Cinsiyetsizleştirme Dünya Nüfusunu Azaltmaya Yönelik Bir Proje mi?

Çocuğun yetiştirilme tarzının önemine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Erkek çocuk, kadınsı rol modellerle büyüyor ve bu süreçte baba da zayıf bir kişilik sergiliyorsa, amca veya dayı gibi güçlü erkek figürler de yoksa çocuğun cinsiyet kimliği üzerinde ciddi bir etki bırakılıyor.” dedi.

Cinsiyetsizleştirme Dünya Nüfusunu Azaltmaya Yönelik Bir Proje mi?
27 Ocak 2025 - 12:14

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Cinsiyetsizleştirme hareketi dünya nüfusunu azaltmaya yönelik bir proje!”

“Cinsel kimliğiyle ve cinsiyetiyle barışık bireyler yetiştirmek mümkün!”

Ailenin önemine vurgu yapan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Cinsel kimliğiyle ve cinsiyetiyle barışık bireyler yetiştirmek mümkün. Ancak bu süreçte zamanlama kritik bir rol oynuyor. 12-13 yaşından sonra bu tür durumları düzeltmek çok daha zor hale geliyor.” dedi.
 Çocuğun yetiştirilme tarzının önemine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Erkek çocuk, kadınsı rol modellerle büyüyor ve bu süreçte baba da zayıf bir kişilik sergiliyorsa, amca veya dayı gibi güçlü erkek figürler de yoksa çocuğun cinsiyet kimliği üzerinde ciddi bir etki bırakılıyor.” dedi. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, cinsiyetsizleştirme konusunu değerlendirdi.


Dünya nüfusunu azaltmaya yönelik bir proje mi?

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, uzun süredir cinsiyetsizleştirme konusuyla ilgili çeşitli bilgilere ulaştıklarına dikkat çekerek, “Ancak en son Fransa’da bu yıl haziran ayında düzenlenen Olimpiyatların açılış seremonisinde, cinsiyetsizleştirmeye yönelik açık bir sergileme yapıldı. Bu sergileme, cinsiyetsizleştirmenin doğal bir süreçte gelişen bir olay olmadığını; aksine tasarlanmış, planlanmış ve projelendirilmiş bir çalışma olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Gözlemlerimiz de bu yönde. Özellikle cinsiyetsizleştirme hareketinin küresel sermaye ve güçler tarafından dünya nüfusunu azaltmaya yönelik bir proje olarak yürütüldüğünü düşünüyoruz.” dedi.


“Küresel sermaye, dünyayı yönetme iddiasında olan bir üst mekanizma gibi hareket ediyor”

Bu konuyu ilk kez 2016'larda fark etmeye başladığını, o dönem bağımlılıkla ilgili bir proje gündeme geldiğini, projenin içinde cinsiyetsizleştirme çalışmalarının da yer aldığını ve projenin fon kaynağının Birleşmiş Milletler Nüfus Planlama Fonu olduğunu gördüğünü anlatan Tarhan, “Görünüşe göre Birleşmiş Milletler, bağımlılıkla mücadele projelerini planlarken aslında cinsiyet rolleri, evlilik ve nüfus azaltımı gibi hedefleri de önceliklendiriyor. Dünya nüfusu hızla artıyor ve bu durumun devam etmesi halinde küresel güçlerin dünyayı yönetmekte zorlanacağı düşünülüyor. Küresel sermaye, dünyayı yönetme iddiasında olan bir üst mekanizma gibi hareket ediyor ve bu tür projeleri bir araç olarak kullanıyor. Ellerindeki kültürel sermayeyi de bu projelerin bir parçası olarak değerlendiriyorlar.” diye konuştu.


Kadın ve erkek eşitliği; haklar ve fırsatlar açısından değerlendirilmeli

“Toplumsal Cinsiyet” kavramının kadın ve erkek arasındaki hak ve fırsat eşitsizlikleriyle ilgili olması gerektiğini kaydeden Tarhan, “Kadın ve erkek biyolojik olarak eşittir şeklinde bir yaklaşım benimseniyor. Oysa, kadın ve erkek eşitliği; haklar ve fırsatlar açısından değerlendirilmelidir.” ifadesinde bulundu.

Kadın ve erkek cinsiyeti arasında ataerkil kültürden kaynaklanan bir eşitsizlik olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu duruma tepki olarak feminist hareket, 1960’larda kadının özgürleşmesi amacıyla haklı bir şekilde başladı. Ancak, zamanla bu hareket radikal feminizme evrildi. Radikal feminizm ise, kadın-erkek arasında bir mücadele ve çatışma alanına dönüştü. Günümüzde bu radikal anlayışın etkileri özellikle ABD’de görülebiliyor.” dedi.


Bilim, doğuştan üçüncü bir cinsiyet yok diyor!

Biyolojik cinsiyet doğuştan geldiğini, bu durumun kromozomlarla ilgili olduğunu söyleyen Prof. Dr. Tarhan, “Doğuştan gelen bir kadın ve erkek cinsiyeti mevcuttur. Doğuştan üçüncü bir cinsiyet olmadığını gösteren, 2019 yılında Nature dergisinde yayımlanan büyük bir çalışma bulunmaktadır. Bu çalışma, Oxford, MIT ve Harvard gibi önde gelen kurumların da katkılarıyla 477 bin kişi üzerinde gerçekleştirilmiş ve şimdiye kadarki en büyük genetik çalışmalardan biri olmuştur. Çalışmada, üçüncü bir cinsiyeti belirleyen bir gen bulunmadığı açıkça ortaya konulmuştur. Bu bilimsel kanıtlar, biyolojik olarak üçüncü bir cinsiyetin olmadığını ve yalnızca kadın ile erkek cinsiyetlerinin mevcut olduğunu göstermektedir. Bu durumda, toplumsal cinsiyetin sonradan öğrenildiği, yani genetik değil, epigenetik bir olgu olduğu anlaşılmaktadır. Toplum içinde yetiştirme tarzı ve çevresel etkenler yoluyla, bireylerde genetik polimorfizm şeklinde değişimler oluşabilmektedir. Ancak bu, değiştirilebilir bir durumdur; birey isterse bu durumu değiştirebilmektedir.” diye konuştu.


“Kadın ve erkek bedenin kötüye kullanımına dur demek gerekiyor”

Bilimsel kanıtların ortaya çıkmasıyla, "üçüncü cinsiyet vardır" iddiasında bulunanların savlarının zayıfladığını, bu durumun bir tercih veya kültür haline geldiğini ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Eğer toplumda üçüncü cinsiyet ya da cinsiyetsizlik bir kültür olarak benimsenirse, kadın ve erkek cinsiyetlerinin yanı sıra başka cinsiyetlerin de varlığı kabul edilecektir. Günümüzde sadece eşcinsel bireyler (gay ve lezbiyen) veya trans bireylerden bahsedilmemekte, "Q" harfiyle tanımlanan bir kategori de ortaya çıkmıştır. Hatta bazı yerlerde pedofili veya hayvanlarla cinsel ilişki gibi kavramlar dahi cinsel özgürlük kapsamında değerlendirilmeye çalışılmıştır ki bu, insan bedeninin açık bir şekilde kötüye kullanımıdır. Kadın ve erkek bedenin kötüye kullanımına dur demek gerekiyor. Bu nedenle biz bununla ilgili dernek kurduk, çalışmalar yaptık. Bu durum, aileyi yıkıyor, aileye zarar veriyor.” şeklinde konuştu.


Cinsiyet değiştirme merkezleri kapatılıyor…

Yeni çıkan “Cinsiyetiyle Barışık Çocuklar Yetiştirmek” kitabına da atıfta bulunan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Amerikan Pediatri Birliği ve Amerikan Çocuk Sağlık Birliği, küçük yaşta çocuklara hormon verilmesinin biyolojik doğaya aykırı olduğu vurgulanmıştır. Bu konuda yayımlanmış haberler ve videolar mevcuttur. Bilimsel kanıtlar günümüzde oldukça belirgindir. İngiltere'de de bu durumla ilgili önemli adımlar atılmakta ve cinsiyet değiştirme merkezleri kapatılmaktadır. Bu durum, insanın biyolojik doğasına aykırı bir müdahale olarak değerlendirilmektedir. Domates seçerken bile ‘doğal olsun’ " diyoruz; ancak insanın biyolojik doğasına ve genetik yapısına uygun olmayan bir yaşam tarzı çocuklara ve bireylere öğretiliyor. Kitapta da bu konulardan bahsettik.” diye konuştu.


"Cinsiyetsizleştirme artık bir psikolojik savaş kavramı” 

"Yüzde yüz kadın" ya da "yüzde yüz erkek" diye bir şey olmadığını, her erkekte yüzde 10-20 oranında kadınsılık, her kadında ise yüzde 10-20, hatta yüzde 30-50 oranında erkeksilik bulunabileceğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Küresel düzeyde bir cinsiyetsizleştirme çalışması yürütülüyor. Aileler ve bireyler ‘tıp böyle diyor’ düşüncesiyle ses çıkaramazken, tıbbın bu konuda öyle bir şey demediği bilimsel kanıtlarla ortaya konulmuştur. Kanıtların netleşmesiyle birlikte bu konuda savunanların sesleri artık eskisi kadar yüksek çıkmamaktadır. Cinsiyetsizleştirme kavramı uluslararası literatüre girmiş bir kavram ve bu artık psikolojik savaş kavramıdır.” dedi.


K-pop kültürünün etkisi…

Özellikle K-pop müziği akımının yeni jenerasyon üzerinde etkilerine değinen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şöyle devam etti: “K-pop kültürü oldukça cazip ve çekici görünüyor. Ancak orada cinsiyet ayrımı olmadığını, kadın ve erkek cinselliğinin yer almadığını, daha çok unisex bir yaklaşımın benimsendiğini biliyoruz. Bu, aslında genç yaşta çocukları etkileyen büyük bir proje olarak dikkat çekiyor. K-pop sayesinde Güney Kore’nin yıllık gelirinin ABD’de 7-8 milyar dolar seviyesine ulaştığı belirtiliyor. Bu kültür, özellikle ailede mutlu olmayan çocuklara çekici geliyor. Ailede mutlu ve sağlıklı bir iletişim kurabilen çocuklar bu tür akımlara yönelmezken, anne-baba ile geçinemeyen veya problemleri olan çocuklar bu sahte çekiciliğe kapılıyor. Bunun yanı sıra, cinsiyet değiştirme ile ilgili ciddi bir propaganda dalgası da söz konusu ve bu durum bir salgın gibi yayılmakta.”


Çocukların davranışları aile dinamiklerinden kaynaklanabiliyor

Ailenin önemine de vurgu yapan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları kaydetti:
“Çocuğunu doğru şekilde yetiştiren, evi bir güven alanı haline getiren, huzurlu bir ortam sunan, kadınların kadınsı, erkeklerin ise erkeksi rollerini doğal şekilde sergilediği ailelerde genellikle cinsel kimlik sorunları yaşanmıyor. Ancak bazı vakalarda, çocukların davranışlarının aile dinamiklerinden kaynaklandığını görüyoruz. Bir çocuk babasına kızdığında, bunu bir protesto aracı olarak kullanıp cinsel kimlik değişikliği gösterebiliyor; böylece babasından bilinçdışı bir şekilde intikam alıyor. Benzer şekilde, annenin erkeksi bir rol üstlenmesi durumunda, çocuk annesine tepki olarak benzer davranışlar sergileyebiliyor. Çocuklar bunu genellikle bilinçaltı seviyesinde, farkında olmadan yapıyorlar. Bu tür durumları önlemek için ailenin güvenli bir alan oluşturması ve sağlıklı bir ortam sunması çok önemli. Cinsel kimliğiyle ve cinsiyetiyle barışık bireyler yetiştirmek mümkün. Ancak bu süreçte zamanlama kritik bir rol oynuyor. 12-13 yaşından sonra bu tür durumları düzeltmek çok daha zor hale geliyor. 10 yaşından önce bu farkındalık sağlanırsa çözüm daha kolay olabilir. 17-18 yaşına gelmiş çocuklarla çalışırken, öncelikle bu davranışların arka planındaki nedenleri anlamaya çalışıyoruz. Çocuğun hangi sebeplerle bu yöne eğilim gösterdiğini tespit ettikten sonra, bu nedenleri ortadan kaldırmaya odaklanıyoruz.”


Çocuğun cinsiyet rollerine uygun olmayan şekilde yetiştirilmesi…

Çocuğun küçük yaşta yanlış yönlendirilmesi ve cinsiyet rollerine uygun olmayan bir şekilde yetiştirilmesinin önemli bir sorun olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Sosyal medyada dolaşan bir video var; bir kız çocuğu boks eldivenlerini giymiş, babasıyla boks yapıyor ve onu yere seriyor. Çoğumuz bu videoyu izlemişizdir ve oldukça eğlenceli, hatta sevimli geliyor. Videoda anne gelip babayı kurtarıyor ve herkes gülüp eğleniyor. Ancak burada fark edilmesi gereken bir durum var: Bu tür örneklerde, kız çocuğu erkeksi bir şekilde yetiştiriliyor. Her ne kadar bu anlar neşeli ve eğlenceli görünse de, çocuk üzerinde uzun vadeli etkileri olabilir. Bu şekilde yetiştirilen kız çocukları, 12-13-14 yaşına geldiğinde ‘Sen kızsın, öyle değil, böyle davran’ denildiğinde tepki gösterebiliyor. Çocuk, ‘Ben erkek gibi davranmak istiyorum’ diyebiliyor ve bu durum aileyi zorlayabiliyor.” şeklinde konuştu.
 
Çocuğun yetiştirilme tarzı çok önemli!
Çocuğun yetiştirilme tarzının son derece önemli olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Ailede herkes kızsa; ablalar, teyzeler gibi kadın figürlerin çoğunlukta olduğu bir ortamda, tek erkek çocuğa kız kıyafetleri giydiriliyor ve bu bir eğlence aracı haline geliyor. Herkes gülerken, bu durum çocuğun gelişimi üzerinde olumsuz etkiler bırakabiliyor. Erkek çocuk, kadınsı rol modellerle büyüyor ve bu süreçte baba da zayıf bir kişilik sergiliyorsa, amca veya dayı gibi güçlü erkek figürler de yoksa çocuğun cinsiyet kimliği üzerinde ciddi bir etki bırakılıyor. Erkek çocuğa bu dönemde yeterli ilgi gösterilmezse ve bu durum uzun süre devam ederse, çocuk kadınsı bir kimlik geliştirebiliyor. Çocuk ergenlik dönemine girdiğinde ise ‘Değiştirmem, ben böyleyim’ diyebiliyor. Çünkü artık genetik polimorfizm ve epigenetik şekillenme meydana gelmiş oluyor. Bu durumda bir değişiklik yapmak için yoğun bir tedavi süreci gerekiyor ve bu değişim ancak kişinin kendisinin istemesiyle mümkün olabiliyor. Ancak bu aşamada genellikle iş işten geçmiş oluyor.” şeklinde sözlerine son verdi.

YORUMLAR

  • 0 Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
Vişne Madencilik'in Halka Arzı 3-5 Şubat'ta Başlıyor: Pay Başına Fiyat 37,44 TL
Vişne Madencilik’in Halka Arzı 3-5 Şubat’ta Başlıyor: Pay...
Bergama'ya 9. Baraj: Bölümçam Barajı'nda Çalışmalar Hız Kazandı
Bergama’ya 9. Baraj: Bölümçam Barajı'nda Çalışmalar Hız...