Dün gece kocamı dövdüm!
Kötü bir “dün gece” geçirdim. Yaptığımla yüzleşemiyorum! Ya da yüzleşiyorum! Yok. Aslında yüzleşmiyorum da yüzleştiriyorum!
Ben dün gece kocamı dövdüm. Hem de o biçim!
Üstelik de o kadar çok sevdiğim kocamı! Dövdüm valla!
Gözüm döndü ve vurdukça vurdum, geçirdikçe geçirdim.
Aslında gözüm dönmedi! Gözümü döndürdü!
Alın size bu defa da erkeğe şiddet! Çok da üzülmeyin ama!
Ya da “Ayıp yahu! Olur mu hiç öyle şey?” falan demeyin! Bal gibi de oldu işte!
Daha doğrusu oldurdu! Çileden çıkarılmak eylemiyle kendimi kaybettim. Kaybettiğim kendimi bulduğum an, yaşanan dün gecenin ardından sabah kahve içtiğim andı.
Ak ak düşündüm. Kara kara değil!
Çünkü yıllardır kadına kalkan eller için kara kara düşünen yok!
Kara kara tabirini ya kadınlara yazılmış bahta ya da sokuldukları toprağa kullandık, kullanmaktayız!
Toplumca kadına şiddetin en yalama halindeyiz!
Bu işin bunca dışkısı çıkmışken ne var ki, bin kadına şiddete karşı da bir erkeğe şiddet oluversin; ne olacak?
Onca ayıp vaka içinde bir tanecik kayıp vaka oluversin, erkeğin kökü mü kuruyacak?
Sayısız kadın şiddet gördü de ne oldu? Kökümüz mü kurudu?
Ardı arkası kesilmiyor, her bir mağdurun ardından bir yenisi eklenmiyor mu?
Sosyal medya platformlarında sözel linçten başka olduğu görülen bir şey mi var?
Sözler kifayetsiz ama gözler hep kifayetli!
Eli kalem tutan biri olarak giriş bölümünü hallettiğimize göre şimdi “ters köşe” yazımın gelişme bölümüne olay nasıl gelişti’yi anlatarak devam edeyim de gözleriniz pörtlesin!
Arzu ederseniz okuduktan sonra sözlerinizi de pörtletebilirsiniz!
Kendi halinde bir gündü dün de. Dünle beraber biz de kendi halimizdeydik tabii.
Birlikte uyanılan sabahın ardından birlikte keyifle yapılan kahvaltı, sonrasında birlikte ev halinde olma durumları ve sonra işi gereği evde bulunduğu sayılı olan iki günümüzde iş toplantıları adı altında kulakta yapışık duran telefon trafiği ve sınırlı saatlerin içinde gününü yalnız dolduran ben!
Ama aslında hiç sinirlenip de bozulmayan, gayet memnun. Çünkü hiçbir şey olmasa canım kocam evde, evin içinde, aynı çatı altında nefes alıyoruz; yetmez mi?
Ve öğlenle akşam arası şöyle şahane bir mantı kaçamağı; diyetteyiz ya!
Sonra önüne renkli peçete ve çikolatasıyla zevkli bir sunumla yapılan Türk kahvesi. Köpüğü tabii ki de bol!
Hararetle telefonda konuşuyor olduğundan teşekkür edememiş olsa da canı sağ olsun.
Olmaz mı?
Onu öylece salonda bırakıp keyif odamıza gittim. Neredeyse gece on ikiyi geçeye kadar süren hararetli konferansın diyafonun da açık olmasıyla odaya gelen gürültüsünden rahatsız olmak gibi bir durum söz konusu bile olamaz, ne de olsa kocam kırk yılda bir evinde olabiliyor.
İşi gereği hep gezgin. Kitap okumasam ne olur, kitap yazmasam ne olur?
Ama keşke evinde olduğu o sınırlı zaman diliminde evi gereği hiç iş konuşmasa da birlikte kaliteli vakit geçirebilsek. Olmadı. Olmuyor da.
Ama hakkını da yemek istemem; önceliği illaki benim! Her şeyden, herkesten öncesi benim!
Tabii telefonu kapatabildikten sonra! Bakınız burada özellikle “kapattıktan sonra” demeyip “kapatabildikten sonra” diyorum çünkü fiili eyleme göre değil iradeye göre kullandım.
Bu arada işine saygıdan dem vuracak olursanız; aşk’olsun! Hiç öyle bir saygısızlığım sözün konusu olabilir mi?
Aylarca aynı şahıslarla yapılıp da bir türlü sonuca varılmayan uzatmaları oynayan değil de artık boylayan boyuta geçmiş aynı terane denilen iş muhabbetinden söz ediyorum burada!
Allah'tan kendisinin sağlam işi var, ekmeğimiz oradan geliyor. Yoksa kocamın iş adamcılığı oynayan aralarında tenzih ettiklerimin tabii ki de olduğu konferans ekibinin havasını cıvasını yaptıkları bu işlerden biri vuku bulacak da o işten ballı börekli para gelecek de, ölme eşeğim, ölme!
Çocukluğumuzda okuduğumuz o bildiğiniz La Fontaine’den masallar serisi!
Adamların yaşı var ama başlar hâlâ çoluk çocuk. Atan atana, tutamayan tutamayana!
Neyse… Arada evde olabilen kocamın gürültülü konferans görüşmesi nihayet son buldu da birlikte film izleriz diye kararlaştırdığımız akşamımızı geçireceğimiz keyif odamıza gelebildi.
Yineliyorum; gece on ikiyi geçe civarı. Tabii bu arada ben artık koltukta uyuyakalmışım. Sese uyandım. Daha doğrusu homurtuya!
Uyku halinden çıkıp yattığım yerden ona doğru döndüğümde elinde bana ait telefonumdaki yazışmalarımı okuyor olduğunu gördüm.
Ne ayıp değil mi? Kesinlikle!
Uyandığımı fark edince bu defa söylenmeye başladı. Gecenin bir yarısı duruma bakın hele!
Karısından çaldığı vakti tükettiği kendi telefon teranesi bitmiş, kalan vakti de karısının telefonunu kurcalayarak olay çıkartmaya harcıyor!
Vay efendim bilmem kim üst üste bana yazmış da, yok bilmem kime Amerika saatimize göre sabahın altısında sesli kayıt göndermişim de, hemen o bilmem kimlerin karısını arayıp “Kocalarınız karıma yazıyor, karım kocalarınıza sesli kayıt bırakıyor!” diyecekmiş de; kaldı ki eşleriyle de arkadaşız, yuvalarını dağıtacakmış da, kendilerini de arayıp ağızlarına tuvaletini yapacakmış da!
Hatta medyaya bilmem kimin gizli aşkı diye haber yaptıracakmış da, rezil edecekmiş de, bak o zaman göreyim’miş de!
Ben ilk başta şok! Yahu öncelikle ben duruşlu bir kadınım! Tersim fenadır, kimseye bana yılışık tarzda yazmasına izin verecek ya da sessiz kalacak biri değilim!
Ortada fol yok, yumurta yok, dahası tavuk da yok, horoz da!
Sonralıkla, bu mesajlaşılan kişilerden biri benim ezeli dostlarımdan ve büyük sayıp değer verdiğim bir şahıs. Karı koca dostum, karı koca ikisiyle de görüşür, yazışırım. Kendisi de bunu gayet iyi biliyor!
Diğeri de kendi yakın dostu ve bir kitap editörlüğü için kocamın aracılığıyla işini yapmış olduğum, evlerinde yiyip içtiğimiz insan!
Amerika saati ile sabah mesajlaştığım mevzu da kitabı! Kitabın düzeltmesini yapacağım diye sabahlamışım! Bitirince de dosyayı e-mail olarak yolladığımı sesli mesaj olarak göndermişim.
Ancak uykusuz sabahlayınca sesimin tonu nedeniyle şuh sesle mesaj bırakmışım; itham bu! Ve ayrıca bu şahıslar benim nezdimde erkek değil, dostlar!
Onlar eşlerinin erkeği, benimse dostumdur! Kocam da benim erkeğim, başkalarınınsa dostudur!
Kendisinin de sayısız mesajlaştığı erkekli, kadınlı dostları var! Hem de gerekli gereksiz mesajlaştığı! Neyin celâllenmesi?
Bu konuda detay tabii ki çok ama detaylara girersem satır yetmez! Yok öyleymiş, yok böyleymiş, ne desem dinlemiyor, “Kimse beni aptal yerine koyamaz!” diye ne bu şiddet ne bu celâl durumlarında!
Konuş konuş anlamıyor, tükenmişim, sesimim son perdesinde yırtınır olduğumu fark ettim.
Duymayan adama ne kadar bağırarak olmayanı anlatmaya çalışsam da baktım ki kafasında kurguladığı hikâye için beni yaralıyor da yaralıyor!
Ne kadar kırıldığımı anlatamam diyeceğim ama sanırım gayet de iyi anlatıyorum.
Gecenin üçü olmuş hâlâ bu mevzunun tartışması! Hararet tavanı aşmış çatının dışına taşmış durumda!
Benim ses artık çığırtkan kuşunu sollamış halde! Delirmez miyim? Delirdim tabii!
Hedefin tuzağına düşmez miyim? Düştüm tabii!
Neydi hedef? Delirtilmek! Hedefine ulaştı mı? Ulaştı!
En sinir olduğum şeydir haksız itham!
Kendimi geçip asıl mücadeleyi günahı olmayan insanların huzurunu koruma derdine düştüm!
Çünkü sevgili kocam bu insanları arayıp canlarına okuyacağını, yetmezmiş gibi eşlerini arayıp kocalarının aslında yemediği haltı anlatacağını bam telimde zıp zıp zıplayarak papağan gibi tekrarlıyor duruyordu. Ben de duyuramadıkça sesini iyice çığırtan bir yaratık! Aynen bir yaratıktım, abartmıyorum!
Çığırmam ve artık nihayet dellenip elime geçeni sağa sola savurmaya başlamamla elindeki telefonla beni videoya çekmeye başlamaz mı?
Kendisinin soktuğu o halimi kim bilir kimlere izleterek haklılık tatmininde bulunacaktı?
Nasıl bir ruh halidir bu?
Hangi yörenin genetiğiydi acaba?
Bu rezil hareketiyle bu defa kırmızı renge dalan kızgın boğaya dönüştüm! Dalmaz mıyım? Daldım!
Kayıttaydı ya, bir sakin üslup takındı, öyle böyle değil! Bir mağdur, bir mağdur!
Sakin tavırla ama sinir bozan cümlelerle video kaydını hışımla ona doğru yürüyen bana karşı geri geri giderek yaptı da yaptı! Bu şekilde keyif odamızdan salona geçtik.Tam bir film!
Elinden telefonu almak için ne hamle yaptıysam başaramadım. Video kaydına tartışmamızın en başından başlasaydı hiç dert edinmezdim! İşin ayrıştırılmış tarafı kayda alınıyordu!
O küçücük vücudumla onun kocaman bedenini nasıl alaşağı edip kocamı yere çaldığıma kendim de inanamadım. O kadar güçlü müymüşüm?
Kim bilir, bu da mizansenin bir parçasıydı belki de!
Ben mi alaşağı ettim, kendi mi gönüllü alaşağı oldu, onu da bir o, bir de Allah bilir.
Altıma aldığım kocama nasıl yumruklar atıyorum, görseniz şaşarsınız! Ben yumruk attıkça o ah diye bağırdı. Hepsi video kaydında.
Allah için onun gözler sağlam! Hiç dönmediler! Hani onun da gözü dönmüş olsaydı hal ne olurdu bilmem diyemem, muhtemelen kırık çıkık garantili kana bulanırdım!
Onun atacağı yumrukla benimki bir olur mu hiç? Elbet bir taraflarım göçüp giderdi! Vurmadı Allah için. Zaten çekim yapmakla meşguldü. Erkek kadın gibi değil ki iki işi aynı anda yapabilsin, öyle değil mi?
Bayağı bir yumruk salladım yani! Hatta elinden telefonu alacağım diye itiş kakış haldeyken üstü başı da yırtıldı. Yüzü gözü de çizik içinde. Velhasıl ben dün gece kocamı dövdüm, biline!..
Geldik sonuç bölümüne.Bakalım iyi bağlayabilecek miyim? Doğrusu ben de merak ettim.
Neyin planıydı, amaç neydi bilmiyorum ama onun gereksiz kıskançlık halini ilk kez yaşamıyordum. Ancak kocamı dövme durumuna terfi etmem ilkti. Artık nasıl bir buhran yaşadıysam!
“Buhran” diyorum da sonra “Burhan kim?” diye, “Burhan ne geçirdi?” gibi bir hesap kavgası daha olursa hiç şaşırmam; demedi de demeyin!
Evet, kocam aslında harika bir insan ama erkek olarak hastalık boyutunda kıskanç! Bu arada gayet çağdaş.
Görüyorsunuz kara çarşafa soktuğu falan yok. Kitabımı da yazıyorum, sahneme de çıkıyorum. Gayet çağdaş.
Otuz yıl yurt dışı görgüsünde. Vizyonu geniş. Akıllı. Yenilikçi. Çalışkan. İş adamcığı değil, iş adamı. Başarılı. Elinden her iş gelir. Ailesine çok düşkün. Gerçekten çok sevecen. İyi insan. Ama hat safhada kıskanç bir erkek!
Tam “Kıskançlık ciddi bir hastalık ve tedavi edilmeli.” diye düşünüyordum ki bir anda gözlerimi açtım. Meğerse kâbus görmüşüm! Harbi kâbus! Sımsıcak elinin yanağımı sevişiyle uyandım. “Haydi aşkım, yatağımıza geçelim.” dedi film izlerken uyuyakaldığım koltuktan nazikçe kaldırarak.
Gerildiniz mi? Ben de çok gerildim kâbus da olsa!
Allahtan kâbustu!
Ama biliyorum ki gerçek hayatın içinde bu ve benzer bir sürü traji’iğrenç vaka var!
Bu şekilde manevi şiddet gören bir kadın delirip adamı evire çevire döverse açıkçası “Oh olsun!” derim!
Zerre acımam!
Kadınların dünyasını cehenneme çevirdi erkeğin bu türleri!
Hepsine lânet olsun!
Ülkü Gözen Stewart