Türkiye’nin turizm ile tanıştığı Özallı yıllar: özellikle Ülkemizin sahil kent ve kasabaları ile en başta İstanbul, İzmir, Bergama, Kuşadası, Efes, Truva ve bunun gibi eski eserlerin bulunduğu yerlere turist akını başladığında; yeni bir Türkiye’ye uyanan halkımız, yabancı turistlere hayranlıkla bakarken, Türk’ün fıtratında olan misafirperverlik ve ikram duygusu ile turistleri memnun etmeye gayret gösteriyorlardı. Halkımızın büyük bir çoğunluğu ise onları adeta kendilerinden çok üstün ve hatasız insan olarak gördükleri bu turistleri; Almanların “Übermensch” dedikleri, üstün insanlar sanarak, imreniyorlardı. Bilmiyorlardı ki; ceplerindeki birkaç bin Dolar, Mark ve Frank ile gelip ülkemizde zenginler gibi yaşayan bu insanların; ülkelerinde çöpçü, işçi ve çiftçi gibi alt gelir düzeyinde insanlar olduklarını bile düşünememişlerdir.
Düşünmüşümdür; bu, kendimizin ezikliğinden gelen bir Kompleks mi yoksa ekonomisi ve sosyal hayatı yasaklarla çevrilmiş, turizmi tanıyamamaktan mı kaynaklanıyor?
Bilemiyorum.
Bildiğim bir şey; Osmanlıdaki yenileşme hareketleri ile başlayan “Batı hayranlığı” yeni bir şey değil! O yüzdendir ki; Cemil Meriç hoca boşuna şöyle demiyor: “Hayret yerini hayranlığa bırakır, hayranlık teslimiyete”
O dönemden Cumhuriyete uzanan uzun zaman içerisinde düşünce adamlarımız, yazarlarımız, şairlerimizin yanı sıra ekabirlerimiz de /devlet adamlarımızda da aynı hayranlığı görürüz.
Hele hele Osmanlı hanedanından veya Osmanlı paşalarından olup da, sürgün ya da iltica sonrası batıda yaşayan, doğanlar ki; bazılarının adları veya soy adları yaşadıkları ülkelerin kadın veya erkek adları gibi bize yabancı olarak seçtikleri adlara rağmen, onlara karşı olan muhabbetimiz ve el üstünde tutuşlarımız hiç eksilmedi. “Falancanın dedesi Osmanlı hanedanından… filancanın büyük dedesi Osmanlıymış…” diye bir övünme mi bu?
1980’li yıllarda Christine Haydar diye bir kadın magazin basınımızın gündemine oturmuştu: kendi ifadesine göre Osmanlı paşası Haydar’ın gelini imiş: kimdir bu Haydar Paşamız?
Osmanlı tarihinde Haydar adıyla kayda geçen paşamız çoktur ama öne çıkanlar; Padişah III. Selim’in paşalarından Haydar, Mekke Şerifi Ali Haydar, Bursa valiliği yapan Mehmet Raşit paşanın babası hariciyeci Dramalı Haydar Hasan ve Yemen valisi Haydar Paşalar…
“Haydar Paşa tren garına” adı verilen Haydar Paşa; Ispartalı olup Osmanlı ordusunda tabya subayı olup, aynı zamanda mimar-mühendis olarak yetişmiş ve Osmanlı imparatorluğunda, Yavuz Sultan Selim dahil beş Osmanlı sultanına hizmet etmiş, İlk Türk tersanesini ve Cidde’deki Osmanlı Donanma üssünü kuran kişidir. Osmanlı mülkünde yollar, köprüler, kışlalar, hanlar hamamlar, konaklar yapmış. Kıbrıs’ın fethinde görev almış ve III Murat döneminde Doğu orduları kumandanı olarak Karabağ’ı fethetmiş, 1595 yılında ise Eflak seferi sırasında Bükreş kuşatmasında şehit olmuştur. Ölümünden 311 yıl sonra yapımına başlanan Haydar Paşa garına bu Haydar paşamızın adı verilmiştir.
Son Mekke Şerifi Ali Haydar Paşa ise Osmanlıya sadakat ile hizmet etmiş bir Paşadır. II.Meşrutiyet’in ilanının ardından, Sultan II.Abdülhamit Han tarafından Mekke emiri/şerifi olarak Arabistan'a gönderilen Şerif Hüseyin’in emirliği sırasında oğlu Abdullah aracılığıyla İngiltere ile yakın ilişkiler kurarak, Lavrence ile birlikte Araplar'ı Osmanlı Devleti aleyhinde kışkırttılar, Arap kabileleri de isyana katıldılar. Bu ihanet sonrası son Mekke emiri ilan edilen, Resûlûllah’ın soyundan gelen Ali Haydar Paşa Medine’den ileri gidemedi, İstanbul’a başarısız bir paşa olarak geri döndü.
Dramalı Haydar Hasan Paşa ise Mısır sarayında önce silahşör, sonra da mutasarrıf olarak görev yaptı.
Bu paşalar içinde Haydarpaşa garının yapılmasında hiçbirinin emeği yoktur ve Haydarpaşa garının yapımında görev almadıkları gibi, o devride bu işe görevlendirilecek yetkileri de olmadı.
Ancak yukarıda da temas ettiğim gibi bu garın yapılışından sonra buraya Ispartalı Haydar Paşanın adı verildi.
Haydar Paşanın torunu olarak magazin basının lanse ettiği Christine Davray 1947 doğumlu bir Fransız madamdır. “Adı bir dönem vintage erotik sitelerinde adı geçtiği gibi, yine bir dönem Penthouse’un, poşetli neşriyatının gözdesi bir hanım.” olarak bilgi var. Sinemada artistlik yapmış. 1980 yılınla Cüneyt Arkın’la ‘Sarışın Tahlike’ diye bir filmde oynuyor. İkinci filmi ise Kadir İnanır ve Ekrem Bora’yla oynadığı ‘Bedel’ filmi.
Jean-Yves Haydar’la evlenmesiyle soyadı Haydar olmuş. Jean Yves Haydar basında ‘meşhur Fransız fotoğrafçı’ olarak tanınıyor. Kendi karısının da çıplak resimlerini çektiği de biliniyor. Yani Haydar Paşanın torunu diye sunulan bu kadın; bir film için parlatılmak istenen bir projeden başka, aslı astarı olmayan bir uydurma.
Daha sonraları da başlarına fes giyerek ortalarda dolanan, Osmanlının torunu olduğunu iddia edenlere de sıkça rastlandı. Ve daha ileri gidenlerde oldu: İstanbul üzerinde hak iddia edenleri de gördük.
İşimdi de karşımıza şimdilerde İngiliz Başbakanlığı koltuğuna oturan; İngiltere eski Dışişleri Bakanı ve Londra Belediye Başkanı olan Boris Johnson adlı kişi çıktı.
Peki geçmişi Osmanlı'ya dayanan Boris Johnson kimdir?
Osmanlının son dönemlerinde, Damat Ferit Paşa hükümetinde Maarif ve son Dahiliye Nazırı/İçişleri bakanı olarak görev yapmış, Kuvay-ı Milliye'ye düşman, Osmanlı Devletinin işgalini kabullenen Sevr Antlaşması'nın destekçisi, Nemrut Mustafa Divanı'nın verdiği idam cezalarını savunan Peyam-ı Sabah” gazetesinde başyazarlık yapan, Milli Mücadele ve Atatürk ile ilgili en hayasızca yazıları yazan Ali Kemal’in torunu Stanley Johnson'un oğludur; Boris Johnson.
Johnson’un İngiltere’ye başbakan olması bizim Muhafazakâr basında adeta bayram havası yarattı. Tıpkı Hüseyin Barack Obama’nın 44. ABD başkanı seçildiği günlerdeki gibi. O, Obama ki; Protestan Hristiyan’dır ve United Church of Christ mezhebine mensupturlar. Adının başındaki Hüseyin’i hiçbir zaman kullanmadı. Bizim muhafazakâr basının sevgisine mazhar olan Obama’nın attığı kazık yüzünden F-35 uçaklarının tesliminden vazgeçildiği gibi, yapımındaki ortaklık antlaşması da fesih edilecek gibi. İnanmaz iseniz ABD Başkanı Donald Trump’ın konuşmalarını izleyin!
Korkarım kendilerini Müslüman Demokrat olarak lanse edenlerin bu sevinç kursaklarında kalmaz. Çünkü “Şeytan” ilan ettikleri ve karşıtlıklarını her ortamda çekinmeden söyleyen ve yazanlar; İsrail Devletinin şu resmi açıklaması karşısında ne düşünüyorlar? merak etmekte, haksız mıyız? “Ülkemiz için kritik bir dönemde başbakanlık yapacak olan Boris Johnson’a başarılar dileriz. Kendisiyle Londra valiliği ve dışişleri bakanlığı yaptığı dönemlerde iyi ilişkilerimiz olmuştu. Bu ilişkinin başbakanlık döneminde de devam edeceğine inanıyoruz.”
Johnson ise geçtiğimiz ayın başında bir İngiliz Yahudi gazetesine verdiği röportajda da “tutkulu bir Siyonist” olduğunu ve İsrail’i sevdiğini söylemişti.
İngiltere de yaşayan Türkler; Alexander Boris de Pfeffel Johnson’dan ümitsiz olduklarını söylerken haksızlar mı? Birde Ali Kemal’in yaptığı iki ayrı evlilikten yürüyen soydan olan Sinan Kuneralp adlı kuzeni Johnson’un “Doğmatik düşünceye sahip biri” olduğunu belirterek, “ Bundan kurtulmazsa başarısızlığa uğrayacağını” söylüyor.
İttıalinize arzedilir.
EROL MARAŞLI
YORUMLAR