7’nci Asrın başlarında Hz. Peygamber’in önderliğinde Arabistan topraklarında doğan İslam dini, Abbasiler döneminde güçlenerek yüzlerce yıl boyunca; Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile birlikte Asya'nın da siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik yapısını şekillendirdi.
Türklerin İslamiyet ile tanışmaları geç bir dönemde, Persler aracılığı ile olmuştur.
Osmanlı’da yerleşen İslamiyet, Orhan Bey döneminde Sünni İslam’a doğru kaydı.
Bunun en önemli nedenleri şöyle sıralanabilir:
- Moğol İsyanı ile insanların (daha doğrusu Sünni Ulemanın) Orhan Bey’in liderliğindeki Osmanlı Beyliği’ne sığınması
- Sünni İslam’ın tam anlamıyla yerleşik sisteme uygun bir inanç yapısının olması
- İslam külliyatı toplumu ve devleti şekillendiren şeriat kuralları
- Ticaret ve toprak hukukunun yanı sıra askeri yapıdaki düzenlemelerin de tam anlamıyla çiçeği burnunda Osmanlı Devleti için oldukça uygun olması
Fakat Fatih’in İstanbul’un fethi ile imparatorluğa evirilen Osmanlı Devleti fethedilen topraklarda milyonlarca gayri Müslüm ile karşılaştı. Bunları elbette şeriat ile yönetemezdi, aksi halde imparatorluğu bir arada tutamazdı.
Osmanlı, bundan sonra bir şeri devlet olmaktan çıkıp, mutlak monarşik bir imparatorluğa dönüştü.
Dahası hem Şeyhülislam'ın konumu hem de İslamiyet Dini'nin, Hanedanın bekasını onaylamak amacıyla var olması gerekiyordu. Bunun içindir ki Osmanlı’nın yönetim şekli dini merkezli olmaktan çıkıp, devleti önceleyen bir yapıya dönüştürüldü. Bu yönelim de Osmanlı’da İslam’ın asla siyasallaşmadığını gösteriyordu.
Osmanlı'da şeriat, aile hukuku ile ilgili (evlenme, boşanma, miras ve evlat edinme gibi) konularda yalnızca Müslümanlara uygulanmakta idi.
Gayrimüslimler de kendi hukuklarını uygulardı. Ceza hukuku, ticaret hukuku ve yönetim ile ilgili birçok kanun padişah fermanları ile belirlenirdi. Yani hukukun önemli bir bölümü Osmanlı’da zaten laikti.
Yavuz Sultan Selim’in Suriye, Irak, Mısır ve Hicaz’ı alıp kendisini “halife” ilan etmesi de durumu değiştirmemiştir.
Yani Sünni İslam devletin ilk dönemlerinde Osmanlı'nın işine yaradığı için kabul görmüş ve resmi mezhep olmuştur.
Fakat devlet çok dinli ve çok uluslu bir imparatorluğa evirildikçe, şeriat kuralları da sadece medeni hukukta uygulanmıştır.
Dolayısıyla, İslam siyasallaşmamıştır ve imparatorluğun giderek zayıflayıp çökmesinin nedeni de kesinlikle İslam Dini değildir.
Lale Devri’nden itibaren Osmanlı yavaş yavaş bir Orta Çağ devletinden çıkıp modern bir imparatorluğa doğru evirilmeye başladı ve bu değişim Tanzimat ile birlikte ivme kazandı.
2. Abdülhamid döneminde yapılan eğitim hamleleri ile birlikte bu modernleşeme çabaları daha da hızlandı.
19. Yüzyılda Abdülhamit döneminde ortaya atılan “Siyasal İslamcılık” görüşü de aslında gayrimüslimlerin yaşadığı bölgelerdeki topraklar kaybedilince “İmparatorluğu ancak Siyasal İslam ile ayakta tutabiliriz” görüşünü gündeme getirdi ki bu baştan ölü doğmuş bir görüş oldu.
Bunun başlıca nedenlerinden ilki: Osmanlı padişahlarının halifeliği asla Araplar arasında kabul görmemişti. Çünkü bu padişahlar peygamber soyundan gelmedikleri gibi Arap da değildiler.
İkincisi; o dönemde dünya Müslümanlarının tamamına yakını İngiltere, Fransa, Almanya ve Belçika gibi ülkelerin sömürgesiydi.
Üçüncüsü de milliyetçilik düşüncesi Araplar arasında da yayılmış ve Ortadoğu da ayrılık rüzgârları çoktan esmeye başlamıştı.
Elbette Mustafa Kemal, Cumhuriyeti “Türkçülük” ideolojisi ve Sünni İslam geleneği üzerine kurdu. Ama genç cumhuriyet döneminde Anadolu’nun dindar kesimi ile yakın diyalog kurulmamıştı.
Bu sebepledir ki Said’i Nursi ve buna benzer tarikatlar, 60’larda siyasal İslam’ın Anadolu’da hızlanmasına neden oldu. Osmanlı döneminde devlet ile toplum arasındaki din adamlarının önemli bir köprü olan fonksiyonunun da azalması, Anadolu’da siyasal İslami düşüncenin tekrar kabul görmeye başlamasını tetikledi.
Necmettin Erbakan’ın 26 Ocak 1970 yılında ilk Siyasal İslami Parti olan Milli Nizam Partisi’ni kurması ile ülkede Cumhuriyetin kuruluşundan 47 yıl sonra büyük bir siyasi gelişim yaşandı aslında.
Ülkedeki siyasi ve bürokratik elitler aslında Erbakan’ın siyasi İslami hareketinin önünü kesmeye çalışırken aslında ülkedeki siyasi İslami hareketi daha da büyüttüler.
12 Eylül döneminde sol hızla tasfiye edildi. Yerine Cumhuriyetin kuruluş değerlerine uzak kalan, en azından bir ayağı uzak kalan Türk-İslam sentezi ABD’nin gazı ile de oturtturulmaya çalışıldı.
28 Şubat’ın vahim hatalar ile dolu bir sürecinin yaşanması ve ardından gelen büyük ekonomik kriz neticesinde, ülkede siyasal İslam adeta zirveye taşındı.
2002 seçimlerinde kendini o dönem için "Batıcı" olarak tanımlasa da Erbakan ve talebelerinden oluşan ve ta Milli Nizam, Milli Selamet geleneğinden gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, ele geçirdiği iktidarı 31 Mart tarihinde yapılan yerel seçimlere kadar güçlü bir şekilde sürdürmeyi başardı.
RIDVAN KARAPEHLİVAN
YORUMLAR