Pazartesi sabahları okulun eski ağır kapısı açılır, içeri adım atar atmaz sağ taraftaki ufak kulübede görevli Adem ile karşılaşırdık. Adem’e bütün kızlar ’Adem Adem tatlı badem’ derdik. Kendimize puantiyeli yakalıklarımızdan dolayı ‘benekli dana’ dediğimiz gibi!…
Adem, Anadolulu genç bir adamdı ve asli görevi yatılı talebelerin dışarıya sızmamalarını sağlamaktı.
Çamlıca İnas Sultanisi (Çamlıca Anadolu Kız Lisesi ) büyük bir arazi içindeydi. Yatakhane ve Yemekhane’nin bulunduğu köşk ve modern yapıdaki ders binasının kurulduğu bölge dışında sürü halinde köpeklerin gezindiği büyük bir korusu vardı.
Ve tüm arazi örme duvarlarla çevriliydi. Adem’in kulübesinin arkasında çeşitli pavyonlar bulunuyordu. En büyüğü kafeteryaydı. Kafeteryanın arkasındaki eski duvarda bir gedik vardı. İşte tüm firarilik oradan başlardı…
O sene lise ikinin sonuna gelmiştik. Serpil; okul biter bitmez evlendi ve şimdilerde kocaman, şahane iki çocuğa sahip bir ev hanımı.
İnci;ODTÜ’yü bitirdi ve şimdilerde profesörlüğünün tadını çıkarıyor.Çocuk da yaparım kariyerde yaparımın örneklerinden biri.
Aslıhan yani bendeniz de ne evlendim ne de çocuk yaptım.
Onun için annemin dediği gibi ‘güdük’ kaldım;))
Tüm titrlerimden kendi isteğimle sıyrılıp yazar kimliğimle devam ediyorum.
İşte bu üç kafadar o sezon sonu okuldan kaçmaya karar verdik.
İncilerin yazlığı Kartal-Rahmanlardaydı. Orada kalacaktık. İnci bir şekilde yazlığın anahtarını ele geçirmişti.
Pazartesi sabah okula girdik ve doğru kafeteryaya gittik.
Şimdi düşünüyorum da galiba güzel olan kaçmaktan çok, kaçmanın heyecanını yaşamaktı.
Zira okula girmeden de buluşup o şekilde devam edebilirdik.
Ama ben o zevkli anları nasıl anlatacaktım sonra!…
Heyecandan ellerimin terlemesini hala unutamam. Adem’i atlattık, duvara doğru yürüdük ve birbirimize sessizce baktık. Hepimizin gözünde o karar tamdı.
İlk ben çıktım duvardan, arkamdan İnci çıktı. Serpil bir türlü çıkamıyordu. Ben geri indim ve taşların düşüp gedik açmış olduğu ayağını koyacağı yerleri gösterdim.
Biraz da aşağıdan itiştirdikten sonra Serpil de çıktı.
Ve üçümüz de özgürlüğe doğru atladık…
Sonrası avarelik. Kadıköyde iki film birden olan sinemalara gidip, çıkışta o zamanın fastfood yerlerinde yemek yer, Moda'da gezinirdik.
Sonra trene biner Rahmanlardaki yazlığa gider uyurduk.
Beş günü bu döngüyle bitirdik.
Benim evim Moda'daydı. Cesarete bakın ki oralarda görülmeyeceğimden emin fink atardım.
İnsanların hayatta her şeyi tatmasını dilerim.
Bunun için cesaret ve kararlılık göstermek, riskleri üstlenebilmek gerekiyor.
Yaşanmış olgular belleğimde saklı, sırası geldiğinde hatırlıyorum ve eksik olabilse de beni gülümsetebiliyorlar.
Size bir sır vereyim mi?!
Tatsız olanlar da beni gülümsetiyor artık.
Bu da şunu gösteriyor ki olan her şey geçiyor.
O zaman şairin dediği gibi; ‘Kuş ölür sen uçuşu hatırla’…
Aslıhan Bahadır
YORUMLAR