McKinsey, enerji sektörünün geleceğine ilişkin öngörülerini 4 senaryoyla sundu
McKinsey & Company, her yıl düzenli olarak hazırladığı Global Enerji Perspektifi (GEP) 2021 raporunu yayınladı. Pandeminin neden olduğu küresel ekonomik krizi ve enerji sektöründe yaşananları mercek altına alan rapor, enerji sistemlerinde ve talebindeki dönüşümü ortaya koyuyor. McKinsey uzmanlarının, dönüşüm hızı ve ölçeğiyle ilgili belirsizlikleri yansıtmak için hazırladıkları 4 ayrı senaryo çerçevesinde, öne çıkan öngörülerin sunulduğu raporda yenilenebilir enerji kaynaklarının, 2030 yılında küresel enerji sektörüne hakim olması beklendiği belirtiliyor.
GEP 2021 raporu, pandeminin başında hızla düşen fosil yakıt fiyatlarının, ekonomiler yeniden açıldığında bir toparlanma gösterdiğinin altını çiziyor. Enerji piyasalarındaki olağanüstü hareketlerin pandeminin yarattığı belirsizliklerin doğal sonucu olarak kabul edildiği raporda; bu durumun, uzun vadeli senaryoları her zamankinden daha önemli hale getirdiğine vurgu yapılıyor. McKinsey uzmanlarının hazırladığı 4 senaryo; karbon emisyon miktarını düşürmede belirleyici rol oynayan yenilenebilir enerji kaynaklarına küresel ölçekte geçiş hızına göre birbirinden ayrılıyor. Referans senaryo; üretimde, tüketimde ve yatırımlarda, mevcut eğilimlerin devamını ortaya koyarken, McKinsey 1,5°C yol haritası senaryosu da küresel ısınmayı durdurmak için belirlenen hedefe ulaşmak amacıyla yapılması gerekenleri içeriyor. Geciken geçiş senaryosu enerji politikalarında yenilenebilir kaynaklara yönelimin azalması varsayımına dayanırken, hızlandırılmış geçiş senaryosu ise bu yönelimin artacağı varsayımlarını değerlendiriyor.
Pandemi sonrası temel değişimler hızlanıyor
Bu senaryolar doğrultusunda, raporda paylaşılan ilk öngörü; enerji tüketiminin, COVID-19 öncesi seviyeye hızla gerileme eğiliminde olması. Özellikle elektrik tarafında, 2020’de yaşanan benzeri görülmemiş kesinti, hızlı bir geçiş süreciyle toparlanıyor. Raporda; fosil yakıt tüketiminin, 2027 yılında zirve yaptıktan sonra düşüş trendine girmesi bekleniyor. Bu tabloda, petrol tüketim miktarlarındaki düşüşün başlangıcı için 2029, doğal gaz için de 2037 yılı tahmin ediliyor. Fosil yakıtlara olan talep, COVID-19 öncesindeki miktarlara dönse bile, daha önceden olduğu gibi büyüme eğiliminde olmayacağına dikkat çekiliyor.
Raporda yer alan ikinci temel bulgu ise toplam enerji tüketiminin katlanarak artması ve bu süreçte hidrojenin öne çıkabileceği senaryolara dayanıyor. 2030’larda maliyet açısından rekabetçi hale gelmesi beklenen hidrojenin, enerji geçişinde etkili olması bekleniyor. Güneş ve rüzgâr santrallerinin ise 2035 yılında dünyanın elektrik üretim kapasitesinin neredeyse yarısını oluşturacağı tahmin ediliyor. Bununla birlikte fosil yakıtlara olan talebin zirveye ulaşıp düşüşe geçmeye başlayacağı tarihlerin de öne geldiği görülüyor. 2014 yılındaki zirvesinden sonra talep miktarındaki düşüş trendi süren kömür, McKinsey uzmanlarına göre; 2050 yılına gelindiğinde, ancak 1990 yılındaki talep miktarına geri dönüyor. Her üç fosil yakıt, talepteki uzun vadeli düşüşe rağmen, küresel enerji ihtiyacının karşılanmasında önemli bir rol oynamaya devam ediyor. Referans senaryoya göre küresel enerji talebinin yarısından fazlası 2050 yılına kadar fosil yakıtlar tarafından karşılanıyor. Fosil yakıtlar içerisinde petrol ve gaz talebi kimya sektörünün devam etmesi beklenen güçlü talebi ile yerini koruyacak tahmini mevcut. Yenilenebilir enerjilere hızlandırılmış geçiş senaryosu gerçekleşirse fosil yakıt tüketiminin azalan tüketim payına bağlı olarak, 2050’de karbon emisyon miktarının referans senaryodan yüzde 20 daha düşük olması mümkün görünüyor.
1,5°C hedefine ulaşabilmek için hızlanmanın artması gerekiyor
Yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş sürecinin, iklim krizini önlemek amacıyla ortaya konan 1,5°C hedefine ulaşabilmek için çok yavaş olduğuna dikkat çeken dördüncü öngörüye göre; önümüzdeki on yıl kritik önem taşıyor. Küresel ölçekte karbon emisyon miktarının azaltılmasına yönelik çalışmaların yanı sıra hükümetlerin daha iddialı hedefleri, somut politikalara dönüştürmesi gerekiyor. Zira referans senaryoya göre; 2050’de küresel karbon emisyonunun halen yıllık 25 Gigaton (Gt) seviyelerinde olacağı tahmin ediliyor. Hükümetlerin, yatırımcıların ve tüketicilerin, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişe olan ilgisinin arttığını belirten McKinsey uzmanları; iş liderlerine, ülkeden ülkeye fark gösteren değişimin yönüne ve hızına ilişkin işaretlere dikkat etmelerini öneriyor.
McKinsey & Company Ortağı Eren Çetinkaya: “2030’larda hidrojen, enerji sektörünün ‘oyun değiştiricisi’ olacak”
Yenilenebilir enerji kaynaklarının maliyet avantajları sayesinde, 2030 yılında küresel enerji sektörüne hâkim olacağını belirten McKinsey & Company Ortağı ve Bölge Enerji Çalışma Grubu Lideri Eren Çetinkaya, şunları söyledi: “Enerji sektöründeki mevcut eğilimlerin önümüzdeki on yılda da süreceğini tahmin ediyoruz. Yatırım maliyetlerindeki düşüşe, enerji depolama teknolojisindeki gelişmeler eklendikçe; yenilenebilir kaynaklar, fosil yakıtlara karşı daha rekabetçi hale geliyor. Bu çerçevede, yenilenebilir kaynaklarından üretilecek hidrojenin payındaki artışın daha hızlı olacağını öngörüyoruz. Maliyet açısından elde edeceği avantajla hidrojenin, 2030’larda sektörün ‘oyun değiştiricisi’ haline gelebileceğini düşünüyoruz. Bunlarla birlikte Global Enerji Perspektifi raporumuz, yenilenebilir enerjideki bütün bu olumlu gelişmelerin, küresel ısınmada bir eşik noktası olan 1,5 ° C sınırının altında kalmaya yetmeyeceğini ortaya koyuyor. McKinsey 1,5°C yol haritası senaryomuza göre; küresel ölçekte karbon emisyonunu, 2030’a kadar yüzde 50 ve 2050’ye kadar da yüzde 85 oranında düşürmemiz gerekiyor”
Raporun tamamına ilgili bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
YORUMLAR