Türkiye’de Osmanlı’dan bu yana bir gelenek var. Entel takım buna bayağı odaklanmış durumda.
‘Başbakan’a açık mektup’, ‘Cumhurbaşkanına Tavsiyeler’, ’Sonun Kötü Olacak’ türünden yazılar, söyleşiler ve öngörüler gırla...
Sanatçısı, gazetecisi ve diğer medya esnafı...
Herkeste kuru bir özgüven patlaması...
Evet, 80'li 90'lı yıllarda ellerinde böyle bir manivela vardı; ama bugün artık çok geç!..
Metin le Müjdat’nın bayağı yaşlı olması da aslında plaklarının geçmişe takıldığının göstergesi.
Bir de bunun alt yapısı var. Bu eski tüfeklerin çoğunun yüksek öğrenimi, yabancı dili yoktur.
Derin ve analitik analizden uzaktırlar.
Ama... Değerli düşünür Osman Ulagay’ın dediği gibi; Artık cep telefonu var ve demokrasiyi şekillendiriyor.
12 Ekim 2016 tarihinde, -'Ey Halkım' Muhabbeti...- başlığı altında bir yazı kaleme almıştım.
Yukarıda yaptığım girizgah bağlamında, amiyane tabirle söylüyorum: Ekim 2016'da yazdığım o yazı şimdi geldi ‘cuk’ diye oturdu, iyi mi?
Aradan epey zaman geçmesine rağmen güncelliğini koruyan o yazımı, hatırlatma mahiyetinde bir kez daha bilgi ve ilginize sunuyorum efendim!
'Ey Halkım' Muhabbeti...
Namık Kemal, hani şu milliyetçilik bilincini 'Jön Türklere' aşılayan 'Vatan Şairi', 'Vatan Yahut Silistre' unutulmaz dramasının yazarını kim hatırlamaz. Hadi diyelim tarihsel rolünü unuttunuz, mutlaka okul sıralarının muzur fıkralarından hatırlarsınız.
Osmanlıda alışılmamış, yadırganan üslupla faaliyetlerine ve yayınına devam eden genç şair Namık Kemal tüm uyarılara rağmen kendini frenlemeyince sonunda sürgüne ( hem de ikinci defa ) gönderilir.
Sirkeci rıhtımında kendisini Kıbrıs'a götürecek vapuru beklerken yanında uğurlamaya gelen sadece bir avuç arkadaşı vardır. Namık Kemal'in gözleri ısrarla etrafta dolaşmaktadır. Sonunda dayanamaz arkadaşlarından birine ' Nerde bu halk, yahu ?' diye sorar.
İşte Türkiyeli aydının acizliğini ve saftarozluğunu içeren soru budur. ' Nerde bu halk ?'
Soru sorulduğu zaman sene 1873, henüz Mustafa Kemal doğmamış. Şimdi geldik 2016'ya. Bakıyorum görünümü yerinde, ağzı laf yapan, dili mürekkep yalamış, eli kalem tutan zatı muhteremler. ' Ey Halkım can damarın kesiliyor' ' Ey Halkım Uyan' ' Ey Halkım kandırılıyorsun' şeklinde tek taraflı manzumeler döşemekteler. Tek taraflı bir kabullenme varsıyımı.
Bu soru, bu tarz ve bu basit 'ım' eki aslında tüm sorunların cevabını içermekte.
'Halkım' lafı öncelikle bir sahiplenmeyi içerir. 'Evim', 'arabam', 'malım' gibi.
Seçilmemiş, seçime girmemiş, entelektüel sırça köşkünde oturarak ahkam kesen sahiplenme 150 sene sonra bile güncelliğini koruyor.
Bugün baktığımızda tepeden inme reformlarla, elitist yaklaşımla, en iyisini ben bilirim tavırlarıyla
bir yere gidilmediği ortada.
Halkı tanımadan 'halkım' sahiplenmesini temel almak, entelektüel bağnazlığın ruhunu oluşturmakta. Bu coğrafyada halk kimdir, devlet nedir, sınıf nedir hatta bir adım daha öteye gidereksek, sınıf var mıdır ? Devlet var mıdır ? Halk var mıdır ? Sorularınıda sormamızı gerektirmekte.
Evet bir halk var ama hala Osmanlı tabası olmaktan çıkmamış bir ahali olarak var. Osmanlılıktan çıkmamış çünkü beklentisi ' Kerim' devlet. Devlet kerim olabilmiş mi ? Hayır.
Evet bir devlet var ama ne Batı tarifine ne de Marksist tarife uymakta. Olsa olsa Osmanlının 'Mamur Devlet' kavramına daha yakın.
Toprağa dayalı aristokrasi olmadığına göre sınıfsal yapıda bu toprağa özgü, üç kuşakta bir tepe taklak olan çakma elit güruhu.
Ey Entellektüellim gel yapma. Sen önce bu coğrafyayı tanı. Tarihsel süreçin dinamiklerini anla, bu toprakların 'Doğu-Batı Çatışmasının' bin yıldır kesintisiz süren sürtüşmenin ev sahibi olduğunu bil, ondan sonra konuş.
ENGİN CİVAN / 12 Ekim 2016
YORUMLAR