Birleşmiş Milletler Teşkilatı/BM ve Kuzey Atlantik Paktı/NATO ikinci Dünya Savaşının külleri savrulurken galip devletlerin, bilhassa Amerika Birleşik Devletlerinin birer projesi olarak doğdular...
Nato; askeri bir pakttır.
II Dünya savaşından sonra Almanya ve müttefiklerinin yenilgisi ile biten savaştan sonra, savaş galiplerinden Sovyetler Birliğinin, bazı batılı ülkeleri işgali ile başlayan ve bu arada Türkiye’nin topraklarına da gözünü dikmesi; Avrupa’daki kuvvet dengesini bozmuştu.
Zaten mağlup devlet Almanya’nın bir bölümü ABD tarafından işgal edilmiş, diğer tarafı da Sovyetler tarafından işgal edilerek uydu ikinci Alman devleti kurulmuştu…
Savaş sonrası, 1948 Berlin Buhranı Amerika’ya şunu gösterdi ki, dünyanın yeni düzene kavuşturulması için ikinci Dünya Savaşındaki gibi Sovyetlerle bir işbirliği yapma imkânı kalmamıştır.
Çünkü Sovyetler bir barış düzeninin kurulmasından ziyade, mümkün olduğu kadar birçok ülkeyi kendi kontrolü altına almanın gayreti içindedir.
ABD’nin başını çektiği bazı devletler müşterek savunma amacıyla bir askeri savaş teşkilatı/ ordunun kurulması için harekete geçtiler.
Bu amaçla bir araya gelen 12 devlet, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51. maddesine uygun olarak hazırladıkları ve 16 maddeden ibaret olan antlaşmayı, 4.4.1948 tarihinde, Washington’da imzalayarak Atlantik Paktı adını verdikleri Nato’yu vücuda getirdiler.
NATO bir kollektif savunma örgütü olarak kurulmuştu.
Kurucu antlaşmanın özellikle üçüncü, dördüncü ve beşinci maddelerine göre Nato’ya üye ülkeler; ortak savunma için yeteneklerini geliştirmeye, herhangi bir üyenin toprak bütünlüğü, siyasî bağımsızlık ve güvenliği tehlikede olduğu zaman bir araya gelerek ve herhangi birine saldırıldığında bu saldırıyı hepsine karşı yapılmış bir saldırı olarak kabul etmeyi taahhüt etmişlerdir.
Bu çerçevede belki de en önemli ve tartışmalı madde, NATO'nun görev sahasını belirleyen 6. maddedir.
Literatürde "alan-dışılık" (out of area) kavramıyla anılan bu düzenlemeye göre, NATO sadece sınırları, antlaşmada açıkça tarif edilen Kuzey Atlantik bölgesinde meydana gelen saldırılara karşı işlevseldir.
Nato; soğuk savaşın sona ermesinden sonra "esnek yorum" yöntemiyle içeriği genişletilen bu madde, özellikle Afganistan, Irak ve Somali müdahalesiyle adeta Amerika’nın emrinde, BM’in desteğinde Global orduların çatısı niteliğine bürünmüştür.
Sovyetlerin tehdidi karşısında, cumhurbaşkanı İsmet İnönü/Paşa bu pakta girmek için iki kez teşebbüste bulundu:
ABD’nin istemesine karşı, üye Avrupa ülkeleri bu üyeliğe sıcak bakmıyorlardı: hatta bu arada birçok ABD ve İngiliz heyetleri gelip gittiler.
Askerimiz de Nato’ya girmeye karşıydı.
İnönü döneminde bu ittifaka Türkiye giremedi.
Nato’ya girmeden önce Atatürk’ün ölümünden dört ay sonra/1.4.1939/ ilk kez yabancı bir ülkeye, ABD ile yapılan anlaşmada “Enziyade müsaadeye mazhar millet statüsü” verildi.
Demokrat Parti iktidara geldiğinde başbakan Adnan Menderes de Nato’ya girmeye odaklandı.
Bir askeri darbe girişimi suçlaması ile Nato’ya karşı olan o zamanki askeri kumanda heyeti; başta Gen.kur.Bşk. Org. A.Nafiz Gürman olmak üzere on beş paşa ve yüz elli albay emekliye sevk edildiler.
Bana göre bu bir Amerikan –İngiliz ortak girişiminin organsizasyonu idi.(*) Prof.Dr. Ümit Özdağ hocaya göre TSK’daki “bazı CHP yanlısı subayların tasfiyesi”dir. Buna ordunun gençleştirilmesi tezini getirenlerde vardır.
Ondan sonra Kore savaşına asker gönderildi.
Bu savaşta 721 Mehmetçik şehit oldu.
2147 yaralı, 234 esir, 175 kayıp ile BM gücünün en ağır zaiyatını veren askeri gücü Türkiye oldu.
Kore’ye asker gönderilme görüşmeleri sırasında DP’ye destek veren İsmet İnönü/Paşa cenazeler gelmeye başlanınca bunun hesabını Menderes hükümetinden sormaya kalktı.
O günleri iyi hatırlıyorum: aile efradımız radyonun başına geçip, Türkiye’deki birçok vatandaş gibi, Kore haberlerini dinlerken “acaba bir yakınımızda şehit oldu mu” diye içleri yanarak şehit listelerinin okunmasını, kalp çarpıntısı ile dinlerlerdi.
Ve bunun ödülü olarak Nato’ya girdik. İşte o günden sonra Türk ordusu “milli ordu” vasfını kaybetti.
Hemen kimse zıplamasın. Bu kelimeyi ilk kullanan ben değilim: kitabımda bu vasfın nasıl kaybedildiğini de anlatıyorum. Türk ordusu “global ordu” sınıfına girdi.
Bunun karşıtlığını “gayri milli ordu” diye nitelememek lazımdır.
Global ordular; başka milletlerin orduları ile ikili anlaşmalar dolayısı ile hedef birliği içindedirler.
Düşman tespitinde birbirlerinden etkilenmeleri yönlendirilmeleri söz konusudur.
Global ordu silah tercihinde bağlı olduğu paktın silah standardı ile donatılır.
Kendisini hiç ilgilendirmeyen, zarar görmediği ülkeye, paktın kararı ile binlerce kilometreye gitmek zorunda kalır.
Ve vatan topraklarında onlara ve üsler verilir, yabancı asker konuşlandırılır.
Gelecek yazımda bu konuya devam edeceğim.
(*) Bu operasyonu "Türkiye'de Askeri Darbe Teşebbüsleri" adlı kitabımda anlattım.
Erol Maraşlı
YORUMLAR