Dalı Yok, Budağı Yok!..
Genç iki orman köylüsü, eşeklerinin sırtında ormana çalı çırpı toplamaya giderler. Akşama kadar korkulu haller içinde, eşeklerine oradan buradan topladıkları dalı, budağı sararlar. Hava kararmadan ve ormancıya yakalanmadan köyün yolunu tutarlar; Ama ne var ki ormandan çıkacakları vakit, kendilerini daha önce bir kaç defa uyarmış olan, ormancıya yakalanırlar. Ormancı genç köylüleri, üzerine dal - budak sarılmış eşekleri ile birlikte jandarmaya teslim eder. Jandarma bir taraftan işlem yapar, diğer taraftan akşam yemeği ile gençlerin karınlarını doyurur. Geceyi karakolda geçirirler. Kahvaltıdan sonra, hakimin karşısına çıkarlar. Hakim yürürlükteki orman kanununa muhaletten (çalı - çırpı, dal - budak toplayıp satmak eyleminden) gençlerin tek celsede tutuklanmasına karar verir.
İlçede cezaevi olmadığı için, Kahramanmaraş ilindeki cezaevine konulurlar. Eşekler de kanıt ve eyleme yardımcı olmaktan bir müddet alıkonulmuş olsalar da bir zaman sonra gençlerin köydeki ailelerine teslim edilirler.
Gel zaman git zaman cezalarını çeken gençler, bir sabah ceza evinden öğlen vakti salınırlar. Dışarı çıkan gençler şaşkındırlar. Kahramanmaraş’ı o zamana kadar hiç görmemişlerdir. Yol - iz bilmemektedirler. Ceplerinde acıkan karınlarını doyuracak ve sonrasında da ilçelerine gidecek yol paraları yoktur. Tanıdık kimseleri olmayan gençler, pazar yerinde otururken yanlarına bir adam yaklaşır.
Adam: “Karpuz indirmekten anlar mısınız?” diye sorar.
Gençler ayağa kalkar, yarı bellerine kadar eğilir: “Ağam bu bizim mesleğimizdir!” diye cevap verirler.
Peki, der adam; “Şu gördüğünüz karpuzları indirin, hem karpuz hem de para vereyim size.”
Gençler birbirlerine bakar, Allah’a şükür eder, hemen işe koyulurlar. İş planı yapılmıştır. Biri kamyonun üstüne çıkar, diğeri aşağıda bekler. Kamyonun üstündeki tuttuğu karpuzu aşağıdakine atacak, aşağıdaki karpuzu tutup yere dizecektir; ama terslik daha ilk karpuzda başlar. Birinci karpuzu aşağıdaki tutamaz, karpuz düştüğü yerde kırk parça olur.
Abi kusura bakma, “ pırttı “ der.
İkinci karpuzu da tutamaz o da parçalanınca “Abi valla bu da elimden kaydı.” der.
Üçüncüsü de omuzundan aşağı düşünce, yukarıda ki arkadaşına seslenir.
“Oğlum ben buradayım ya! Nereye atıyorsun koskoca karpuzu?” der.
Duruma kızan pazarcı: “Lan! Alın şu kırdıklarınızı defolun gidin.” der.
Gençler çaresizdir. Kırdıkları karpuzları kucaklarına toplar, bir kenara oturur, aç karınlarını karpuzla doyurmaya başlarlar. Karınları doymaya başlayınca akılları başlarına gelen ve bunca zamandır çalı çırpı ile haşir neşir olan geçlerden biri diğerine; “Yahu kardeşim, bu karpuzun da dalı yok budağı yok, neresinden tutacaksın, yusyuvarlak bir şey, neresinden tutarsan tut, elinden pırtıyor der.
Genç, oduncu köylü kardeşimizin söylediği son söz çok hoşuma gitti. Doğru söylüyorlar.
Hayatın içinde dosdoğru veya çalı- çırpı işleri ile uğraşanlar, yuvarlak işlerden hoşlanmazlar. Çünki yuvarlak işlerin çoğu zaman, önü- arkası- sağı- solu belli olmaz endişesi ile, uzak dururlar. Hayat da bazen böyle yusyuvarlak değil mi? Neresinden tutarsan tut, nasıl tutarsan tut, insanın ya elinde kalıyor, ya pırtıyor, ya kayıyor ya da uçup gidiyor.
Sebahattin Karaca / 15.11.2016