Yüksek Mimar Kurtul Erkmen, Mimarlık Yolculuğunu ve Art İstanbul Feshane Projesini Anlattı

KG Mimarlık Kurucu Ortağı, Yüksek Mimar Kurtul Erkmen: “Projenin İşlevi Yerine Getiren Kutu Olmanın Ötesinde, Bağlamla İlgili de Bir Söz Söylemesi Gerek”

Yurtbay Seramik’in, Pelin Olgun moderatörlüğünde gerçekleştirdiği, ‘Mimarın Yolculuğu’ programının son konuğu KG Mimarlık kurucu ortaklarından Y. Mimar Kurtul Erkmen oldu. Art İstanbul Feshane’de gerçekleştirilen söyleşide Kurtul Erkmen, mesleki yolculuğunu, mimariye bakışını ve Art İstanbul Feshane projesini anlattı…
 
Yurtbay Seramik’in YouTube kanalında yayınlanan, ‘Mimarın Yolculuğu’ söyleşi serisinin son konuğu, KG Mimarlık kurucu ortaklarından Y. Mimar Kurtul Erkmen oldu. Pelin Olgun moderatörlüğünde Art İstanbul Feshane’de gerçekleştirilen söyleşide Kurtul Erkmen mesleki yolculuğunu, KG Mimarlık’ı, mimariye bakışını ve Art İstanbul Feshane projesini anlattı.
Mimar bir aileden geldiğini, babası ve amcasının da mimar olduğunu söyleyen Kurtul Erkmen, “Herhalde babamın evdeki mecmualarından, kitaplarından, çizimlerinden etkilenip çocuk yaştan beri hep mimar olmak istedim. Başka bir meslek düşünmedim. Liseyi bitirdikten sonra da üniversite sınavlarında mimarlık okullarını yazdım, ilk tercihimi kazandım ve aynen babamla amcam gibi o günkü adıyla DGSA, şimdiki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan okulda eğitimime başladım” diyor.

Eşinin de sınıf arkadaşı olduğunu ve aynı üniversitede öğretim üyesi olduğunu belirten Kurtul Erkmen, “Onun da anne babası mimar ve öğretim üyesi. Prof. Gündüz Gökçe ve Prof. Perihan Gökçe, bizi eğiten kadrodaydılar. Daha sonra da yine bu aile içindeki görenekten diyebiliriz, iki kızımdan küçük olanı da mimar olmak istedi ve o da mimarlık mesleğine adım attı. 5 senedir de bizimle beraber KG Mimarlık’ta çalışıyor” şeklinde konuşuyor. 

Mezun olduktan sonra babası ve amcasının kurduğu şirkette çalışmaya başladığını anlatan Erkmen, şöyle devam ediyor: “Babam ve amcamla çalışmak çok öğreticiydi. Ben bazı mesleklerin, onlardan biri de mimarlıktır, usta-çırak ilişkisine dayandığını ve bunun önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Benim ustam da babam oldu. Yapa yapa öğreniyorsunuz, eğitim hiç bitmiyor. Okul bittiğinde eğitimin bittiğini değil de tam tersine yeniden başladığını düşünmek lazım. Orada gerek yaptığım projeler, gerekse şantiyede yer almış olmam, beni muhakkak besledi. Daha sonra da 1990’da kendi şirketimi kurdum; onlar yavaş yavaş çekilmeye başlamışlardı aktif çalışma hayatından. 90’dan bugüne de KG Mimarlık 33 senedir devam ediyor.”


“Projelerimde Minimal Davranmaya Başladığımı Hissediyorum”

“Her mimarın meslek hayatında birtakım sapmalar ortaya çıkabilir” diyen Kurtul Erkem, “Ben başından beri herhangi bir konuya yaklaşırken işlevi gözardı edip sadece estetiğin ya da sadece sağlamlığın üzerine gitmeyen bir tavır izledim. Bugün de hâlâ işlevin önemli olduğunu düşünüyorum. Ancak projelerimin çoğunda mümkün olduğu kadar minimal davranmaya başladığımı hissediyorum. Yani süsten arındırılmış, ilave bazı estetiği yakalamak adına kullanılacak unsurları ayıklamaya başladım. Fakat aslında bu işi zorlaştırıyor. Hatta bunun yapımı esnasında mühim işlerden bir tanesi, eğer bu kadar minimal davranıyorsanız, işçiliğin de iyi olması gerekiyor” ifadelerini kullanıyor. 
Bir diğer önemli kavramın da “bağlam” olduğunu sözlerine ekleyen Erkmen, “Yapacağınız projenin bazen konusu, bazen yakın çevresi, bazen kültürel katmanları, bazen arazi ya da topoğrafya olabilir ama bağlamla ilgili de bir söz söylemesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece işlevi yerine getiren kutu olmanın ötesinde. Çünkü yapıların işlevi ağırlıklı olarak iç mekanla anlatılabilir ama yapıların dışı da ciddi bir mesaj veriyor. O mesajı da hem içeride hem dışarıda dengeleyen bir mimari arayış içindeyim” diyor.


“Art İstanbul Feshane ile Olan Diyaloğumuz Ağırlıklı Olarak Hep Saygı Üzerine Kurulu”

Söyleşinin gerçekleştirildiği Art İstanbul Feshane ile ilgili de konuşan Erkmen, şunları söylüyor: “Meslek hayatımızda çeşitli katmanlarda çeşitli şekillerde projeler ürettik ama kamusal bir alanı projelendirmek, oradan belki bir sene içinde yüzbinlerce kişinin geçeceğini ve orayı kullanacağını bilmek ayrı bir heyecan veriyor insana. Dolayısıyla Feshane gibi bir binanın önce ayağa kaldırılması, yapılması, sağlamlaştırılması, bunu doğru yapmak ve arkasından içini işlevlendirmek ciddi bir iş. Tabii şunun altını çizeyim, bu bir ekip işi. Tek başına hiç kimsenin altından kalkabileceği bir iş değil. Burada çeşitli danışmanlar, koruma kurulları, profesör hocalarımız ve İBB Miras’ın kendi ekibi ile hep beraber bir anlamda görüş alışverişinde bulunarak yürüdük. Tasarım sorumluluğu, iyisiyle kötüsüyle tabii ki mimara ait oluyor. Böyle bir bina ile karşılaştığınızda bir defa o binanın tarihçesini bilmek, araştırmak, özümsemek gerekiyor. Çünkü karşınızda zaten belli bir ruhu olan bir yapı var. O ruhu kaybetmeden yenilemek gerekiyor. Bu bina 1830’lara kadar uzanan bir öyküye sahip. O dönemlerde de Osmanlı ordusunun fes ihtiyacı için fes üretecek bir yer aranıyor. İlki aslında Cinci Meydanı dediğimiz Kadırga’da kuruluyor. Bir müddet sonra lojistik faktörler de göz önüne alındığında görüyorlar ki, bunun bir su kenarında olması lazım. Su kenarı olarak Haliç bölgesi beğeniliyor ve Beyhan Sultan Sarayı gibi bazı saraylardan bir tanesinin eklentilerine konuşlanması öneriliyor. Bu bina eski haritalara baktığınızda, etrafı ile beraber çok yoğun bir doku. Çünkü bir sürü eklentiler var. Mesela binanın ilk yapıldığında iş gücü olarak 40 tane katırın kullanıldığı kayıtlarda var. Daha sonra makineler buharla çalışacak hale getiriliyor. Bina birkaç defa yangın geçiriyor. Yangınlardan sonra yenileniyor. Bu yenilemeler sonrasında genişletiliyor, büyütülüyor. 1851 yılında bu mekanda gördüğünüz Belçika’dan gelen kolonlar monte ediliyor. Bu kolonlar bugün yukarıdaki çelik çatıyı taşıyor. Çatının cam yapısı, bu kadar geniş bir alana doğal ışık almak açısından çok önemli bir tasarım. Biz onların hepsini muhafaza edip güncelleştirdik. 

Binanın geçmişinden bugüne gelirken bir de mekânsal meseleleri var. Çünkü elinizde bir işlevler zinciri ya da bizim önerdiğimiz işlevler var. Biz önce bina kendini gösterir olsun, biz sonra bunun içine girelim; yani ‘assolist bizim yaptığımız tasarımlar olmasın binanın kendisi olsun’ gibi bir saygıyla yaklaştık. Bu binada toplamda 3 tane kapalı kutu var. Bu kutulardan ilk ikisi girişin solunda gördüğünüz bilet satış yeri, dolaplar, güvenliğin, server odasının olduğu iki katlı bir kutudur. Onun arkasında aynı aksta bir kutu daha var. O küçük salon dediğimiz 1750 metrekarelik salonda ayaklar üzerinde bir kutu. Onun içinde de bütün mekanik ve elektrik ekipmanlar var. Biz bunlar yaparken, hiçbir şekilde binanın mevcut duvarlarına değmedik. Üçüncü kutu da üstü kafe olarak kullandığımız, altı ıslak hacimler olan aynı zamanda kafenin mutfağı olarak da görev yapan bir kutumuz var. O kutuda da göreceksiniz, binanın duvarlarına değmemeye özen gösterdik. Her 3 kutu da birer konteyner gibi diyebiliriz. Belki bizden 50 sene sonra birileri gelir, buraya farklı bir işlev vermek ister; kaldırıp götürebilirler. Bina ile olan diyaloğumuz ağırlıklı olarak hep saygı üzerine kurulu. Onu ön plana çıkartacak şekilde, bugünkü işlevlerimizde ihtiyaç duyduğumuz mekanları onun içine belli belirsiz monte etmek gibi bir düşünceyle kurgulandı.”

“Yarışmalar Sadece Nicelik Olarak Değil Nitelik Olarak da Bir İz Bırakırlar”
Zeki Yurtbay Tasarım Ödülleri ile ilgili görüşlerini de paylaşan Erken şöyle konuşuyor: “Öğrenci yarışmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ben de birçok öğrenci yarışmasında jüri üyesi olarak görev aldım. Zeki Yurtbay Tasarım Ödülleri’nin de geçmiş yıllardaki gerek jüri teşkili gerekse ortaya çıkan projelerin kalitesinin oldukça yüksek olduğunu düşünüyorum. Bu da önemli bir şeydir. Çünkü yarışmalar sadece nicelik olarak değil nitelik olarak da bir iz bırakırlar; hatta belge haline gelirler. 11. seneden bahsediyorsunuz, 10 sene geriye gidip o zamanki öğrencilerin yaptıklarıyla bu sene yapılanların kıyaslamasını yapmak, özellikle böyle gelenekselleşmiş yarışmalarda kıymetli bir veri oluşturuyor.”

YORUMLAR

  • 0 Yorum