Gönlü güzel, kendi kibar temizlik görevlisi
Açtığı iş yerinin kapısının önünü ilk günden başlamak üzere her sabah süpürürdü. Kırk yıl boyunca kasabanın müezzini daha minareye çıkıp ezanı okumadan önce temizliğe başlar, çöpleri döker, çiçekleri sulardı.
Yıllar içinde işinin ne kadar büyüdüğüne, iş yerlerinin sayısının ne kadar arttığına bakmadan ilk göz ağrısı iş yerinin caddeye açılan kısmını illaki kendisi temizler, düzene sokardı.
Ardından sağa sola bir kez daha bakıp kontrol ettikten sonra, bu sırada mutfakta demlenen çaydan bir bardak doldururdu. Alışkanlık bu ya sabahın sessizliğinde başında uçuşan martıları, denizde öbek halinde yüzen gümüş renkli balıkları seyrederek içerdi.
Bu, babadan gelen bir öğretiydi. Köyde geçen çocukluğu boyunca, erken saatte bağa, bahçeye, tarlaya, harmana giden babası her seferinde onu da yanına alırdı. Babası O’na başta çalışmak olmak üzere her şeyi öğretmek için uğraş verirdi.
O gün her ne iş yapılacaksa birlikte yaparlar, birlikte çatarlar; ilk yorgunluk molasında da azıkta ne varsa sofra bezini yere serer, kısmette ne varsa yiyip içerlerdi.
Ergenliğe geçiş yaşlarında, bazen açlığa dayanamayıp "Bir şeyler yiyelim baba" dediğinde, babası “Az kaldı oğlum. Hak edince oturacağız sofraya” der kafasını yaptığı işe çevirirdi.
Aslında annesi de öyleydi. Sabahın erken saatlerinde kalkıp, önce akşamdan kalmış ocaktaki külleri alır, çevresini temizler, ortalığı düzenlerdi. Ardından dış kapının eşiğinden başlayan ve beyaz kireç ile boyanmış geniş bir alanı titizlikle süpürüp, çeri çöpü üç beş evin ortaklaşa kullandığı meydandaki küllüğe dökerdi. Küllükte birikenler İlkbahar aylarında köylülerce pay edilir, köylü payına düşeni kağnısına yükler götürür, gübre niyetine tarlasına serperdi.
O yıllarda evlerde atılacak çok şey yoktu. En fazla su yolunda testi kırılır, ona da aklı eren büyükler neredeyse ağıt yapılacak kadar üzülürdü. Her şey kese kağıdına girer. Filelerde ya da heybelerde taşınırdı.
Kısaca tertibi, düzeni, çalışmayı, azmi, kararlılığı ve her ne iş yaparsa yapsın yaptığı işi severek yapmayı; okuma yazma bilmeyen annesinden, okuma yazmayı askerde öğrenen babasından almıştı.
Bu nedenle de gezdiği, gittiği, çalıştığı, yaşadığı her yerde, ne iş olursa olsun işini severek yapan insanları gördüğünde durur hayranlıkla bakar, selam verir onlarla konuşurdu.
Bu bağlamda o sabah evinden çıktığı sırada, elinde faraşı ve süpürgesi ile sokakta bir temizlik görevlisini gördü.
Temizlik görevlisinin kılığı, kıyafeti ve iki tekerli, “yapay” çiçeklerle süslü arabasını fark etti.
Sokakları titizlikle ve keyifle temizleyen güler yüzlü hali ve üstündeki üniformasıyla dikkat çeken adama doğru yöneldi.
Yanına gitti. “Günaydın kolay gelsin. Nasılsın iyi misin, işini severek yaptığın çok açık. Kutluyorum seni. Benim adım S.K. senin adın ne?" diye sordu.
Güler yüzlü, kibar insan "Adım; A.C.Tunc.. Ataşehir Mahallesinde temizlik görevlisiyim" dedi.
Yaptığı işi bu kadar ciddiye alan, önemseyen ve laiki ile yapan bu arkadaşla ayak üstü ve bolca sohbet etti.
Bu sırada içinden geçen ve iç çektiren ise şu idi. "Keşke herkes mesleği ne olursa olsun, işini, gücünü, yaşadığı şehrini, ülkesini ve insanı severek yapsa, her şey daha bir güzel daha bir keyifli olur”
Bu görüşe harfiyen katılıyorum. Yaptığı işinin karşılığında aldığı parayı hak etmeyenleri ayrı tutuyorum. Lakin işini, gücünü ve görevini severek hakkıyla yapanların ise emeği ve alın teri karşılığı olan hak ettiği parayı alabilse huzurlu ve mutlu olabilse diyorum.
Sözün Özü: İster temizlik görevlisi ister doktor ister üniformalı ister atanmış ya da seçilmiş kim olursa olsun; yaptığı işi, hizmet ettiği şehri, ülkesini ve insanları severek, önemseyerek yapabilse, her bakımdan örnek çok açıdan faydalı olur.
Çalışmak özgürlüktür. Aldığını hak ederek çalışmak ise üstün meziyettir.
Foça 10.05.2024
Sebahattin Karaca