Türk muhafazakarlığını; kısaca, Türk ve Türklere özgü İslâm anlayışının bir kültür yapısı içinde düşünce geliştirmesi ve bunun sonucu yaşayış şekli ve tüm bunların korunması olarak ifade edebiliriz.
Türk muhafazakarlığının başlangıç dönemini Namık Kemal ile başlatmak mümkün ama sosyolojik bir temele oturtulmasını da Ziya Gökalp’e bağlamak lâzım. Gökalp’in izinden giden İ.Hakkı Baltacıoğlu çalışmalarını bin dokuz yüz altmışlara kadar getirirken, Peyami Safa, Hilmi Ziya Ülken, Ali Fuat Başgil ve Nurettin Topçu bu kervana 1930 , 1960 arasında katılarak gerçekten çok verimli katkılar sağladılar. Zaten bu dönemde Türk toplumu; düşünce ve yaşayış şekli olarak Türk muhafazakârlığına uygun bir ortam içindeydi. Bu da fikir adamlarının işi kolaylaştırdı derken haksız sayılmayız. Bin dokuz yüz elli, 1965 arasında ise Mümtaz Turhan ve Sabri Ülgener’in muhafazakârlık düşünce sisteminin bilimsel temeline yaptıkları hizmeti de göz ardı edemeyiz. 1960 yılından itibaren Osman Turan hoca eksik olan boşluğu dolduruyordu.
Türk muhafazakârlığının son kaleleri ise Erol Güngör, Muharrem Ergin ve Cemil Meriç’dir. /1970-1980/
Yani altın yıllar 1930- 1980 arasıdır diyebiliriz.
***
“1960 sonrasında “siyasal İslâm’ın”; siyaset ortamında, Milli Nizam ve Milli Selamet Partileri ile milliyetçilerin ise Adalet Partisi, Millet Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ile ortaya çıkmaları sonucunda muhafazakârlık değişik yorum ve hayat tarzı ile karşımızdadır.
Günümüzde ise “siyasal İslamcı bir gelenekten gelen” Ak Parti’nin “muhafazakâr demokrat” kimliği ile ortaya çıkması üzerine yeni araştırmalar yapılıyor ve yeni söylemlerle karşılaşıyoruz: Ak Parti milletvekili Yalçın Akdoğan’ın “Muhafazakâr Demokrasi” kitabı parti yayını olarak yayınlanıyor. Bu kitaptaki tablo ile muhafazakârlık ayrı bir kulvara yöneliyor. Yine Yasin Aktay’ın yazı ve kitapları da bu amaca yönelik. Burada muhafazakârlık kavramı İslâm’i ifadeler ile paraleldir. Daha çok dini ritüellerin ve yaşam tarzının empozesi gibidir.
Milliyetçi muhafazakâr cenah da ise, ortaya konan tez yoktur: daha doğrusu milliyetçi muhafazakârların Erol Güngör’den sonra böyle bir meseleleri de yok gibi.
Murat Belge, Tanıl Bora, Ömer Çaha, H.Bülent Kahraman, İhsan Dağı, Ali Bayramoğlu, Mümtazer Türköne, Mustafa Erdoğan, Akif Emre gibi akademisyenler ve yazarlarda muhafazakarlığın geçmişi ile kritikleri üzerinde görüş bildiriyorlar: ancak bu kadar! Bunu da en kapsamlı şekilde inceleyen Mehmet Akıncı ve Hasan Aksakal’ın incelemelerinde, kitaplarında detaylı olarak görebiliyoruz.
Bugüne bakarsak: sadece Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ideolojik bir kavram olarak karşımıza çıkardığı muhafazakâr demokrasisi; İslâm’i bir kaide üzerine bina edilen ve düşünsel derinlikten çok yaşam tarzı ile sınırlandırılmıştır. Milliyetçi muhafazakârlık reddedilmiştir. Türk muhafazakârlığının 70 li yıllardan beri süregelen ayrıştırması sürmektedir. Mütedeyyin Müslümanın dini inanç ve bunun getirdiği yaşama tarzı üzerine konumlandırılmıştır. Ancak bu tarzda da sadece söylemden ileri gidilmeyen ve altı doldurulmayan bir tablo ortaya çıkmıştır. Ve toplum yozlaşmasının, dolayısıyla muhafazakârlığın izmihlalinin önüne geçilememiştir.
***
Türk muhafazakârlığı için tehlike çanları 1980 sonrası; Türk toplumunun önüne sunulan “tüketim ekonomisinin” toplum üzerinde beklenenden fazla etkisi ve hızlı bir şekilde yaşama standardının yükselerek, daha rahat bir ortamla gelen globalleşme ve bunun getirdiği rahatlık çok çabuk kabul gördü.
Türk toplumu bazı tabulardan sıyrıldığı gibi, uzun yıllardan beri yer etmiş gelenek ve göreneklerin dayattığı baskılardan bir anda kurtulmanın şokunu da fark etmeden yaşıyordu… kırsal ve kentlerde ayrım görmeden, bundan nasipleniyordu… muhafazakârlığın en yaygın alanı olan köyler kasabalar ve küçük kentler de bu atmosferin içinde savrulup durdu.
Batı milletlerinin çok önceleri, hayatın zor şartlarını kolaylaştıran teknolojik ürünlerin ülkeye girmesi, ticaret anlayışının değişmesi ve ülke fertlerinin batıya açılarak o ülkelerdeki gördüklerini Türkiye’ye getirmeleri de önemli bir faktördü. İnsanların evlerine “dünyayı ayaklarına getiren” televizyonlar, akıllı telefonlar ise batıdaki işlevlerinin/ haberleşme, eğitim, öğrenim ve bilgilenme vb/ aksine bir eğlence aracı olmaktan da öte kültür değişimine ve giderek yozlaşma araçları olmasına yol açıyordu. Muhafazakârlığın, muhafaza etmesi gereken yapısı İnternetin sunduğunu “avam ve Vandalizm mantığı” ile kullanılışı en muhafazakâr aile yapısını temelden sarsmaya başlamıştı. Bu da beraberinde özellikle gençliğin sorgulayan, sorun haline gelen yapısına, diyanet ve eğitim/maarif kurumunun cevap verememesi ve bu konulardaki eksikliği, gençliğin heba olmasına neden oluyordu…
Bu mağlubiyeti; moda, eğlence, okuyamama, konforun cazibesine kapılma ve tüketime aşırı alışkanlık ve bunlardan vaz geçememe ne kadar etkili ve hakimiyet kurmuş ise, son kalelerin yıkılışından sonra Türk muhafazakâr “düşünce insanlarının” tükenmişliği de o derece etkili oldu.
Milliyetçi muhafazakâr ise sahipsizdir: mazisindeki kavramını bile idrak den acizdir: sadece sığ milliyetçilik ile günümüzde gelişen popüler ifadeler; vatan- millet-devlet-dil-bayrak vb hamasi siyasi söylemlerin baskısı altındadır. Bu kavramın içini dolduracak araştırmalar olmadığı için yeniden yorumlama ve öneriler getirildiğini de göremiyoruz. Sadece sloganlarla maziye hasret vardır.
Bu konulara kafa yoran, yazar Taha Akyol dan başkası aklımıza gelmiyor. Peki “Türk toplumunun büyük ekseriyeti milliyetçi muhafazakârdır” demek ne kadar doğru? Buna bakarak, sadece, R.Tayyip Erdoğan’ın İslâmi muhafazakâr demokratlığına havale edilmiştir ki; bu da tartışmaya muhtaçtır.
Bu günkü tablo bu: muhafazakârlığının meselelerine çözüm getirecek kurum ve düşünce adamı yoktur dersek yanılmayız.
Zamanın çark dişlisi önüne çıkanı öğüterek gidiyor: artık geriye dönmek mümkün değildir!
Bu ise Türk muhafazakârlığının hızlı bir şekilde yok oluşunun ilanıdır.
EROL MARAŞLI
YORUMLAR