Foça'nın Kayıp Köyleri
İzmir- Foça yolunun güzergahı, son yüzyılda 3 defa değişti. Değişiklik ağırlıklı olarak Ilıpınar – Foça arasında oldu. Her bir değişikliğin kendine göre gerekli sebepleri vardı belki ama, sonuçları bazı köyler ya da yerleşkeler açısından çok kötü oldu. Saruhanlılar zamanında Yörüklerin kurduğu ve Foça’nın en büyük köyü olarak varlığını sürdüren Işıkköy (Şehrî-Kebir ) köy haritadan silindi. Aynı kaderi Söğütcük yaşadı. Aslında çalkantılı geçen o yıllarda kim kime dumdumaydı. Özellikle kırsal kesimlerde herkes kendi güvenliğini kendi sağlarken, kimse kimseyle dalaşmaz, komşular birbirine düşmezdi. Bahçecik için de durum aynıydı. Bahçecik’den Pers Mezarlığına varan eski yolun güzergahı, o zamanlar henüz daha haritada olmayan şimdiki Yeni Bağarası arazileri üzerinden geçirilince Bahçecik’in de, Şehr’i Kebir ve Söğütcük gibi boynu büküldü.
20. Yüzyılın başında İzmir- Foça yolunu kısaltmak amacıyla yapılan değişiklikten sonra, Foça’nın o zamanlar en büyük ve en çok nüfusa sahip olan; ağırlıklı olarak Türkmenlerin, Rumlarla, Yahudilerle birlikte yaşadığı Işıkköy’den geriye sadece tarihi değeri olan bir mezarlık kaldı. Mezarlıkta, her inanca ait olan mezar taşı görmek halen mümkün. Ancak mezarlığın dışında gözle görülebilecek hiçbir şeyin olmaması da son derece acıklı ve hüzünlü bir durum. Bunu şöyle izah edebilmek mümkün. Mezarlığın hemen yanı başında bulunan ve köy halkının 4-5 asır boyu ibadetini yaptığı caminin bile girişindeki iki adet mermer sütundan biri Bağarası İlkokulunun bahçesine dikilmiş diğeri ise halk arasındaki tabir ile Gerenköy’de bir dama orta direk olmuş.
Yol değişiminin beraberinde getirdiği tüm olumsuzluklara ilaveten Işıkköy, Söğütçük ve Bahçecik’te yaşayan Rumlar, Yunanistan’da azınlığa düşen Türklere yapılan zulme karşılık, 1914 yılında bir hafta içinde organize olmuş çeteler tarafından köylerinden, evlerinden mahallelerinden sürülünce, geriye kalan nüfus da başka yerlere göçtü. Böylece köyler tamamen boşaldı.
Aynı kaderi Yeni Foça sahil yolu üzerinde bir zamanlar Foça karası üzümleri ile ün yapan Kartdere ve Sazlıca köyleri de yaşadı. Her iki köyün Bağarası’na dağların arasından 4 metre genişliğinde kadastro yolu vardı. Yolun izlerini halen görmek mümkün. Özellikle bu iki köyün boşaltılmasından ardından, her ne kadar mübadele ile gelen yurttaşlarımız buralara yerleştirilmiş olsalar da, yerleşen aileler bir süre sonra birer birer çevre kasabalara ve İzmir’e göç edince köyler kaderlerine terk edildi.
Keşke yöneticiler yeni yeni yerleri imara açmak ve apartmanlar dikmek yerine, kayıp olan köyleri aslına uygun olarak, yeniden yaratma gayreti içine girseler. Foça, var olan değerlerine değer katar ve kendi sınırları içinde sahip olduğu özellikleriyle eşi benzeri olmayan bir kente dönüşür.
Terk Edilen Köylerde Altın Arayışı
Boşalan evlerin özellikle Rumlara ait olanlarında altın arayan yurttaşlar da yok değildi. Bunların başında ise Foça’nın Bahçecik mezrasında ailesiyle birlikte yaşayan, kendisine ait bağ, bahçe, tarlada tarım, hayvancılık ve zeytincilikle uğraşan “Mahmutos” gelmekteydi. Asıl adı Mahmut’tu. Çok sayıda Rum’a komşu ve onlarla içli dışlı olduğu için Rumlar ona Mahmutos derlerdi. Mahmutos bir yandan cin gibiydi, diğer yandan biraz cahil biraz da saftı. Herkesle barışıktı. Kimin nerede nesi, hatta kaç tane fesi olduğunu bilecek kadar içli dışlıydı. Çok yerde cinliği, işine geldiğinde de saflığı kimselere bırakmaz, cahillikten aldığı güçle de herkesin cesaret edemediği işlere korkmadan girer çıkardı. Genelde at sırtında dolanır, eşeğe fazla itibar etmezdi. Kısa boyluydu. Ata binerek yukarıdan aşağı bakmayı severdi. Yolda gördüğü birilerine selam verdiği sırada, sol eliyle atın dizginini tutarken sağ eliyle bıyıklarını kıvırarak boyunu posunu göstermek için ayaklarını koyduğu üzenginin üstünde dikelmeye de bayılırdı.
En çok sevdiği işlerden birisi de Rumların terk etmek zorunda bırakıldıkları evlerin bahçelerinde altın aramaktı. İlk işine Yeni Bağarası bölgesinde yolun kenarında varlığını sürdürmüş, şu an ise yerinde yerinde yeller esen kiliseden başladı. Bir keresinde şansı yaver gitti. Bulduğu altınlardan karısı ve çocukları dahil kimseye söz etmezdi. Küçük bez çıkısı içine sarıp sarmalar arpa, buğday, saman çuvallarının içine koyardı. Bazen de bahçe duvarının taşları arasına sıkıştırdığı olurdu.
Şaşulaya Altın Doldu
Bir keresinde Mahmutos nakit paraya ihtiyaç duyduğunda, iki çuval buğdayı eşeğin sırtına sardı. Kendisi at üstünde önde, atın semerine iple bağladığı buğday yüklü eşek ise arkada olmak üzere Foça’ya geldi. O yıllarda, şimdi Susam sokağında bulunan Çarşı Lokantasının tam karşısındaki Açıkgöz Hamid’in bakkal dükkanına getirdi ve buğdayları çuvallarıyla birlikte Hamid’e sattı. Alışverişini yaptı. Dükkândan ayrıldı. Evine döndü. Aynı gün bakkaldan alışveriş yapan bir başka müşteri evde beslediği tavuklar için 3-5 kilo buğday isteyince, Hamid bakkal küreğini (Şaşula) Mahmutos’un getirdiği buğday çuvalına soktuğunda gözlerine inanamadı. Küreğe bir çıkı altın geldi. Durumu müşteriye çaktırmadan çıkıyı yana itti. Bir anda elleri ayakları titredi. Yüzü buz kesti. Müşteriyi dükkândan savuşturduktan sonra arkadan kapıyı kilitledi. Mahmutos’un getirdiği çuvalları hızlıca dükkânın bir köşesine döktü. Öteki çuvaldan bir şey çıkmadı ama bu çuvaldaki çıkı büyüktü. Çok altın vardı. Durumdan kafası karışan Hamid içi altın dolu çıkıyı bir yere gizledi, yerde serili buğdayları tekrar çuvallara koydu, ortalığı süpürdü ve hiçbir şey olmamış gibi kapıyı yeniden açtı. Gözü kapıdan içeri girecek müşteride, kafası ise altınlardaydı. Mahmutos’a geri vermeyi düşünmüyordu. Kardeşi ve babasına da söylememeyi düşünüyordu. Söylerse altınların elinden alınabileceği, kardeşler arasında paylaşılacağını ya da Mahmutos’a geri verile bilineceği ihtimallerini düşünerek akşamı zor etti.
Ne Zormuş Çıkı ile Yaşamak
Hamid, “En iyisi yine dükkân” diyerek dükkânın köşesinde duran boş çuvallardan birini aldı, cebindeki çakı ile parçalara böldü. Her birine üçer beşer altın koydu. Dört köşesini birleştirerek bağladığı küçük çıkıları dükkânın zor erişilir yerlerine sakladı. O andan itibaren hayatı zorlaştı. İkide bir aklı altınlara gidiyor, kendini işine veremiyordu.
Baba, oğlundaki değişikliği çabuk fark etti. Oğluna ne olup bittiğini sordu. Hamid her şeyi babasına tek tek anlattı. Hamid’den altınları alan baba, altınları evlatları arasında eşit ölçüde pay etti.
Para, altın ve koltuk güçtür.
Bu arada Mahmutos’un adı çiftçilikten defineciliğe terfi etti. Her ne kadar her şeyi saklı gizli yapsa da “Söyleme sırrını dostuna, o da söyler dostuna” misali adı dillere dolanmıştı. Altınlar Mahmutos’un ailesine iyi gelmedi. İşler jandarmaya intikal edince huzursuzluklar başladı. Mahmutos, gün geldi atalarından kalan bazı tarlalarını bile satmak durumunda kaldı. Aslında altın veya ziynet eşyası bulan başka aileler de vardı. Bulanların bazıları süreci iyi idare edebildilerse de, önemli bir bölümü eninde sonunda altın bulduklarına pişman oldular.
Çünkü para, altın ve koltuk güçtür. Gücü idare etmek zordur. Herkesin harcı değildir.
KAYNAKLAR:
Hasan Özer ile sözlü görüşme 04.Ocak 2020 (1910 ‘dan beri Bağarası’nda yaşayan bir aile mensubu)
Aynur Acar ile sözlü görüşme 04.Ocak 2020 (Hacı Veli Bayraktar torunu)
Halis Aksoy ile sözlü görüşme 27.Şubat 2019 ( Foçalı ve Milli Eğitimden Emekli)
Sebahattin Karaca
sebahattinkaraca35@hotmail.com
www.sebahattinkaraca.com
Sebahattin Karaca
sebahattinkaraca35@hotmail.com
www.sebahattinkaraca.com