EROL MARAŞLI

EROL MARAŞLI

Gazeteci -Yazar

Geç Kalmış Bir Karar -1-

13 Eylül 2016 - 01:18

Güneydoğuda Kürt kökenli vatandaşı, memuru, siyasetçiyi sindirip, taaa Osmanlı döneminden bu yana bir batı projesi olan Anadolu parçalayıp, batının emir kulu haline gelmiş, istikrarsız ama batının emrinde, bu topraklarda uydu devletler kurmak isteyenler hep olmuş, bugünde aynı heves içinde olanlar var!…

 Hadep’lisi, DTP’lisi, BDP’lisi, KCK’lısı, PKK’lısı, PYD’lisi ve de Kürtçüsü’nün gönlünde yatan “Bağımsız,Özerk Kürdistandır!” Adamlar bunu taaa Osmanlı topraklarının arenadaki gibi batılı emperyalistlerinin önüne atıldığı yıllardan başlayarak söylüyorlar…

Kürt Teali Cemiyeti; parçalanan Osmanlı topraklarından pay almak amacıyla kurulmuştur. İşte bu yüzden başta Ermeniler olmak üzere, İngilizlerle, Fransızlarla, Ruslarla işbirliği içindedirler… Büyük Türk şairi ve yazarı olarak anlatılan Süleyman Nazif/ Diyarbakırlıdır… Tıpkı Türkçülüğün Esaslarını yazan büyük Türkçü Ziya Gökalp gibi… Süleyman Nazif; Bediüzzaman Said Nursî ye “Bak Osmanlı parçalanıyor… sende Kürtsün! Gel birleşelim biz de bir kürt devleti kuralım!” der ama Said Nursî’den şu nasihatı alır: “ Bin yıldır İslam'a hizmet etmiş bir milletin torunlarına kılıç çekmek haramdır… ben bunu yapamam… siz de bundan vazgeçin! Bu milleti Türkler idare ediyor, bundan böyle de Türkler idare edecek! Bunlar yanlış şeyler.   Müslüman bir ülkede yaşayan insanlar arasında azınlık-çoğunluk ayırımı asla yapılamaz. Bu ayırım; Müslümanlar için değil, ancak gayr-ı müslimler, mesela Ermeniler açısından mümkün ve geçerlidir. Asırlarca ilây-ı kelimetullah uğruna cihadda beraber olmuş Müslüman Anadolu halkı için geçerli değildir.” Ve Süleyman Nazif’i cumhuriyeti kuranların yanında görürüz ve “Büyük Türk Şair ve Edibi” diye anılır.  Dersimli/ Tunçeli’li Diyap Ağa ve diğer kürt kökenli kardeşlerimiz gibi İstiklal savaşımızın ve cumhuriyeti kuruşumuzun ön saflarındadırlar…

Ama kurtuluş savaşı yılları ve daha sonraları, Kürtçüler, bu bölücülük emellerinden vazgeçmediler:  birçok bölücü isyanlar gördük. Ne zaman Türkiye Cumhuriyeti atılım yapsa, kalkınma hamlelerine  devam etse, ülke gelişmeye doğru yol alsa, ya da önemli  anlaşmaların arifesinde; mutlaka bir Kürt isyanı, sahneye konmuştur…. bugünküler ise tarihten ders almamışlardır: tıpkı Mahabad Kürt Cumhuriyeti adlı uyduruk devleti kuranlar gibi…

Kürt kökenli vatandaşın ayrılmak ve başka bir devlet kurmak gibi bir talebi yoktur.  Bu ayrışma hareketi batının oyuncağı haline gelenlerin isteği, arzusudur.

2009 seçimlerinden sonra Pervin Buldan / Türkiye Büyük Millet Meclisinde Türk milletvekili olarak ve TBMM başkan vekili olarak görev yaptı, pasaport aldı, maaş aldı. Kocası Savaş Buldan’ın PKK’nın finansörü olduğu söylendi/ partisinin kazandığı belediye sınırlarını göstererek “ Kürdistanın sınırlarını çizdik” demişti. Hadep, DTP, BTP, liler ve kürtçü terör örgütleri her konuşmalarında o bölgeye “Kürdistan” demişler, Diyarbakır’ın da adını değiştirerek Amed diye lanse ettiler. Tıpkı Ayn el-Arap’ı Kobani yaptıkları gibi.   Başkenti Amed/ Diyarbakır olacak bir Kürdistan bölgesinin demokratik yoldan (!) özgürlüğü demek. Yani bağımsız bir devlet!

 Ne ise gelelim Diyarbakır/Diyarbekir’in Kürtlüğüne: önce şunu bilmeleri lazım Amid kelimesi Kürtçe değildir. Çünkü bu bölgeye Türkler ve Kürtler gelmeden önce burada başkaları yaşıyordu ve bu kentin adı ta o zaman Amid-Amida-Amidi adıyla anılıyordu. Bu kelimenin Arami kökenli olması muhtemel. Bizans kaynaklarında MÖ 5.YY’da Amid adıyla anılan bu şehir Bizanslarındır. Amid’de Grekçe, Ermenice, Süryanice ve Aramice kullanılıyordu. MÖ 4 YY’da İskender burayı Makedon krallığına kattı.

MS.7nci yüzyılda Müslüman Arap kumandan Bekir bin Vail’in kabilesi buraya yerleştirilince şehrin adı Diyar-ı Bekir olarak anılmaya başlandı. 990 yılında ise Mervaniler hakim oldular. Mervaniler ise Türk Selçuklu imparatorluğuna bağlıydılar. Bu tarihten sonra Diyar-ı Bekir Türklerin elindedir. Selahaddin Eyyubi 1183 de burayı alarak Artukoğulları adlı Türk beyi Nurettin’e vermiştir. Artukluların başkenti Mardindir. 1259 da şehir bir Türk devleti olan İlhanlıların eline geçti ama İlhanlılar şehri tekrar Artukoğullarına bıraktılar. 1401 de yine bir Türk İmparatoru olan Timur bölgeyi alarak Akkoyunlulara verdi. Buraya birçok Türk boyu yerleştirildi. Karayülük Osman beğ burayı başkent yaptı. Yani bir Türk devletinin başkenti oldu. Daha sonra Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan/Türk’dür/ başkenti Tebriz’e taşıdı.1500 lü yıllarda bölge halkının Türklerden teşekkül ettiğini tarihler yazıyor. 1515 de Türk hakanı Yavuz Sultan Selim han bölgeyi Osmanlı Topraklarına kattı. O günden beri adı Diyarbakır olan bu şehir Türklerindir.

İran etkisinde kalan Türkmenler, Akkoyunlular, Artuklular, Avşarlar, Lek’ler, Suvarlar ve daha birçok Türk oymakları dillerini kaybederek kürtçe konuşmaya başlamışlardır. Mesela Osmanlı devletinin kuruluşunda ana unsurlardan olan Karakeçili Türkleri Urfa’da Kürtçe, Bilecik’te Türkçe konuşmaktalar. Suvar Türkleri de Romanya da Türkçe ve Romence, Adıyaman ve Urfa da Kürtçe konuşmaktalar.

Kürtçüler; Rus ve İngiliz kürtologlarının zorlaması ile devletsiz bir kürt milleti yaratma yoluna gitmişler ve zaman zaman özbeöz Türk olan bu insanları isyanlarda kullanmışlardır. Kısacası Kürtlerle Türkler bir ağacın dallarıdır.  Zaten Yenisey Anıtlarında/Türk anıtlarıdır/ Kürt ve Türk beğ’lerine hitap edilir. Bin yıldır iç içe yaşayan evlilik bağları kuran bu insanları nasıl ayırabilirsiniz?

Geçmişteki ayrışma hevesinin; sonu Kürtler açısından hep hüsran olmuştur: acı çekmişler… Ama isyana teşvik edenlerin bu acılar karşısında kılları kıpırdamamış ve Türkiye sınırı dışındaki Kürtlere bile her zaman Türkiye Cumhuriyeti sahip çıkmıştır.

Edirne den Hakkari’ye, Kars’dan Fethiye’ye kadarki vatanımız içinde hiçbir Kürt kökenli vatandaşımız ayrıma tabi tutulmadan her Türk’ün kullanabildiği hakkı kullanmıştır: Cumhurbaşkanı olmuş, başbakan olmuş, bakan olmuş, Türk Ordusunun komutanları olmuşlar… Vilayetlere Vali, Kazalara Kaymakam vb…Türk ordusunda görev yapıp bölücülere karşı savaşmışlar ve şehit düşmüşlerdir, Balkanlar’da, Çanakkale’de, Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi.

Alnımız secdeye gittiğinde aynı mihraba yönelip, aynı halının üstünde yan yana durduğumuz gibi, şehadete giderken de yan yanayız…

Varsınlar Demirtaşlar, Buldanlar, Aynalar ve diğerleri “başka” olsunlar: biz etle tırnak gibiyiz… Aynı ağacın dallarıyız… ayrılamayız… Ayırmaya da kimsenin gücü yetmez: velev ki; arkalarında başkaları olsa bile! 

Erol Maraşlı / 13.09.2016

YORUMLAR

  • 0 Yorum