yerel yönetimlere ilişkin olarak Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı, İl Özel İdaresi Kanunu, Belediye Kanunu ve Büyükşehir Belediye Kanunları çıkarılmıştır.

Böylece 1930 yılından günümüze temel kanun sıfatıyla varlığını koruyan 1580 sayılı Belediye Kanunu ve getirdiği belediyecilik düzeni, değişimin gerekliliğinden ömrünü tamamlamış ve Türkiye yeni bir belediyecilik anlayışının modern ilkelerini 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunları ile uygulama eşiğine gelmiştir. Söz konusu kanunların arka planında ise dünyadaki yeniden yapılanma sürecine esas teşkil eden çağdaş yönetim ilkeleri yer almıştır.
 
Biraz uzun da olsa yukarıda tarihsel sürecin özetini -ki bu süreç yaklaşık 2 asır önce başlamıştır-  Anlatmaya çalıştığım kaynak yazımda Türk ve Osmanlı belediyeciliği hiçbir zaman Batı’daki gibi demokrasi ve yerel özerklik bağlamında olmamıştır.

Modern anlamda Belediyecilik Tanzimat süreci ile başlamış olsa da gerçek manada kaynaklara ve kısmi bir idari özerkliğe kavuşması ise 1984 ve 2002 seçimlerinden sonra olmuştur.

Bu yıllara kadar Batılı anlamda bir belediye modeli oluşturulsa da hep yüzeysel kalmıştır.

Ülkemizde şu an belediyeler maalesef büyük şehir olsun il ve ilçe belediyeleri olsun kötü yönetilmekte, terör nedeniyle birçok belediyeye de kayyum atanmaktadır.

Belediyeler adeta merkezi idarenin sırtına yük olarak binmiş eski dönemin KİT’leri gibidirler.

Şimdi de iktidar ve muhalefet belediye ayrımcılığı ortaya çıkmış…

İktidar belediyeleri halkın gözünde avantajlı konuma sokulmaya çalışılmakta merkezi idarenin projeleri iktidar belediyesi olursanız sanki iş birliği içinde olunarak kolaya getirileceği savunulmaktadır.

Bu yerel yönetimin mali ve idari özerkliğine ters bir anlayıştır.

Devlet bütçesine toplanan vergi vs. gelirleri ile merkezi idare bu yatırımları ülkenin her yerine öncelik sırasına göre yapmak zorundadır.

Türkiye, bu anlayıştan bir an önce kurtulmalı ve yatırımlar yerel yönetimde hangi belediye olmaksızın eşit ve dengeli bir şekilde yapılmalıdır. Kamu hizmeti almak vatandaşlar için anayasal bir haktır.

RIDVAN KARAPEHLİVAN