Osmanlı devletinin parçalanması ve paylaşılması gündeme geldiğinde 1. Dünya savaşı bitmek üzereydi: B. Britanya ile Fransa Ortadoğu’yu paylaşmak için toplandılar: Sykes-Picot antlaşmasının maddeleri arasında; gerek İstanbul’daki, gerekse Ortadoğu’daki Kürt aşiret reislerine ve önde gelen aydınlara verilen sözler askıda kalmıştı; büyük bir hayal kırıklığı yaşandı.
Oysaki Kürt aşiret reislerinin ve feodalitenin dışında kalan büyük Kürt çoğunluğunun Osmanlıdan ayrılma gibi bir niyetleri yoktu. Bu sözü verenler; İngiltere, Fransa ve Rusya, Kürtlere bağımsız bir devlet kurma fikrini tartıştılar ama çıkarlarına ters geldiği için “Kürtlerin aşiret düzeyinde yaşadıkları, coğrafi ve toplumsal olarak bölünmüş oldukları, dolayısıyla kendilerini yönetme yeteneğine sahip olmadığı” düşüncesiyle bağımsız Kürdistan’a, Musul-Kerkük’ü de kendi hakkı gören Fransa da karşı çıktı.
Buna, Britanya’daki siyasal çatışma ve ekonomik sorunlarla, Ermeniler ve İran’la ilgili engeller eklenince Britanya siyaset kurgucuları, bağımsız ‘Kürt Devleti’ planlarını rafa kaldırdı. Birinci hüsranı burada yaşadılar.
1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra Ali İhsan Sabis Paşa Musul’u İngilizlere terk etmeye mecbur kalınca; Binbaşı Noel, Süleymaniye’ye giderek, başta Şeyh Mahmud Berzenci olmak üzere Kürt aşiretleriyle bir Kürt federasyonu için anlaştı.
Şeyh’e silah, mühimmat ve yüklüce bir maaş verilecekti. Ancak İngilizler, gündeme getirdikleri federasyonun; aşiretlerin dinî, ailevi bağları ve aralarındaki aşiret kavgaları yüzünden hayata geçirmenin zor olduğunu, Şeyhin de pek güvenilir biri olmadığını görünce Şeyh Berzenciyi devre dışı bıraktılar.
Bunun üzerine Şeyh Mahmud Berzenci, İran’dan bazı Kürt gruplarının desteğini alarak 1919’da Kürtleri cihada çağırdı: Süleymaniye’deki İngiliz birliklerinden bazılarını esir aldığında sözde Kürdistan Hükümeti’ni ilan etti.
İngilizler bunu kabule yanaşmadılar ve 17 Haziran 1919’da kuvvetleri ile Berzenci kuvvetlerinin üstüne gittiler… Berzenciye destek veren diğer Kürt aşiretlerinin bir bölümü, savaş alanını terk edince Berzenci ağı bir yenilgiye uğradı ve yaralı olarak ele geçirildi. Mahmut Berzenci idam cezasına çarptırıldı ama ne hikmetse asılmadı, Hindistan’a sürgüne gönderildi. Ayaklanmaya katılan Kürt köyleri uçaklarla bombalanarak ağır bir şekilde cezalandırıldı. Bu, Kürtler için ikinci hüsrandı…
10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşmanın 62, 63 ve 64. maddeleri bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasına ait kararlar içeriyordu. Burada da antlaşmayı imzalayan devletlerin parlamentoları bu kararı onaylanmadığı için yürürlüğü de bir anlam ifade etmedi. Kürtlerin devlet kurma hâyali yine gerçekleşmedi. Üçüncü hüsrandı.
İngilizler; federasyon fikrinden vazgeçmemişlerdi: altın ve sterlinleri ile yola devam kararı aldılar… kendilerine muti olacak Kürt beyi ve aşiretler elde etmeye başladılar: 1922 Eylülünde Şeyh Mahmud Berzenci’yi Hindistan’dan getirip, Süleymaniye merkezli bir bağımsız sözde Kürt hükumeti kurdurdular. Bu arada Mustafa Kemal Atatürk; Kürt aşiretlerini yanına çekerek yeni bir devlet kurmanın mücadelesini veriyordu.
Şeyh Berzenci, İngilizlere güvenemiyordu… İngilizlerde O’na! Berzenci, Atatürk’ün müttefiki olan, Özdemir bey ile, bir yandan da Necef ve Kerbeladaki Şii aşiretleriyle ilişki kurup, İngilizlere karşı bir ayaklanmanın peşindeydi. İngilizler ise Berzenci’ye hiçbir alan bırakmadılar. Lozan Barış Antlaşması ile Musul misakı milli dışında kalınca, yani İngilizlere terk edilince; İngilizler 1927 de tekrar isyan eden Berzenci’ye artık son darbeyi vurduklarında yıl 1930’u gösteriyordu…. Berzenci tekrar sürgüne gönderildi ve bir daha şans bulamadı. Kendisini kurtarmıştı ama isyana teşvik ettiği aşiretlerden birçok Kürt öldürüldü. Bu da dördüncü yenilgiydi.
Kürtleri; İngilizlerden sonra komünist Lenin’de kullanmak istiyordu ki onlara “Kızıl Kürdistan” hayalini empoze etti: Azeri Türklerinin toprakları olan Laçin, Kubatlı, Zengilan ve Kelbecer de uyduruk bir devlet kurdu. Bu uyduruk devletin başına da bir Azeriyi getirdi. Buradaki Kürt nüfusu bir devlet kurmaya yetmiyordu ama zaten Lenin’inki göstermelik bir şeydi. Azerbaycan’a bağlanan bu bölge Kürtleri biraz mutlu etti ama Lenin’in Kürtlere verdiği muhayyel vatanı Stalin geri aldı. 8 Nisan 1929’da, Azerbaycan’da idari bölgeler sistemi değiştirildiğinde, Kızıl Kürdistan fesh edildi ve toprakları Karabağ’a katıldı. Kürtler yine aldatılmışlardı. Varan beş!
Varan altı ise 1930’da Laçin merkezli Kızıl Kürdistan Okrug’u/idari yapı kuruldu ve Cebrail, Zengilan bölgeleri bu okrug’a bağlandı. Stalin, tekrar karar değiştirdi ve 23 Temmuz 1930’ da SSCB Komünist Partisi Merkez Komitesi, ülke çapında özerk bölge statülerinin kaldırılma sına karar verince Kürtlerin, ‘Kızıl Kürdistan’ın yine yaşamına son verildi.
Gelelim Anadolu topraklarına: Türkiye var olma- yok olma kavgasında: istila edilmiş bir ülkeden düşmanlarını kovmak için savaşıyor; onbinlerce şehit veriyor. Müslümanlığın ve Türklüğün son kalesini korumak için; hiçbir etnik ayrım yapmadan herkes cepheye koşuyor. Türkiye’de yaşayan insanların tümü. Elbette Kürtler de, Türk kardeşlerinin yanındalar: bin yıldır yan yana yaşayan, evlilik ile iç içe geçmiş insanlar…
Fakat, Osmanlıdan kalan son vatan topraklarını korumak, yıkılan bir imparatorluğun küllerinden yeni devlet kurmak için bir millet; her türlü yokluğa, dış devletlerin istilasına karşı savaşırken bazıları yine Kürtleri kullanarak Doğu ve güneydoğu Anadolu’da isyanlar çıkardılar: amaç son bağımsız Türk vatanında bağımsız bir devlet kurdurmamaktı. Kürt Teali Cemiyeti parçalanan Osmanlı toprakların dan pay almak amacıyla kurulmuştur. İşte bu yüzden başta Ermeniler olmak üzere, İngilizlerle, Fransızlarla, Ruslarla işbirliği içindedirler… Büyük Türk şairi ve yazarı olarak anlatılan Süleyman Nazif/ Diyarbakırlıdır… Tıpkı Türkçülüğün Esaslarını yazan büyük Türkçü Ziya Gökalp gibi…
Süleyman Nazif ;Servet-i Fünun edebiyat akımının içindedir : Said Nursî ye “Bak Osmanlı parçalanıyor… sende Kürtsün! Gel birleşelim biz de bir Kürt devleti kuralım!” der ama büyük âlimden nasihat gibi şu cevabı alır: “ Bin yıldır İslam'a hizmet etmiş bir milletin torunlarına kılıç çekmek haramdır.. Bu milleti Türkler idare ediyor, bundan böyle de Türkler idare edecek! Bunlar yanlış şeyler. Vazgeçin bundan. Müslüman bir ülkede yaşayan insanlar arasında azınlık-çoğunluk ayırımı asla yapılamaz. Bu ayırım Müslümanlar için değil , ancak gayr-ı müslimler, mesela Ermeniler açısından mümkün ve geçerlidir. Asırlarca ilây-ı kelimetullah uğruna cihadda beraber olmuş Müslüman Anadolu için geçerli değildir.”
1919-22, Simko (Ismail Ağa) İsyanı ile başlayan, 21 Mart 1937, Dersim İsyanı ile son bulan 24 isyan girişimi vardır: bu isyanlar Türk Ordusu tarafından bastırılmış, bazılarının sözde liderleri itlaf edilmiştir. Bu da yedinci hüsran oluyordu…
Kürtler İran’da da bu hevese kapıldı. Daha doğrusu II. Dünya Savaşı sırasında, 1941'de İngiltere ve Sovyetler Birliği; İran'ın işgali konusunda anlaştılar: İngilizler güneyden, Sovyetler de kuzeyden saldırarak İran'ı ikiye bölerek işgal etti. Sovyetler işgal ettiği bölgelerden Mahabad’da isyan çıkarıldı; önde gelen Kürt aşiret şefleri Sovyet ordusunun giysilerini giyerek silahlandırıldılar./ Bugün de PKK, PYD,YPG terör örgütleri Amerikan asker elbisesini giyiyorlar Ne benzerlik değil mi?./ Molla Mustafa Barzani’nin/Mesut Barzanin babası/ 3 bin kadar silahlı adamıbu isyanı destekliyordu. 22 Ocak 1946'da Sovyet temsilci ve subaylarının da bulunduğu bir miting ile Çarçıra meydanında Gazi Muhemmed, Mahabad Kürt Cumhuriyetini ilan etti. Cumhuriyetin sınırları Senendec, Uşnu ve Miyandoab şehirlerini kapsadığı gibi başkenti Mahabad'dı. 13 bakan ve 30 parlamenterden oluşan devletin başkanlığına olarak Gazi/Kadı Muhemmed seçildi. Kürd şair Dildar’ın 1938 yılında Bağdat’ta hapisteyken Sorani lehçesiyle yazdığı ‘Ey Reqîb’ şiiri bestelenerek milli marş ilan edildi. Üstte kırmızı, ortada beyaz, altta yeşil, onların üstünde de 21 köşeli, sarı bir güneş olan milli bayrak da bu sözde cumhuriyetin bayrağı oldu.
1946’da İran ordusunun kahramanca savaşarak, Sovyet kuvvetlerini İran topraklarından atmasıyla en büyük destekçisini kaybeden Kürtler için sona yaklaşıldı. İran, Mahabad Cumhuriyetini 15 Aralık 1946 günü şehriyle birlikte yerle bir ederek, 11 aylık sözde devlet tarihe gömülüyordu. İran macerası da sekizinci hüsran ile feci şekilde sonuçlandı.
31 Mart 1947’de Cumhurbaşkanı Kadı Muhemmed, Savunma Bakanı Muhemmed Hüseyin Han Seyfi Kadı, Başbakan Hacı Baba Şeyh cumhuriyetin ilan edildiği Çarçıra Meydanı’nda asılarak. Zero Bey ve Mustafa Barzani haricindeki tüm Kürt beyleri İran ordusunun emrine girmeyi kabul ettiler. Barzani aşireti, Irak’a döndü ve bazı liderleri Irak’ta idam edildi. Molla Mustafa Barzani ise, Haziran 1947’de bazı aşiret mensuplarıyla birlikte( takriben beşyüz kişi) Aras Nehri’ni geçerek Sovyetlere sığındı. Uzun yıllar SSCB'de yaşadığı için Kızıl Molla olarak da anılır.
Abdülkerim Kasım'ın 1958'de krallığa son veren darbesinden sonra Irak'a döndü Kürdistan Demokratik Partisi'nin lideri olarak önceleri general Kasımı destekledi. Eylül 1961'de Irak’da da ayaklandı ve peşmerge/ ölüm öncüsü gerilla kuvvetiyle Kuzey Irak'ın büyük bir bölümüne egemen oldu. 1970'te Kürtlerin isteklerini kabul eden bir antlaşmanın imzalanması üzerine, silahlı mücadeleye son verdi.
1973 yılında Irak'ın, Sovyetler ile imzaladığı dostluk ve işbirliği antlaşmasından sonra Moskova'nın Barzani'ye verdiği destek azaldı. 1970'de yapılan antlaşmanın uygulanması için öngörülen dört yıllık sürenin bitimine doğru, Irak yönetiminin 1957 nüfus sayımını temel alan sınırlı bir kültürel özerklik planı sunması, ilişkileri gerginleştirdi. Bu sırada Irak ile anlaşmazlık halinde olan İran ve Sovyetler ile yakınlaşan Bağdat rejimini istikrarsızlaştırmak isteyen Amerikadan destek alarak yeniden silahlı mücadeleyi başlattı. Ancak, 6 Mart 1975'te imzalanan Cezayir Anlaşması'yla, bazı tavizler karşılığında Irak ile anlaşmaya varan İran şahı Muhammed Rıza Pehlevi'nin yardımı kesmesi üzerine, zor duruma düştü. Barzani çatışmayı durdurarak İran'a geçti. Dokuzuncu hüsrandı.
1976'da Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti ve orada vefat etti. Cenazesi İran'a getirilerek Irak sınırındaki Uşnu kasabasına defnedildi. 1993'te mezarı Kuzey Irak'a getirildi. Oğlu Mesud Barzani'ye devrettiği aşiretinin bağımsız Kürdistan hedefine ulaşması gerektiğini vasiyet etti.
Bugün oğlu Mesut Barzani’nin lideri olduğu Kürdistan Bölge Yönetimi’ne giden ve onuncu hüsran ile biten macera ise ayrı bir yazı konusudur.
EROL MARAŞLI
YORUMLAR