İnsanoğlu ümidini kaybederse geleceğini de kaybeder!

ŞEHRİBAN AKI

NİETZSCHE AĞLADIĞINDA

Aforizmaların havada uçuştuğu, okumasının zor olacağını düşündüğümüz fakat sade anlatım diliyle oldukça anlaşılabilir psikolojik bir roman Niezsche Ağladığında.

Yazar Irvin D. Yalom’un en bilinen ve en meşhur kitabı.

Bir solukta okunabilecek sürükleyici bir hikaye.

Kitaptaki olayların hiçbiri gerçek değil dolayısıyla tüm isimler ve yerler  gerçek olunca algılarınız karışabiliyor.

Yazar gerçek karakterler ve mekanlar üzerinden harika bir kurgu yaratmış, özellikle “öz riyakarlık” hakkında kafa yormuş.

Sorgulamalar yapmış ve çözümler sunmuş.

Okumayı bitirdiğiniz zaman bunun kurgu olduğunu inkar ediyorsunuz.

Ben kendi adıma gerçek olduğuna inanarak derin araştırmalara girişmiştim.

Özellikle hayranlık duyduğum Nietzsche bir süreliğine odak noktam olmuştu.

Yalom’un anlatıcı olarak seçtiği psikanalizin kurucularından Josef Breuer gerçekte Sigmund Freud’un çalışma arkadaşı ve tıp tarihine geçecek çalışmalara imza atmış döneminin en iyi doktorlarından birisi.

Romandaki Breuer’in karakter gelişimi ve psikolojik iniş çıkışları adeta ruhumuza baktırıyor ve ilerledikçe bizim karakterimize etki ederek gelişimimizi teşvik ediyor, sonlara doğru bilmediğiniz ya da adını koyamadığınız birçok duygu ve düşüncenin aslında hep orada olduğunu görerek bir nevi benliğinizi keşfediyorsunuz.  

Psikolojik romanları sevmeseniz dahi derinden etkileneceğiniz ve sizde iz bırakacak olan bu roman iç dünyanıza dönerek ruhunuza bakmanıza, arzu ve emellerinizi gözden geçirmenize, önceliklerinizi sorgulamanıza sebep olacak.

Özünde benim benimsediğim anlam; “Hepimiz bir sürü parçadan oluşuruz ve bu parçalar kendilerini ifade etmek için çırpınır. Bizler yalnızca varılan son uzlaşmadan sorumlu tutulabiliriz, her parçanın sahip olduğu karmaşık dürtülerden değil.” oldu.

Yalom yazılarındaki başarıyı şuna bağlar, “sürüler halinde yaşamanın getirdiği rahatlıktan kendimi bilerek ve isteyerek uzaklaştırmamdan; kötü ve güçlü eğilimlerle yüz yüze gelme cesaretini gösterebilmemden kaynaklandı. Araştırma ve bilim, önce inançsızlıkla başlar. Ancak inançsızlık başlı başına strestir. Yalnızca güçlüler buna dayanabilir.”

Etkisini uzun süre hissettim, büyüsüne kapıldım, kendime ve insanlara bakış açım, ümide bakış açım değişime uğradı. Aşağıdaki paragrafı okuduğum zaman haklı olduğunu gördüm. 

Maalesef bir süreliğine çünkü sonra gördüm ki ne kadar kötü olursa olsun insanoğlu ümidini kaybederse geleceğini de kaybeder.

Önemli olan nerede, hangi noktaya kadar ümit edeceğimizi kestirebilmek ve sanırım insanoğlunun cezası da tam olarak bu ikilem.

 "Pandora'nın kutusu açılıp, Zeus'un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit. O zamandan beri yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladık. Fakat Zeus'un arzusunun, insanların kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır."

“Bir daha hiç incinmemenin yolunu bulmuştum. Eğer kimsenin benim için önemli olmasına izin vermezsem bir daha asla böyle bir kayıp yaşamazdım.”

“Hakikatin ne kadarına dayanabilirim?”

“Ne kadın ne de erkeğin artık zayıflıklarıyla birbirlerine zulmetmeyecekleri günlerin geleceğini umuyorum.”

"Siz de çaresiz bir halde, asla yaşayamayacağınız bir hayatın yasını tutmuyor musunuz?"

“Küçük bir intikam iyi bir şeydir. Bastırılmış bir hınç insanı mahveder.”

O zaman işkenceyi uzatalım ve ümit etmeye devam edelim…

Şehriban Akı Bakır